Tâ-Hâ Sûresi 132. Ayet

وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى  ...

Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأْمُرْ ve emret ا م ر
2 أَهْلَكَ ailene ا ه ل
3 بِالصَّلَاةِ namazı ص ل و
4 وَاصْطَبِرْ ve dayan ص ب ر
5 عَلَيْهَا ona (namaz kılmaya)
6 لَا
7 نَسْأَلُكَ biz senden istemiyoruz س ا ل
8 رِزْقًا rızık ر ز ق
9 نَحْنُ biz
10 نَرْزُقُكَ seni besliyoruz ر ز ق
11 وَالْعَاقِبَةُ ve akıbet ع ق ب
12 لِلتَّقْوَىٰ takva(sahipleri)nindir و ق ي
 
Hz. Peygamber’in ve ona inananların büyük sıkıntılar çektiği bir dönemde inmiş olan bu sûre, –ilk âyetlerinde olduğu gibi– Resûlullah’ın ve müminlerin moral gücünü artıran açıklamalarla sona ermektedir. Birçok âyette inkârcı kavimlerin başlarına gelen felâketlerden söz edilip bunlardan ibret alınması istenirken, Kur’an’ın ilk muhatapları arasında da artık bir ilâhî ceza gelmesi konusunun zihinleri kurcalaması tabii idi. Zira o sıralarda müşrikler müminlere karşı baskı ve işkencelerini gitgide arttırıyor ve gerçek peygamber olmadığına insanları inandırmak üzere Resûlullah hakkında küstahça nitelemelerde bulunuyorlardı. Bu durum inkârcı kesim açısından bir meydan okuma anlamı taşıdığı gibi, inançlı kesimde de Allah katından onlara ağır bir şamar inmesi beklentisini doğuruyordu. Bu âyetlerde yine ilâhî irade ile belirlenmiş vade dolmadıkça bu inkârcıların kökünü kazıyan bir ceza gelmeyeceği bildirilmekte; müminlerin İslâm mesajının hedefine ulaşması için bu tür beklentilere bel bağlamak yerine karşılaştıkları zorluklara katlanmaları, sürekli bir ibadet bilinci ve disiplini içinde mücadeleye devam etmeleri istenmekte; Allah yolunda eziyete katlanmalarına ve çalışıp çabalamalarına Allah’ın ihtiyacı olmayıp bunu asıl kendi iyilikleri için yapmış olacaklarına dikkat çekilmektedir. Mutlu geleceğe ancak Allah’a saygı şuuru içinde yaşayanların erişebileceği hatırlatılmaktadır.
 
 129. âyette sözü edilen vade ve zamanı geldiğinde verilecek ceza hakkında şöyle yorumlar yapılmıştır: Vade kıyamet günü, ceza cehennem azabıdır; vade her bir inkârcının ölüm vakti, ceza kabir azabıdır; vade Bedir Savaşı, ceza o gün azılı birçok inkârcının öldürülmesidir (İbn Atıyye, IV, 69).
 
 Tefsirlerde 130. âyette beş vakit namazın kastedildiğini ispatlamaya çalışan yorumlar yer almakla beraber, –bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namaz farz kılınmadığına göre– burada asıl amacın müminleri Allah’ı tesbih etmeye yani O’nun yüceler yücesi olduğunu ve her türlü eksiklikten uzak bulunduğunu daima hatırlarında tutup her fırsatta söz ve eylemleriyle bu inancı ortaya koymaya teşvik etmek olduğu, bunun da bireyi mânevî doyuma ve iç huzura kavuşturmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
 
 131. âyette Resûlullah’ın şahsında müminlere yapılan uyarı, 129. Âyette işaret edilen beklentinin bir başka türünü, yani bazı müminlerin Allah’ın birliğini inkâr edenlerin ferah fahur yaşantısına özenmiş olabilecekleri hatıra getirmektedir. Bu ve benzeri birçok âyette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedî mutluluğun ve hele Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat yaklaşım, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesinede izin vermez; aksine âyette sadece, Allah’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddî ve mânevî imkânların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helâlinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızâsını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir. 
 
 130 ve 131. âyetlerin içeriği ve sûrenin anlam örgüsüne sıkı biçimde bağlı olduğu dikkate alındığında bunların Medine’de indiğine dair rivayeti tereddütle karşılamak gerekir; özellikle üslûp açısından bunların Mekkî âyet özelliği taşıdığı görülmektedir (Derveze, III, 95). 
 
