Enbiyâ Sûresi 29. Ayet

وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟  ...

İçlerinden her kim, “Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve her kim
2 يَقُلْ derse ق و ل
3 مِنْهُمْ onlardan
4 إِنِّي ben
5 إِلَٰهٌ bir tanrıyım ا ل ه
6 مِنْ
7 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
8 فَذَٰلِكَ böylece
9 نَجْزِيهِ onu cezalandırırız ج ز ي
10 جَهَنَّمَ cehennemle
11 كَذَٰلِكَ böyle
12 نَجْزِي biz cezalandırırız ج ز ي
13 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م
 

Allah’ın yakınlık, sevgi ve lutuflarına mazhar olmuş kullarının bütün istekleri O’na ibadet etmek ve rızasına ermektir. Onların ortaklık iddiasında bulunmaları tabiatlarına ters düşer; çünkü Allah’a ortak olma davasına kalkışanların yeri, O’nun yanında ve yakınında değil, zâlimlerin yanındadır, yani cehennemdir. 30-33. Allah’ın birliğini, ortağı ve benzerinin bulunmadığını, bu evren ve içindeki varlıklar yok olduktan sonra onları yeniden yaratabilecek sonsuz güce sahip bulunduğunu gösteren delillere yer verilmektedir. Kur’an âyetlerini bilimsel buluş veya teorilerle açıklamak her zaman ve her âyet için isabetli bir yöntem olmamakla birlikte, evrenin yaratılışı konusundaki teoriler ve tabiat bilimlerindeki gelişmelerin bu âyetlerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olduğunu söylemek mümkündür.

30. âyetteki “göklerin ve yerin bitişik olup ayrılması ve her canlının sudan yaratılması” ifadesini müfessirler farklı şekillerde yorumlamışlardır. Eski müfessirlerin bazı görüşleri özetle şöyledir:

 a) Göklerle yer birbirine bitişikti, Allah onları ayırdı ve aralarına havayı yerleştirdi.

b) Gökler birbirine bitişikti, Allah onu yedi kat gök haline getirdi; yer de bitişikti, onu da aynı şekilde yedi kat yer haline getirdi.

c) Gökler birbirine yapışıktı, yağmur yağdırmıyordu; yer de yapışıktı, bitki bitirmiyordu. Allah gökleri yağmurla, yeri de bitki ile yarıp ayırdı (yağmura ve bitkiye elverişli hale getirdi).

 

Taberî âyetin devamını dikkate alarak son görüşü tercih etmektedir (bk. XVII, 19). Modern zamanlarda yazılmış bazı tefsirlerdeki açıklamalara göre, âyette evrenin başlangıçta bir bütün yani tek bir kütle olduğu, bu kütlenin sonradan bölünüp parçalara, yani dünyanın da içinde bulunduğu uzay cisimlerine ayrıldığı ifade edilmektedir. Kur’an’ın bu ifadesi günümüzde genellikle astrofizikçilerin evrenin oluşumu hakkında kabul ettikleri teoriye uygun gibi görünmektedir. Bu bilim adamlarına göre uzaydaki cisimler vaktiyle bir gaz ve toz kütlesi (nebula, bulutsu) halinde idi. Merkezî çekim sebebiyle büzüşüp muhtelif noktalarda yoğunlaşan bu gaz kütlesinden zamanla küreler halinde parçalar koparak uzay boşluğuna fırlamış; merkezî çekim kuvvetinin etkisiyle dönmeye, uzayın soğukluğu sebebiyle de soğumaya başlamıştır. Bu dönüş esnasında yoğunlaşan ana kütlelerden de bazı parçalar kopmuş, bunlar da ana kütlelerin etrafında dönmeye devam etmiştir. Böylece tek bir kütle, milyarlarca yıl ile ifade edilen zaman dilimlerinde galaksi ve güneş sistemlerine, bunlar da giderek yıldızlara, gezegenlere ve bunların uydularına dönüşmüş, nihayet güneşin uydusu olan dünyamızın da içinde yer aldığı gezegenler iyice soğuyarak bugünkü şekillerini almıştır.

Âyette hayatın temelinin suya dayandığına işaret edilmek üzere canlı olan her şeyin sudan yaratıldığı bildirilmektedir. Mevcut bilgilerimize göre de dünyamızdan yükselen gaz ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş, böylece denizler ve okyanuslar meydana gelmiştir. Suda yosunlaşma ile başlayan canlılar âlemi, ilâhî kanunlara göre gelişerek bugünkü halini almıştır. Bilimin verilerine göre canlıların birleşiminin yarıdan fazlasını su oluşturmaktadır. Başka bir âyette Allah Teâlâ’nın her canlıyı sudan yarattığı açık bir şekilde ifade edildikten sonra canlıların özelliklerine göre türlerine ayrıldığı belirtilir (bk. en-Nûr24/45). Allah en gelişmiş canlı türü olarak da yine içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır (Esed, II, 650-651). Muhammed Esed’e göre “Her canlıyı sudan yarattık” ifadesi üç boyutlu bir anlam taşımaktadır:

1. Su bütün canlı türlerinin ilk örneğinin ortaya çıktığı ortamdır;

2. Var olan veya tasarlanabilen bütün sıvılar içinde yalnızca su, hayatın ortaya çıkıp tekamül etmesi için uygun ve gerekli özelliklere sahiptir;

3. Hayvansal veya bitkisel, canlı her hücrenin fiziksel temelini oluşturan ve içinde hayat olgusunun belirebileceği yegâne madde ortamı olan protoplazma büyük ölçüde sudan ibarettir ve bütünüyle suya dayanmaktadır. Evrenin başlangıçtaki fiziksel birliğine işaret eden önceki ifadeyle canlı âlemin elementer birliğine işaret eden bu ifadenin birlikte ele alınması, bütün yaratılış olgusunun dayandığı tek bir planın, tek ve tutarlı bir yaratma eyleminin ve buna bağlı olarak da tek bir yaratıcının varlığına götürmektedir (II, 651).

