Tâ-Hâ Sûresi 131. Ayet

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى  ...

Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve asla
2 تَمُدَّنَّ dikme م د د
3 عَيْنَيْكَ gözlerini ع ي ن
4 إِلَىٰ doğru
5 مَا şeylere
6 مَتَّعْنَا faydalandırdığımız م ت ع
7 بِهِ onunla
8 أَزْوَاجًا bazı zümreleri ز و ج
9 مِنْهُمْ onlardan
10 زَهْرَةَ süsüne ز ه ر
11 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 لِنَفْتِنَهُمْ kendilerini denemek için ف ت ن
14 فِيهِ o konuda
15 وَرِزْقُ ve rızkı ر ز ق
16 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
17 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
18 وَأَبْقَىٰ ve daha süreklidir ب ق ي
 
Hz. Peygamber’in ve ona inananların büyük sıkıntılar çektiği bir dönemde inmiş olan bu sûre, –ilk âyetlerinde olduğu gibi– Resûlullah’ın ve müminlerin moral gücünü artıran açıklamalarla sona ermektedir. Birçok âyette inkârcı kavimlerin başlarına gelen felâketlerden söz edilip bunlardan ibret alınması istenirken, Kur’an’ın ilk muhatapları arasında da artık bir ilâhî ceza gelmesi konusunun zihinleri kurcalaması tabii idi. Zira o sıralarda müşrikler müminlere karşı baskı ve işkencelerini gitgide arttırıyor ve gerçek peygamber olmadığına insanları inandırmak üzere Resûlullah hakkında küstahça nitelemelerde bulunuyorlardı. Bu durum inkârcı kesim açısından bir meydan okuma anlamı taşıdığı gibi, inançlı kesimde de Allah katından onlara ağır bir şamar inmesi beklentisini doğuruyordu. Bu âyetlerde yine ilâhî irade ile belirlenmiş vade dolmadıkça bu inkârcıların kökünü kazıyan bir ceza gelmeyeceği bildirilmekte; müminlerin İslâm mesajının hedefine ulaşması için bu tür beklentilere bel bağlamak yerine karşılaştıkları zorluklara katlanmaları, sürekli bir ibadet bilinci ve disiplini içinde mücadeleye devam etmeleri istenmekte; Allah yolunda eziyete katlanmalarına ve çalışıp çabalamalarına Allah’ın ihtiyacı olmayıp bunu asıl kendi iyilikleri için yapmış olacaklarına dikkat çekilmektedir. Mutlu geleceğe ancak Allah’a saygı şuuru içinde yaşayanların erişebileceği hatırlatılmaktadır.
 
 129. âyette sözü edilen vade ve zamanı geldiğinde verilecek ceza hakkında şöyle yorumlar yapılmıştır: Vade kıyamet günü, ceza cehennem azabıdır; vade her bir inkârcının ölüm vakti, ceza kabir azabıdır; vade Bedir Savaşı, ceza o gün azılı birçok inkârcının öldürülmesidir (İbn Atıyye, IV, 69).
 
 Tefsirlerde 130. âyette beş vakit namazın kastedildiğini ispatlamaya çalışan yorumlar yer almakla beraber, –bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namaz farz kılınmadığına göre– burada asıl amacın müminleri Allah’ı tesbih etmeye yani O’nun yüceler yücesi olduğunu ve her türlü eksiklikten uzak bulunduğunu daima hatırlarında tutup her fırsatta söz ve eylemleriyle bu inancı ortaya koymaya teşvik etmek olduğu, bunun da bireyi mânevî doyuma ve iç huzura kavuşturmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
 
 131. âyette Resûlullah’ın şahsında müminlere yapılan uyarı, 129. Âyette işaret edilen beklentinin bir başka türünü, yani bazı müminlerin Allah’ın birliğini inkâr edenlerin ferah fahur yaşantısına özenmiş olabilecekleri hatıra getirmektedir. Bu ve benzeri birçok âyette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedî mutluluğun ve hele Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat yaklaşım, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesinede izin vermez; aksine âyette sadece, Allah’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddî ve mânevî imkânların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helâlinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızâsını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir. 
 
 130 ve 131. âyetlerin içeriği ve sûrenin anlam örgüsüne sıkı biçimde bağlı olduğu dikkate alındığında bunların Medine’de indiğine dair rivayeti tereddütle karşılamak gerekir; özellikle üslûp açısından bunların Mekkî âyet özelliği taşıdığı görülmektedir (Derveze, III, 95). 
 
 133. âyette “Peki önceki sahifelerde bulunan açık kanıt onlara gelmiş değil mi?” buyurularak, Kur’an’ın önceki peygamberlere indirilenlerle aynı temel gerçekleri dile getirdiği hatırlatılmakta, aynı zamanda önceki kitaplarda Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber veren işaretlere ilişkin bir imada bulunulmaktadır. Eski kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdeleyen bu bilgiler İslâm kaynaklarında “beşâirü’n-nübüvve” veya kısaca “beşâir” diye anılır (bilgi ve örnek için bk. A‘râf 7/157; Esed, II, 644).
 
