Enbiyâ Sûresi 30. Ayet

اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ  ...

İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَ görmediler mi? ر ا ي
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 أَنَّ şüphesiz
6 السَّمَاوَاتِ gökler س م و
7 وَالْأَرْضَ ve yer ا ر ض
8 كَانَتَا idi ك و ن
9 رَتْقًا bitişik ر ت ق
10 فَفَتَقْنَاهُمَا biz onları ayırdık ف ت ق
11 وَجَعَلْنَا ve yarattık ج ع ل
12 مِنَ -dan
13 الْمَاءِ su- م و ه
14 كُلَّ her ك ل ل
15 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
16 حَيٍّ canlı ح ي ي
17 أَفَلَا
18 يُؤْمِنُونَ hala inanmıyorlar mı? ا م ن
 
Ebû Hureyre (ra) şöyle demiştir:” Ey Allah’ın Resûlü! Seni gördüğüm zaman gönlüm huzurla doluyor, gözüm aydın oluyor; bana herşeyi anlat” dedim. O da :” Herşey sudan yaratılmıştır” buyurdu. Ben de :” Bana öyle bir şey söyle ki, onu yaptığım zaman Cennet’e gireyim” dedim.  Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:” Selamı yay, yoksulları doyur, akrabanı ziyaret et, insanlar uykuda iken geceleyin namaz kıl,sonra da selâmetle Cennet’e gir. “
( Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 295,323-324,493).
 

 Feteqa فتق :  Sülâsi fiil olarak فَتَقَ bitişik iki şeyi aralarında aralık veya yarık oluşuncaya kadar birbirinden ayırmaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli fıtıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً 

 

Hemze istifham harfidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Burada bilmek manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

السَّمٰوَاتِ  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’a matuftur. و, matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَتَا رَتْقاً  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَتَا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan tesniye elifi  كَانَتَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

رَتْقاً  kelimesi  كَانَتَا ’nın haberi olup fetha ile mansubdur.

 

 فَفَتَقْنَاهُمَاۜ 

 

فَفَتَقْنَاهُمَا  atıf harfi  فَ  ile  كَانَتَا رَتْقاً ’ya matuftur.  فَ, matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَتَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ

 

جَعَلْنَا  atıf harfi  وَ la  فَفَتَقْنَا ya matuftur. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “ Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنَ الْمَٓاءِ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حَيّۜ  kelimesi  كُلَّ شَيْءٍ nin sıfatı olup lafzen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfi olup mukadder istînâfiyyeye matuftur. Takdiri,  أجهلوا فلا يؤمنون  (Bilmediler mi iman etmezler.) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ

 

Hemze istifham, vav istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  لَمْ يَرَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

كَفَرُٓوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ’nin haberi  كَانَتَا رَتْقاً  cümlesi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

Masdar-ı müevvel, لَمْ يَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَفَتَقْنَاهُمَا  cümlesi nasb mahallinde,  اَنَّ ’nin haberine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezattır. Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında haberî olmak bakımından ittifak vardır.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010 S. 190-191)

فَفَتَقْنَاهُمَا  cümlesiyle  كَانَتَا رَتْقاً  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ  lafzından sonra  الْاَرْضَ ’ın zikri umumdan sonra husus babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ  tağlîb yoluyla  الْاَرْضَ ’ı da kapsamaktadır.

كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا  [Bitişik idiler, onları ayırdık] cümlesindeki  رَتَقَ  (Bitişik)  فَتَقَ  (Ayrı) kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

Ayet-i kerimede geçen  رُئْية  fiili kalbî olup  اَوَلَمْ يَرَ  ibaresi “Bilmezler mi?” anlamındadır. Hatta “bilmiyorlar” denebilir.

Ama bu ifade ya bilen kişilere söylenir, ya da bilmeyen kişiye ilan için gelir. Mesela kişi arkadaşına “Ödülü filan kişinin aldığını görmedin mi?” derken onun bunu bilmediğini bilir ve haber vermek ister. Dilimizde benzeri kullanımlar çoktur. Kur'an'da da bu ifade pek çok kere gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 75)

Burada  مُتَقَينِ  değil de masdar şekli olan  رَتْقاً  kelimesinin gelmesi, masdarın hem tekil hem de çoğul şeyler için kullanılıyor olması dolayısıyladır. Mübalağa için bu şekilde gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 75, Âşûr)

Göklerle yer, ikisi bitişik idiler de biz onları ayırdık. Burada geçen  رَتْقاً  masdarı  ذاتَ رَتْقٍ  yahut  مُتَقَينِ  demektir, o da yapıştırma ve lehimlemedir yani ikisi bir tek şey ve birleşik bir gerçek idiler biz onları ayırdık demektir. (Beyzâvî)

رَتْق  ifadesinde istiare vardır. Çünkü  ألرٌَتق  bir şeyin deliğini ve gediğini kapatmaktır. Nitekim biri bir söküğü, yırtığı kapattığında  رَتَقَ فَلاَنٌ ألْفَتْقَ  (Falanca söküğü dikti) denir. Ayete göre sanki gökler ve yer birbirine dikilmiş ve bitirilmiş varlık iken Yüce Allah onları, aralarını ince hava ve geniş atmosfer ile yarmak suretiyle ayırmıştır. Rivayete göre müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib ayetin, (Gök yağmur yağdırmaz, yer ot bitirmez iken Allah göğü yağmurlarla, yeri de bitkilerle yardı.) anlamına geldiğini söylemiştir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)  

