اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِي | o ki |
|
2 | جَعَلَ | yaptı |
|
3 | لَكُمُ | size |
|
4 | الْأَرْضَ | yeri |
|
5 | مَهْدًا | beşik |
|
6 | وَسَلَكَ | ve açtı |
|
7 | لَكُمْ | sizin için |
|
8 | فِيهَا | onda |
|
9 | سُبُلًا | yollar |
|
10 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
11 | مِنَ | -ten |
|
12 | السَّمَاءِ | gök- |
|
13 | مَاءً | bir su |
|
14 | فَأَخْرَجْنَا | ve çıkardık |
|
15 | بِهِ | onunla |
|
16 | أَزْوَاجًا | çiftler |
|
17 | مِنْ | -den |
|
18 | نَبَاتٍ | bitki- |
|
19 | شَتَّىٰ | her çeşit |
|
Nebete نبت : Gövdeli veya gövdesiz olsun yerden biten her bitkiye نَباتٌ denir. Fakat yaygın dilde daha çok yerde yayılan ve gövdesi olmayan bitkiler bu isimle anılır. Kelimenin taşıdığı temel gerçekler göze alındığında bitki, hayvan ya da insan olsun her türlü büyüyen varlık için de kullanılabilir. İf'al formundaki kullanımı da (إنْبات) bitirmek manası taşır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 26 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nebat, nebâti ve münbittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ
İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
الْاَرْضَ kelimesi جَعَلَ fiilinin birinci mef‘ûlüdür. مَهْداً kelimesi جَعَلَ fiilinin ikinci mef‘ûlüdür.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَكُمْ car mecruru سَلَكَ fiiline müteallıktır. ف۪يهَا car mecruru سَلَكَ fiiline müteallıktır.
سُبُلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْرَجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ car mecruru اَخْرَجْنَا fiiline müteallıktır.
اَزْوَاجاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ نَبَاتٍ car mecruru اَزْوَاجاً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.
شَتّٰى kelimesi اَزْوَاجاً ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
اَخْرَجْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
شَتّٰى kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ
Bu ayet Hz. Musa’nın sözlerinin devamıdır. İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Has ism-i mevsûl olan اَلَّذ۪ي , takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. هو zamiri, Allah Teâlâ’ya racidir. Bu takdire göre sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada yeryüzünün yaratılışından bahsedildiği ve bunu Allah’tan başkasının yapamayacağı bilindiği için müsnedün ileyh ayrıca zikredilmemiştir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin müsnedi konumunda olan الَّـذ۪ٓي , sonraki habere dikkat çekmek üzere ism-i mevsûlle marife olmuştur. Sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mahzuf hale veya جَعَلَ fiiline müteallık olan لَكُمُ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً ve وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümleleri sıla cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
السَّمَٓاءِ - مَٓاءً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
مَٓاءً ile مَهْداً ve سُبُلاً kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Ayette Allah Teâlâ’nın insanlara nimetleri taksim sanatı üslubunca sayılmıştır.
الْاَرْضَ ve السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayette yeryüzü ve gökyüzünün özellikleri ayrı ayrı belirtilmiş. cem' ma’at-taksim ve tefrik sanatıdır.
الْاَرْضَ مَهْداً ifadesinde teşbih harfi hazf edilmiştir. Teşbih harfinin hazfi, makam gereği mübalağa ifade eder. Makam teşbihte mübalağa gerektiriyorsa teşbih edatı hazf edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Teşbîhi beliğdir.