Eski müfessirler 31. âyetteki “Onları sarsmasın diye yeryüzüne sağlam dağlar yerleştirdik” ifadesini açıklarken, önce dümdüz ve üstünde ikamet edilemeyecek kadar hareketli olan yerkürenin üzerine dağların yerleştirilmesi sayesinde onun istikrarlı ve üzerinde yaşanılabilir bir hale getirildiğini söylemişlerdir. Dağların birer kazık veya destek yapıldığını ifade eden bu vb. âyetlerde yer kabuğunun sertleşme sürecine işaret edildiği tahmin edilmektedir. Dağların inişli çıkışlı, irili ufaklı yaratılmış olması, aralarında bir bölgeden diğerine geçişi sağlayan geçit ve vadilerin bulunması, uzay boşluğunda dönmekte olan yer yuvarlağının hareketini bir balans unsuru gibi dengelemekte, insanların yeryüzündeki yaşayışlarını ve bölgeler arasındaki ulaşım faaliyetlerini de kolaylaştırmaktadır (bu konuda ayrıca bk. Nahl 16/15; Nebe’ 78/7).

32. âyette geçen “korunmuş tavan” benzetmesinin dünyayı saran atmosferi ve 30. âyette söz konusu edilen nebulanın bölünüp parçalanmasıyla meydana gelen galaksilerin, güneş sistemleri ve yıldızların oluşturduğu kozmik uzayı ifade ettiği anlaşılmaktadır. Allah’ın kurduğu bir düzen ve denge içinde yaratılmış olan kozmik uzay, merkezkaç kuvvetlere ve karşılıklı kütlesel çekimlere dayanarak hareket etmekte ve bu sistem sayesinde parçalanıp yok olmaktan korunmaktadır (ayrıca bk. Fâtır 35/41). Kur’an’da “gökyüzünün âyetleri” diye ifade edilen ve her biri Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini gösteren bu delillerden inkârcıların ibret almaları gerekirken, onlar yüz çevirerek geçip gitmektedirler. 33. âyette, canlı varlıkların hayatını doğrudan ilgilendiren bu kozmik delillerden bazıları özel olarak zikredilmektedir. Bunlar canlıların sükûnet içerisinde dinlenmelerini sağlayan gece, çalışıp geçimlerini sağlamalarına vesile olan gündüz, ısı ve ışınlarıyla dünyayı aydınlatan ve ısıtan güneş, gece karanlığında canlıların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar güneşten aldığı ışını yansıtan aydır. 

 

وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ 

 

Cümle atıf harfi  وَ la önceki ayetteki  هُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ  cümlesine matuftur.

مَنْ  şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَقُلْ  şart fiili olup mübteda olan  مَنْ nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَقُلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَdir.  مِنْهُمْ  car mecruru  يَقُلْ deki failinin mahzuf haline mütealliktir.

Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ dir.  يَقُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ي   mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِلٰهٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مِنْ دُونِه۪  car mecruru  اِلٰهٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ 

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَجْز۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

جَهَنَّمَ  ikinci mef’ûlun bih olup lafzen mansubdur. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlun mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

نَجْزِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ 

 

وَ  atıf,  مَنْ  iki muzariyi cezmeden şart edatıdır. Ayet önceki ayetteki  وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ  cümlesine matuftur. Cümleler arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır. Şart üslubunda gelen ayet, haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ  mübtedadır. Meczum muzari fiil sıygasındaki  يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

يَقُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪  cümlesi,  اِنّ۪ٓ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مِنْ دُونِه۪  izafeti gayrının tahkiri içindir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, gelecek habere dikkat çekmek ve konunun önemini vurgulamak içindir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ  cümlesi,  ذٰلِكَ nin haberidir. Azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinde müsnedlerin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ceza, onlara mahsus ve onlarla sınırlı değildir, her  zalimi kapsar. Bunun için ayet-i kerime  كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ  ile devam etmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 69)

Cenab-ı Allah, Bunlardan kim, “Ben de O'nun dûnunda bir tanrıyım derse, onu cehennem ile cezalandırırız’’ ifadesi ile meleklerin halinin vaat ve vaîd hususunda tıpkı diğer mükelleflerin hali gibi olduğuna dikkat çekmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, Allah'ın hükümranlığının kuvvetine, cebbarlığının üstünlüğüne ve meleklerin, o kâfirlerin haklarında vehmettikleri gibi olmalarının imkânsızlığına açıkça delalet etmektedir. (Ebüssuûd) 

كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  كَذٰلِكَ, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 101)

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

Zamir makamında bahsi geçenlerin  الظَّالِم۪ينَ  şeklinde zahir isim ile ifade edilmeleri, işin kötülüğünü vurgulamak amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

ذٰلِكَ  كَذٰلِكَ  kelimeleri arasında mürekkeb tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  نَجْزِي  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadrمَنْ  مِنْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.