Cenab-ı Hakk,  “onlar bitişik” dememiş, “İkisi bitişik bir halde idi.” demiştir. Çünkü “gökler (semavat)” lafzı cemidir, ama bununla cins isme delalet eden “bir gök” manası kastedilmiştir. Nitekim Ahfeş, “Semavat, bir çeşit (cins), yer de bir çeşittir.” demiştir. Hak Teâlâ'nın, [“Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, o ikisi zeval bulmasın (yıkılmasın) diye, tutmaktadır.”] (Fatır Suresi, 41) ayetinde de böyledir. Arapların, “İki kavmin arasını bulduk.”, “Bize iki siyah sürü uğradı.” demeleri de böyledir. Çünkü biri bir sürü, diğeri bir sürüdür. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ

 

 

وَ, istînâfiyyedir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

حَيّ, muzâfun ileyh olan  شَيْءٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ  [Her canlı şeyi sudan yarattık] cümlesinde  شَيْءٍ  kelimesinin belirsiz olması, genellik ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)

Su, her canlının maddelerinin en büyük kısmını oluşturmaktadır. Yahut canlıların aşırı derecede suya ihtiyaçları vardır ve sudan çok yararlanmaktadırlar. Yahut biz, her canlıyı, suyun mutlaka gerekli olduğu bir sebepten yarattık. (Ebüssuûd)

مِنَ الْمَٓاءِ  cer mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنَ  harf-i ceri ibtidaiyye manasındadır. (Âşûr)

جَعَلَ  fiili burada  خَلَقَ  manasındadır. Bir mef’ûle müteaddidir. Çünkü burada bir halden başka bir hale geçmek manası kastedilmemiştir. (Âşûr)

Kâinatın vücudu için zikrettiği ilk şey  السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  bitişik, birbirine yapışık iken bunları birbirinden ayırdığıdır. Sonra hayatın aslını ve hayattan önce olan şeyi zikretmiş, her canlı şeyi su sebebiyle yarattığını ifade etmiştir. Sebebi ifade etmek için ayet-i kerimenin başında  فَ  harfi gelmiştir. Yani bu hala iman etmelerine sebep olmuyor mu? demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 76)

Son zamanlarda suyu oluşturan elementlerin en önemlisi olan hidrojen, bütün elementlerin temel esası gibi mütalaa olunmaya başladığına göre Kur'an'ın bu uyarısı daha kapsamlı bir gerçeğe işareti de içine almış olur. Gerçi organik kimyada karbon bir temel element olarak mütalaa edilmektedir. Ve hayatın hava ile de alakası vardır. Fakat ayette sözü edilen “شَيْءٍ” sözcüğünün, suyun dışında kalan diğerleri için de aykırı bir tarafı olmadığı gibi bunlar herkes için su kadar açık ve gözle görülen şeyler de olmadığından, burada en açık delil ileri sürülmüştür ki o da sudur. Suyun  رَتْق (bitişik olma) ve  فَتْق (ayrık olma) ile münasebeti apaçık olup herkesçe bilinmektedir. Tabiat (yaratılış) üzerinde bu bitişik olma ve ayrılma durumu ile bu şekilden şekile değiştirme olayı o kâfirlerin görüp durdukları veya düşünüp kıyaslama yoluyla bildikleri veya haber aldıkları bir iş, bir icraat olduğu halde yine de imana gelmezler hâ! Bir sudan yaratıldıklarını bilirler de hala Allah'ın sanat ve tesirine inanmazlar, tabiat, tabiat deyip dururlar ha! İşte tabiate kalsaydı tabiat kendi kendine değişir miydi, yer ile gök yokluktan varlığa gelirler miydi veya yer gökten ayrılır mıydı veya kuru havada yukarıdan yağmur yağar, kuru toprakta otlar biter miydi, sonra o cansız tabiatlarda aynı bir sudan değişik hayatlar meydana gelir miydi, insanlar olur muydu, kendileri hayat bulurlar mıydı? Onlar kendilerini parçalanmaz mı zannediyorlar? (Elmalılı)


اَفَلَا يُؤْمِنُونَ

 

 

Hemze istifham,  فَ  atıf harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; …أجهلوا  (Bilmediler mi?) olabilir.

Menfi muzari fiil sıygasında gelen cümle teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Yine de iman etmeyecekler mi?”

Bu kelam, iman etmeyi kesin olarak gerektiren, yegâne ilâhın Allah olduğuna delalet eden, bütün yaratılmışların, O'nun hükümranlığı ve kudreti altında hükmüne boyun eğdiğine delalet eden dahili ve harici ayetler mevcut iken, iman etmemelerini inkâr anlamını ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

Hz. Muhammed’in (sav) davet ettiği iman prensiplerine -ki bu Allah’ın vahdaniyyetine imandır- iman etmemelerinden dolayı onların küfür üzere oldukları ifade edilmiş ve أفَلا يُؤْمِنُونَ yani, “hala inanmıyorlar mı” denilerek taaccüp belirtilmiştir. (Âşûr)

كَفَرُٓوا  -  يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.