Tâ-Hâ Sûresi 75. Ayet

وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ  ...

Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır.  (75 - 76. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَأْتِهِ O’na gelirse ا ت ي
3 مُؤْمِنًا bir mü’min ا م ن
4 قَدْ muhakkak
5 عَمِلَ yapmış olarak ع م ل
6 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
7 فَأُولَٰئِكَ işte
8 لَهُمُ onlar için vardır
9 الدَّرَجَاتُ dereceler د ر ج
10 الْعُلَىٰ yüksek ع ل و
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَأْتِه۪  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  ه۪  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مُؤْمِناً   kelimesi  يَأْتِ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ  cümlesi  يَأْتِه۪ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  عَمِلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen mecrurdur. 

لَهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الدَّرَجَاتُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

الْعُلٰى  kelimesi  الدَّرَجَاتُ ‘nun sıfatı olup mukadder damme ile merfûdur.

مُؤْمِناً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ

 

Ayet, önceki ayetteki  مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasındaki atıf sebebi tezattır. Ayrıca aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat mevcuttur.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً , sübut ifade eden isim cümlesidir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَأْتِه۪ مُؤْمِناً  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fasılla gelen  قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ  cümlesi  يَأْتِه۪ ‘deki failden hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. Başında  وَ  bulunmayan bu hal cümlesi, zü’l-halin bu durumunun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî  kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰى , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الدَّرَجَاتُ  muahhar mübteda,  الْعُلٰى  onun sıfatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh şereflendirmek ve onlara isnat edilen hükmü vurgulamak için ismi işaret olarak gelmiştir.

Yine son cümlede müsnedün ileyh olan  الدَّرَجَاتُ , muahhar mübtedadır ve  الْعُلٰى  ile vasıflanmıştır. Tehir edilmesinin sebebi, müsnedi müsnedün ileyhe tahsis etmek ve muhatabın dikkatini çekmektir. Müsnedün ileyhin manasını açmak ve onu övmek için de sıfatla ıtnâb yapılmıştır.

Bu ayette, salih amel işleme kaydı konularak yüksek derecelere erişme hükmü daraltılmıştır. Bu kaydın konulmaması durumunda mümin ya da kâfir, amel işleyen herkesin yüksek mertebelere erişeceği gibi yanlış bir intiba ortaya çıkabilirdi. Bu intibayı ortadan kaldırmak için, ayette tekmil yoluyla ıtnâb yapılmıştır. 

müsnedün ileyh, salih amel işleyen müminleri diğerlerinden ayırmak, onları şereflendirmek ve onlara isnat edilen hükmü vurgulamak için ismi işaret olarak gelmiştir.

Yine son cümlede müsnedün ileyh olan  الدَّرَجَاتُ , muahhar mübtedadır ve  الْعُلٰى  ile vasıflanmıştır. Tehir edilmesinin sebebi müsnedi, müsnedün ileyhe tahsis etmek ve muhatabın dikkatini çekmek olabilir. Müsnedün ileyhin manasını açmak ve onu övmek için de sıfatla ıtnâb yapılmıştır.

74. ayetteki  اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً (Şurası bir gerçek ki, kim günahkâr olarak Rabbine gelirse..) cümlesi ile bu ayetteki وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ  (Kim de iyi dav­ranışlarda bulunmuş bir kimse olarak Ona gelirse…) cümlesi arasında mu­kabele sanatı vardır. Mukabele, iki veya daha çok mananın zikredilmesi, sonra da bunların karşıtının zikredilmesi demektir. (Safvetü’t Tefâsir) 

مُجْرِماً - مُؤْمِناً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  جَهَنَّمَ - الدَّرَجَاتُ الْعُلٰى  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.