Tâ-Hâ Sûresi 115. Ayet

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟  ...

Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 عَهِدْنَا biz emretmiştik ع ه د
3 إِلَىٰ
4 ادَمَ Adem’e
5 مِنْ
6 قَبْلُ önceden ق ب ل
7 فَنَسِيَ fakat unuttu ن س ي
8 وَلَمْ ve
9 نَجِدْ biz bulmadık و ج د
10 لَهُ onda
11 عَزْمًا bir azim ع ز م
 
Genellikle müfessirler bu âyetlerle Kur’an’da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. âyet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilâhî uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 123). Bu sûreden önce inen Sâd ve A‘râf sûrelerinde Âdem’in yaratılması ve İblîs’in ilâhî buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A‘râf sûresinde Âdem’e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkânı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur’an’ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Âdem’in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden (Şevkânî, III, 439) söz edilmektedir. Bu bağlamdan şu sonucu çıkarmak mümkündür: Her ne kadar insanoğlunun ilâhî uyarı ve bildirimler karşısındaki hatalı tutumu ilk atasından beri görülen bir durum ise de, insanlar –hıristiyan inancında kabul edildiğinin aksine– dünyaya ilk atalarının işlediği günah sebebiyle günahkar olarak gelmezler; Âdem işlediği günahtan sonra tövbe etmiş ve tövbesi kabul edilmiştir. Şu halde Hz. Âdem’den sonra da her insan bir taraftan günah işlemeye yatkın bir ortamda ve iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilecek yeteneklerle donatılmış olarak sınava tâbi olacak, bir taraftan da işlediği günahlardan arınmak için aracı koymaksızın, bizzat rabbine yalvarıp, af dileyecektir. Bu ilkeden yola çıkıldığında ise Hıristiyanlığın temel akîde esaslarından olan rabbin insanlığı bu aslî günahtan arındırmak için Îsâ’yı kurban ettiği iddiası temelden yoksun kalmaktadır. Dolayısıyla, burada Hz. Âdem hakkında bu bilgiye yer verilmesi ile bu sûrenin Hz. Îsâ’nın nasıl dünyaya geldiğini açıklayan ve bu konudaki yanlış kabulleri mahkûm eden Meryem sûresinden sonra inmiş olması arasında bir anlam örgüsü bulunduğunu söylemek mümkündür (Derveze, III, 92-93; Âdem’in yaratılışı, İblîs’in Allah’a isyan etmesi; kendisiyle birlikte, aldattığı Âdem ve eşinin cennetten çıkarılmaları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30 vd.; A‘râf 7/11 vd.).
 
 115. âyetin “Âdem’den söz almıştık” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Âdem’e buyruğumuzu bildirmiştik” şeklinde anlayanlar da vardır. Bu yorumda söz konusu olan buyruk, kendisinin ve eşinin düşmanı olan şeytana uymamasıyla ilgili uyarı olup 117. âyette ayrıca açıklanmıştır. 
 
 Aynı âyetin “Biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” şeklinde çevirdiğimiz kısmı değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre, burada Âdem’in önce yasak ağaçtan yememeye karar vermişken, şeytanın kışkırtması karşısında kararlı davranamadığı veya yapılan cazip öneriye karşı direnemediği anlatılmaktadır. Diğer bir yoruma göre ise burada maksat, Âdem’in günah işlemede ısrarlı davranmamış olduğudur (Şevkânî, III, 438). Bu âyetteki lafzan “unuttu” anlamına gelen fiil daha çok“Rabbinin buyruğunu terketti” şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XVI, 220; Râzî, XXII, 124).
 
 124. âyette ifadesini bulan “Allah’ı anmaktan yüz çevirme”, Allah’ı inkâr etme, O’nun gösterdiği yolu beğenmeme, öğütlerine kulak asmama gibi mânalarla açıklanmıştır. Aynı âyette söz konusu edilen “sıkıntılı hayat”ın mahiyeti ve nerede olacağı hususunda ise ilk dönem müfessirlerinden farklı rivayet ve yorumlar nakledilmiştir. Burada sözü edilen sıkıntılı yaşantının kabir hayatı aşamasıyla ilgili olduğu veya âhirette yaşanacak sıkıntılara işaret edildiği rivayetlerinin yanı sıra dünya hayatındaki sıkıntılar anlamına ağırlık veren rivayet ve izahlar da vardır. Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimselerin maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile, inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir (bk. Taberî, XVI, 225-227). Allah’a ve âhirete inanmayanların, inananlara göre çok daha dar bir maddî-mânevî alan tasavvuru ve bu tasavvura bağlı darlık içinde yaşayacakları da ayrı bir gerçektir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 657-658
 

 Azeme عزم:  عَزْمٌ işin devamına ve tamamlanmasına yönelik kalbi sıkıca bağlamak/kesin karar vermektir. Bu köke ait عَزِيمَة sözcüğü muska demektir. Sanki bu muskayla şeytanın sende iradesini gerçekleştirmesini engellemişsin gibi tasavvur edilmiştir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri azim ve azmetmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

عَهِدْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اٰدَمَ  car mecruru  عَهِدْنَٓا  fiiline mütealliktir.  اٰدَمَ  kelimesinin cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma) vasfı hem de ucmelik vasfı (Arapça olmama) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  عَهِدْنَٓا  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَسِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

نَجِدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dir. 

لَهُ  car mecruru  نَجِدْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır.  عَزْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur..

 

وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

عَهِدْنَٓا  fiiline müteallik olan, mecrur mahaldeki zaman zarfı  قَبْلُ ‘nun muzâfun ileyhi, mahzuftur. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir.

Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu, Hz. Âdem’in (a.s.) kıssasının Kur'an'da altıncı kez yer alışıdır. Hakk Teâlâ'nın [Andolsun ki Biz, bundan evvel Adem'e vahyetmiştik.] cümlesindeki ahd ile Allah'ın bir emri veya bir yasağının kast edildiğinden bir şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)

فَنَسِيَ  cümlesi  فَ  ile  عَهِدْنَٓا  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin son cümlesi  فَنَسِيَ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَهِدْنَٓا  ve  نَجِدْ  fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

Ayetteki “Fakat unuttu” ifadesine gelince bu, hatırlamanın zıddı olan şeydir yani unutmadır. Hz. Âdem (a.s.) ezberlemediği ve iyice zapt etmediği, dolayısıyla unuttuğu için itâb olunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

عَزْماً۟  mef’ûl olarak mansubdur. Bu kelimedeki tenvin azlık için olabilir.

Bu ayette 114. ayetteki gaib zamirinden cemi mütekellim zamirine dönülerek iltifat yapılmıştır.

Ayetlerin sonundaki  عَزْماً۟  ve  عِلْماً  kelimelerinde seci sanatı vardır.

Cümlenin kaseme delalet eden lam ve tahkik harfiyle başlaması kıssanın önemi sebebiyledir. İki kıssa arasındaki verilen ahd konusundaki tefritin birbirine benzediğine dikkat çekilmiştir.  ألَمْ يَعِدْكم رَبُّكم وعْدًا حَسَنًا أفَطالَ عَلَيْكُمُ العَهْدُ (Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi?) şeklindeki 86. Ayette zikredilen ilk kıssada İsrailoğullarının Allah ile olan ahitlerinde tefrit vardır.  (Âşûr)