Tâ-Hâ Sûresi 112. Ayet

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  ...

Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَعْمَلْ yaparsa ع م ل
3 مِنَ -den
4 الصَّالِحَاتِ iyi olan işler- ص ل ح
5 وَهُوَ ve o
6 مُؤْمِنٌ inanırsa ا م ن
7 فَلَا artık
8 يَخَافُ korkmaz خ و ف
9 ظُلْمًا zulümden ظ ل م
10 وَلَا ne de
11 هَضْمًا hakkının çiğnenmesinden ه ض م
 
İnsanlara dünya hayatının sonlu olduğunu ve kendilerini bekleyen bir hesap gününün kaçınılmazlığını anlatan Hz. Peygamber’e kıyametle ilgili sorular yöneltiliyordu. 105. âyette bu çerçevede Resûlullah’a yöneltilmiş veya zihinleri kurcalayan bir soruya değinilip kıyamet tasviri yapılmaktadır (kıyamet hakkında bk. A‘râf 7/187). Burada yeryüzünde ilk göze çarpan, en belirgin yükselti unsurları olan dağların ne olacağı sorusuna cevap verilerek, bugünkü tasavvurlarımıza sığmayacak bir değişimin söz konusu olacağı belirtilmekte, fakat ardından asıl önemli olan şeyin insanın kendi göreceği muamele olduğuna dikkat çekilmektedir.
 
107. âyette geçen iki kelimenin Arap dilindeki anlamları dikkate alınarak âyet, “Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” şeklinde tercüme edilebileceği gibi, âyete “Orada artık iniş-yokuş / eğrilik-yumruluk / eğrilik-pürüz göremezsin” mânaları da verilebilir (Taberî, XVI, 212-213; Şevkânî, III, 435).
 
108. âyetin “... çağırıcıya uyar; ondan kaçıp kurtulma imkanı yoktur” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “kendisinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı veya hemen kendisine uyacakları davetçi” mânalarının yanı sıra (Taberî, XVI, 214), “eğip bükmeyen, pürüzsüz bir çağrıda bulunan davetçi” anlamı da verilmiştir; bazı müfessirler davetçiden maksadın kıyametin kopmasında özel görevi bulunan İsrâfil olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXII, 118; Şevkânî, III, 435). Kamer sûresinin 8. âyetinin de delâletiyle bu âyeti, “O gün bütün varlıklar karşı konamaz ilâhî çağrıya uymak ve mahşerde toplanmak zorunda kalacaklardır” şeklinde anlamak uygun görünmektedir (İbn Atıyye, IV, 64). Aynı âyette geçen ve “çok hafif sesler” diye tercüme ettiğimiz hems kelimesinin “hışırtı, fısıltı, ayak sesi, alçak sesle konuşma” gibi anlamları da vardır (Taberî, XVI, 215).
 
109. âyette, böylesine dehşetli bir günden söz edilince insanın hatırına gelebilecek ilk ihtimal olan başkalarından medet umma eğilimine işaret edilerek, şefaatin de ancak Allah’ın izni ve rızâsına bağlı olduğu hatırlatılmaktadır (şefaat ve 110. âyette değinilen Allah’ın ilminin kuşatılamazlığı hakkında bk. Bakara 2/48, 255).
 
112. âyette geçen ve dilimizde “hazım” şeklinde telaffuz edilen hadm kelimesi tefsirlerde genellikle, midenin yiyeceği sindirmesi sırasında onda meydana getirdiği eksiltmeden hareketle “eksiltme, zayi etme” veya eylemin mahiyetine bakarak “çiğneme, gaspetme” gibi mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVI, 218; Şevkânî, III, 436). Râgıb el-İsfahânî bu âyeti delil göstererek hadm kelimesinin istiare yoluyla “zulüm” anlamında kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “hdm” md.). Fakat âyette her iki kelimenin (zulm ve hadm) yer aldığı ve iki farklı durumu anlatan bir yapı içinde kullanıldığı dikkate alınırsa, burada hadmı zulmün eş anlamlısı olarak çevirmek cümlenin mânasını daraltır. Bu sebeple ve iki kelime arasındaki nüansı (bk. İbn Âşûr, XVI, 313) dikkate alarak âyetin son kısmına, “O ne büsbütün, hatta ne de kısmen haksızlığa uğramaktan korkar” şeklinde mâna vermeyi uygun bulduk.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 652-654
 

Hedame هضم :  هَضْم gevşekilk, yumuşaklık ya da kırılganlığa sahip olan bir şeyi kırmak, ezmek veya eritmektir. هَضْم sözcüğü müstear olarak zulûm ve haksızlık manasında da kullanılmıştır. Son olarak هاضُوم kelimesi yemeği hazmettiren her türlü ilaçtır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim türeviyle birlikte 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hazımdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً

 

وَ   istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلْ  şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوhir.  مِنَ  teb’ıziyyedir. 

مِنَ الصَّالِحَاتِ  car mecruru, takdir edilen mahzuf sıfata mütealliktir. Takdiri, شيئا من الصالحات (salihattan bir şey) şeklindedir. 

هُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi  يَعْمَلْ  fiilinin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. 

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  cümlesi mahzuf mübteda  هُوَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

ظُلْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هَضْما  atıf harfi  وَ ’la  ظُلْماً ’e matuftur.

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin  ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müstenefe olan ayet, şart üslubunda gelmiştir.  مَنْ, umum ifade eden şart ismidir. Şart isimleri ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112) 

Şart cümlesi  مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

من  şart edatıdır. Mübteda olarak merfu mahaldedir.  يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ  cümlesi haberidir.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنَ الصَّالِحَاتِ  ibaresindeki  مِنَ, teb’iziyyedir.

Car mecrur  مِنَ الصَّالِحَاتِ, mukadder bir mevsûfun sıfatına müteallıktır. Yani  شيئا من الصالحات  (salihattan bir şey) demektir.

وَهُوَ مُؤْمِن  cümlesi,  يَعْمَلْ  fiilinin failinin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَ  karînesiyle gelen  لَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً  cümlesi cevaptır.

Cümlede takdiri  هُوَ  olan müsnedün ileyh mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَخَافُ ظُلْماً  cümlesi, haber konumundadır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil ayet şart üslubunda gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Şart cümleleri haberî veya inşâî olabilir. 

يَخَافُ  fiilinin mef’ûlü olan  ظُلْماً  ve ona matuf olan  هَضْماً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle işarettir.

هَضْماً ’e dahil olan  لَا, tekid ifade eden zaid harftir. 

مَنْ  ve  مِنَ  kelimeleri arasında cinas-ı muzari,  لَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ظُلْماً, haksız yere ceza vermek veya taatının mükâfatını vermemektir.  هَضْماً  ise mükâfatının eksiltilmesi demektir.  ألهاضمة  eksiltilmiş anlamındadır. Cenab-ı Hakk'ın  [Tomurcukları üst üste binmiş, birbirine yapışmış. (Şuara Suresi, 148)] ayeti böyledir. (Fahreddin er-Râzî)

110, 111 ve 112. ayetlerin sonundaki  عِلْماً  -  ظُلْماً  هَضْماً  kelimelerinde akıcı, güzel bir seci vardır. (Safvetu’t Tefasir)