 133. âyette “Peki önceki sahifelerde bulunan açık kanıt onlara gelmiş değil mi?” buyurularak, Kur’an’ın önceki peygamberlere indirilenlerle aynı temel gerçekleri dile getirdiği hatırlatılmakta, aynı zamanda önceki kitaplarda Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber veren işaretlere ilişkin bir imada bulunulmaktadır. Eski kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdeleyen bu bilgiler İslâm kaynaklarında “beşâirü’n-nübüvve” veya kısaca “beşâir” diye anılır (bilgi ve örnek için bk. A‘râf 7/157; Esed, II, 644).
 
 134. âyette, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri ayan beyan görülen ve Allah’ın ezelî ilminde öyle davranacakları belli olan bir topluluktan söz edilirken dahi, “Eğer gerekli tebligat yapılmadan cezaya çarptırılmış olsalardı haklı konuma gelebilirlerdi” biçiminde bir anlatıma yer verilerek, Kur’an’da değişik şekillerde ifade edilen “bildirimde bulunmadan sorumlu tutmama” ilkesine vurgu yapılmaktadır.  
 
135. âyette sûrenin başındaki hitabın amacıyla bağlantılı olarak Resûlullah’a ve ona gönülden bağlananlara şöyle bir mesaj verildiği anlaşılmaktadır: Müminlerin âhirette bütün hakikatlerin ortaya çıkacağına inanarak beklemelerine mukabil, kendini kişisel arzularının veya çevresel etkilerin anaforuna bırakmış insanlar da onların iddialarının boşa çıkacağı gibi bir beklenti içindedirler; tebliğ görevi hakkıyla yerine getirildikten sonra onlar bu tavırlarında ısrar ediyorlarsa, dünya hayatında insana verilen seçim özgürlüğünün bir sonucu olarak bu kuruntularıyla baş başa bırakılmalıdırlar, ama bir gün gerçekleri bütün çıplaklığıyla görüp anlayacaklardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 660-662
 

Riyazus Salihin, 303 Nolu Hadis
Amr İbni Şuayb babası Şuayb’dan, o da dedesi Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anh’den Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız yataklarını da ayırınız.” 
 (Ebû Dâvûd, Salât 26)

Riyazus Salihin, 285 Nolu Hadis
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”  
(Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27)

Resulullah (sav) bir Kutsi hadisinde, Yüce Allah’ın, “ Ey Âdemoğlu! Her durumda kendini bana ibadete ver ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan kurtarmaz.  ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da gidermem.”     
(Tirmizi, Sıfatu’l-kiyame, 30.)

 

وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  أْمُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

اَهْلَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur, كَ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالصَّلٰوةِ  car mecruru  أْمُرْ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir.  اصْطَبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.   عَلَيْهَا  car mecruru  اصْطَبِرْ  fiiline mütealliktir.

اصْطَبِرْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  نبذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

b)  İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

c)  İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir:

1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَسْـَٔلُكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رِزْقاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَرْزُقُكَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرْزُقُكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  الْعَاقِبَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. لِلتَّقْوٰى  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  لذوي التقوى (takva sahipleri için) şeklindedir.

 

وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki …وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle  وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.

اصْطَبِرْ  fiili, اِفْتِعال  babındadır. اِفْتِعال  babı, fiile mutavaat, ittihaz, müşareket, izhar, ihtiyar, talep ve çaba göstermek manaları katar.


 لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İki mef’ûle müteaddi olan  نَسْـَٔلُكَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  رِزْقاًۜ daki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve sumûla işarettir.

Ayetteki, senden rızık istemiyoruz ifadesi, “Senden ne kendin, ne de ailen için rızık istiyoruz. Aksine seni de ehlini de biz rızıklandırıyoruz. Binaenaleyh gönlünü ahiret işlerine ver.” demektir. İnsanların, “Allah'ın işinde olanların Allah da işinde olur.” şeklindeki sözleri de bu manadadır. Bu: “Biz sana namazı emredince bu emir, biz senin namazından istifade edelim diye değildir.” demektir. Abdullah b.Selâm (ra) şöyle der: “Hz. Peygamber (sav) ailesinin başına bir darlık ve sıkıntı geldiğinde, onlara namaz kılmalarını emreder ve bu ayeti okurdu.” (Fahreddin er-Râzî)


نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. 

Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânîİlmi)

رِزْقاًۜ - نَرْزُقُكَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


  وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى

 

وَ , istînâfiyyedir.  وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لِلتَّقْوٰى , mahzuf habere mütealliktir.

الْعَاقِبَةُ ’nun, takva sahibine isnad edilmesi gerekirken  لِلتَّقْوٰى ’ya isnad edilmesi, mecazî isnaddır.

Bu kelam, her şeyin temelinin takva olduğuna dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)