Tâ-Hâ Sûresi 76. Ayet

جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟  ...

Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan temizlenenlerin mükâfatıdır.  (75 - 76. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتُ cennetleri ج ن ن
2 عَدْنٍ Adn
3 تَجْرِي akan ج ر ي
4 مِنْ
5 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
6 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
7 خَالِدِينَ sürekli olarak kalırlar خ ل د
8 فِيهَا orada
9 وَذَٰلِكَ ve işte budur
10 جَزَاءُ mükafatı ج ز ي
11 مَنْ kimselerin
12 تَزَكَّىٰ arınan ز ك و
 
İsrâiloğulları’nın Mısır’daki varlığının ve Hz. Mûsâ tarafından eski yurtlarına götürülmeleri için ortaya konan çabanın Firavun yönetimi nezdinde oluşturduğu siyasî kaygılar, psikolojik bir harp ortamı doğurmuştu. Böyle bir ortamda, o günün şartları içinde geniş kitleleri derinden etkilemekte olan ve dinî bir hüviyet de taşıyan sihir olgusunu ön plana çıkaran bir mücadele metodu, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve liderliğini kabul ettirmesini kolaylaştırabilecekti. Çünkü Firavun ve çevresindeki ileri gelenler de sihri tevhid çağrısına karşı kullanabilecekleri en etkili silâh olarak görüyorlar ve sihirbazlara bir taraftan baskı, bir taraftan da teşvik uygulayarak bu mücadeleden mutlak zaferle çıkacaklarını sanıyorlardı. İlâhî irade böyle bir atmosferde Hz. Mûsâ’yı sihirbazların bütün hünerlerini boşa çıkaracak mûcizelerle donatıp Firavun ve çevresindekilere bir imtihan fırsatı daha vermek şeklinde tecelli etmişti. Bu âyetlerde ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler (bu olayla ilgili bilgilerin Kitâb-ı Mukaddes’tekilerle karşılaştırılması için bk. A‘râf 7/103-126). Tefsirlerde 56. âyette Firavun’a gösterildiği ifade edilen kanıtların neler olduğu açıklanırken genellikle tevhide (Allah’ın birliğine) ilişkindeliller ve Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ortaya koyan mûcizeler üzerinde durulur. Ayrıca, bunlardan “bütün kanıtlarımızı” şeklinde söz edilmiş olmakla beraber Arap dilindeki kullanımlar dikkate alınarak bu ifadenin, “pek çok âyetimizi / kanıtımızı, bunca âyetimizi / kanıtımızı” şeklinde anlaşılmasının uygun olacağı belirtilir (bk. Râzî, XXII, 70-71). 58. âyetin “uygun bir yer” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmı, “iki tarafa eşit uzaklıkta bir yer, seyircilerin görüşünü engellemeyecek düz bir alan, iki tarafın da rızâ göstereceği bir yer, şu anda bulunduğumuz mekân” gibi mânalarla açıklanmıştır (bk. Râzî, XXII, 71-72). 59. âyette “şenlik günü” diye çevrilen yevmü’z-zîne tamlaması hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır; bunların ortak noktası, Hz. Mûsâ’nın o toplumda şenlik veya kutlama amacı taşıyan ve halkı bir araya getiren belirli bir güne atıfta bulunmuş olduğudur. Bu ifadenin Firavun’a ait olduğu yorumu da yapılmıştır (Zemahşerî, II, 438; Râzî, XXII, 72-73). 63. âyetin “tuttuğunuz örnek yolu” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına “sahip olduğunuz onurlu ve seçkin konumu” şeklinde mâna vermek de mümkündür (bk. Taberî, XVI, 182-183; İbn Atıyye, IV, 51). 67-68. âyetlerden, sihirbazların halkın gözünü bağlayan bir büyü ortaya koyması karşısında Hz. Mûsâ’nın dahi bir an için etkilenip insanların buna kapılmalarından endişe duyduğu (İbn Atıyye, IV, 51-52), fakat Allah’ın gerçeği bildirmesiyle mâneviyatının yükseltildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 69. âyet onun üstün gelmesinin sihir yarışını kazanma anlamında alınmaması için sihirbazların ortaya koydukları çabanın dinen asla tasvip edilmediğine de dikkat çekilmiştir (sihir konusunda bilgi için bk. Bakara 2/102). 
Kuran Yolu Tefsiri
 

جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

الدَّرَجَاتُ ‘den bedel olup lafzen merfûdur.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتُ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  من تحت بيوتها أو أشجارها  (Ağaçlarının veya evlerinin altında) şeklindedir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَزٰٓؤُ۬ا  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl   مَنْ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَزَكّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

تَزَكّٰى  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

تَزَكّٰى۟   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  زكو ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ 

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ  ifadesi, önceki ayetteki  الدَّرَجَاتُ ‘den bedel olan bu ayet, fasılla gelmiştir. Fasl sebebi kemâl-i ittisâldir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتُ  için sıfattır.  خَالِد۪ينَ  ise haldir. Hal ve sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

‘Altlarından ırmaklar akar’ ibaresindeki altlarından kelimesi, sözü güzelleştirmek, ilgi çekmek amacına matuf ıtnâbdır. Çünkü ırmaklar zaten alttan akarlar.


وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ  ile cezaya işaret edilerek arınmışların karşılığını önemsetmek ve hükmü vurgulamak amaçlanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ  veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Muzâfun ileyh olan  مَنْ   müşterek ism-i mevsûlunun sılası olan  تَزَكّٰى۟ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Son üç ayetin sihirbazların sözünden olma ihtimali de Allah Teâlâ'nın yeni kelamı olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî ve Zemahşerî)

74 - 76 : 

يَحْيٰى - تَزَكّٰى۟  kelimeleri arasında zorlama ol­maksızın güzel seci vardır.

Mezkûr ayetlerde önce günahkârın halinin zikredilmesi, Firavun'un, "Hangimizin azabı en çetin ve en sürekli olanıdır." şeklindeki iddiasının reddi olarak, Allah'ın (cc) azabının en çetin ve en sürek olanı olduğunu acilen zikretmek içindir.

Diğer bir görüşe göre ise bu üç ayet, büyücülerin sözlerinin hikâyesinden olmayıp doğrudan doğruya Allah'ın (cc) kelamındandır. (Ebüssuûd)

Surenin genelinde olduğu gibi bu sayfada da, her ayetin sonundaki kelimeler arasında hiç zorlama olmaksızın uzun seci vardır.