 134. âyette, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri ayan beyan görülen ve Allah’ın ezelî ilminde öyle davranacakları belli olan bir topluluktan söz edilirken dahi, “Eğer gerekli tebligat yapılmadan cezaya çarptırılmış olsalardı haklı konuma gelebilirlerdi” biçiminde bir anlatıma yer verilerek, Kur’an’da değişik şekillerde ifade edilen “bildirimde bulunmadan sorumlu tutmama” ilkesine vurgu yapılmaktadır.  
 
135. âyette sûrenin başındaki hitabın amacıyla bağlantılı olarak Resûlullah’a ve ona gönülden bağlananlara şöyle bir mesaj verildiği anlaşılmaktadır: Müminlerin âhirette bütün hakikatlerin ortaya çıkacağına inanarak beklemelerine mukabil, kendini kişisel arzularının veya çevresel etkilerin anaforuna bırakmış insanlar da onların iddialarının boşa çıkacağı gibi bir beklenti içindedirler; tebliğ görevi hakkıyla yerine getirildikten sonra onlar bu tavırlarında ısrar ediyorlarsa, dünya hayatında insana verilen seçim özgürlüğünün bir sonucu olarak bu kuruntularıyla baş başa bırakılmalıdırlar, ama bir gün gerçekleri bütün çıplaklığıyla görüp anlayacaklardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 660-662
 

Zehera زهر : Bu kelimedeki asıl mana bir şeyde bulunan parlaklıktaki tekemmüldür. O şey maddi ya da manevi olabilir. Bu onun cinsinin gerektirdiği şekilde güzellik, duruluk, ziya, nur, renk, süs, tazelik ve yumuşaklık şeklinde tezahür edebilir. (Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Zehra, Zühre Yıldızı ve zührevi (hastalıklar)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمُدَّنّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

عَيْنَيْكَ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti olan ى  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  اِلٰى  harf-i ceriyle birlikte  تَمُدَّنَّ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  مَتَّعْنَا بِه۪ٓ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَتَّعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  مَتَّعْنَا  fiiline müteallıktır.  

اَزْوَاجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَزْوَاجاً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

زَهْرَةَ  kelimesi   بِه۪ٓ deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

لِ  harfi,  نَفْتِنَهُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مَتَّعْنَا  fiiline mütealliktir.

نَفْتِنَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪يهِ  car mecruru  نَفْتِنَهُمْ  fiiline mütealliktir.   

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَتَّعْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  رِزْقُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  اَبْقٰى  kelimesi atıf harfi  وَ la  خَيْرٌ e matuftur.  اَبْقٰى  mukadder damme ile merfûdur.  خَيْرٌ  -  اَبْقٰى  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ 

 

Atıf harfi  وَ ’la önceki ayete atfedilmiş olan bu ayet, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Şeddeli nunla tekid edilmiş  لَا تَمُدَّنَّ  fiili, muzari siygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cer  اِلٰى  ile birlikte  تَمُدَّنَّ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  مَتَّعْنَا بِه۪ٓ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

تَمُدَّنَّ ’ye müteallık olan car mecrur  بِه۪ٓ ’deki  بِ , sebebiyet içindir.

Mef’ûl olan  اَزْوَاجاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

الدُّنْيَا , muzâfun ileyh konumundaki  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sebep bildiren masdar ve cer harfi  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  لِ  harfiyle birlikte  مَتَّعْنَا  fiiline müteallıktır.

زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  (Dünya hayatının süsü) terkibinde teşbîh-i temsîlî vardır. Yüce Allah çiçeği dünya nimetlerine misal verdi. Çünkü çiçeğin görünüşü güzeldir fakat bir müddet sonra kurur ve dağılır gider. Dünya ni­meti de böyledir. (Safvetü’t Tefasir)

Car mecrur  ف۪يهِۜ ’deki  هِۜ  zamiri, ism-i mevsûlle ifade edilen Allah’ın verdiği dünya nimetlerine aittir. Bu ibaredeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan dünya nimetlerinin, zarfiyet özelliği yoktur. Dünya nimetleriyle, bunlardan faydalanan insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur.

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى

 

Cümle müstenefe olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  رِزْقُ رَبِّكَ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

رِزْقُ رَبِّكَ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كَ  zamirinin ait olduğu  Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Yine Rabb ismine muzâf olması,  رِزْقُ  için tazim ifade etmiştir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَبْقٰى , haber olan  خَيْرٌ ’e tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Müsned konumundaki bu kelimeler, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca aralarında mürâât-ı sanatı vardır.

مَتَّعْنَا - رَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekelimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

رِزْقُ - مَتَّعْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı sanatı vardır.

Göz uzatmak, gözünü dikmek ibaresinde istiare vardır. Dünya nimetlerine rağbet etmek anlamındadır. Müsteâr ‘‘gözü dikmek”tir, hissîdir. Müstearun leh “dünyayla meşgûl olmak ve rağbet etmek”tir, aklîdir. Câmi’, her ikisindeki nefis memnuniyetidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)