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ibaresi merfûdur, رَبّ۪ي kelimesinin sıfatıdır ya da mahzuf mübtedanın haberidir veya medih üzere mansubdur. Kûfeliler burada ve Zuhrûf sûresinde مَهْداً okumuşlardır ki, كالمهد demektir yani onu beşik gibi kullanırsınız demektir. مَهْداً , masdardır, isim olarak kullanılmıştır. (Beyzâvî)
Buradaki مَهْداً ( Beşik), ميهاد (Döşek) şeklinde de okunmuştur. Bu da istiaredir. Burada maksat, arzı, üzerinde yerleşmeye, içinde dolaşmaya imkân verecek şekilde hazırlanıp döşenmiş bulunan döşeğe benzetmektedir. Bu istiarenin benzerleri daha önce geçmiştir. ميهاد ile مَهْداً ’in manası birdir. Bu tıpkı فرش (yaygı) ve فراش gibidir. Ancak مَهْداً , daha çok küçük çocuk için yapılan ve onu koruyan alet (beşik) için kullanılır. Fakat sonuçta bu da فراش (döşek) anlamına varır. Ayrıca مهدا kelimesi, مهد fiili mazisi - يمهد muzarisi - مهدا fiilinin masdarı da olur ki (ayağını koyacağı ve yanını yaslayacağı bir yer hazırlamak) demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Keşşâf Sahibi şöyle der: اَلَّذٖى جَعَلَ ifadesi ya mahzuf mübtedanın haberi ya da رَبّ۪ي kelimesinin sıfatı olduğu için mahallen merfûdur. Yahud da medh üzere mansubdur ki, onun bu şekilde kullanılması hem genel hem de mecazîdir. (Fahreddin er-Râzî)
Yerin yaratılış nimetinden bahsetmişken buna gökten inen su ile yerden bitkiler çıkarmak nimetini eklemiştir. Bu nimet göklerin yaratılışını haber veren bir nimettir ki, maksat bunu da hatırlatmaktır. Bunun için Abese/25 ayetinde olduğu gibi أنّا صَبَبْنا الماءَ صَبًّا ثُمَّ شَقَقْنا الأرْضَ شَقًّا [Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da...] buyurulmamıştır. Bu beliğ bir idmâcdır. (Âşûr)
فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
Ayetin son cümlesi فَ ile … وَاَنْزَلَ مِنَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil tazim amacıyla azamet zamirine isnad edilmiştir.
نَبَاتٍ ve اَزْوَاجاً kelimelerinin tenkiri, nev, kesret ve tazim içindir.
نَبَاتٍ için sıfat olan شَتّٰى , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu ayette Allah Teâlâ kendisinden gaib sıygasıyla جَعَلَ / سَلَكَ / اَنْزَلَ bahsederken mütekellim اَخْرَجْنَا sıygasına geçiş yapmıştır. Oysaki zahire göre ifadenin اَخْرَجْ şeklinde gelmesi gerekirdi. Ancak Yüce Allah gaib zamirinden azamet nûnu adı verilen cemi mütekellim zamiri نا ’ya iltifat etmiştir. Bu iltifatın nüktesini Beyzâvî şöyle açıklar: “Burada Allah Teâlâ’nın gaibden (üçüncü şahıs) mütekellim (birinci şahıs) sıygasına dönmesi, kendi kelamını hikâye etmek ve bütün bu sayılanların O’nun kemâl-i kudret ve hikmetini ortaya koyduğuna, eşyanın da O’nun iradesine boyun eğdiğine dikkat çekmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Keşşâf Sahibi şöyle der: "Hz. Musa, Hak Subhanehû'nun, bütün eşyanın emrine boyun eğdiği ve kendisine itaat edilen bir varlık olduğunu bildirmek için, gayb sıygasından mütekellim sıygasına geçmiş, böylece söz, itaatin mutlak merciine verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَخْرَجْنَا [Çıkardık] sözünde iltifat sanatı yapılmıştır. Böylece “sana söylediğim şeylerin hepsi Allah’tandır, benden değildir” manası ifade edilmiştir. Bu şekilde Firavun’a söylenecek şeyler; reddetmemesi için alıştıra alıştıra, belli bir sırayla, incitmeden yumuşak bir şekilde zikredilmiştir. Bu istidrâc sanatı üslubudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)