يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
Zelzele زلزل : زَلْزَلَ ileri geri hareket etmek, gidip gelmek, sallanmak veya çalkalanmak demektir. Lafzındaki harflerin tekrarlanması nedeniyle ondaki titreme ve ayak sürçmesi anlamının tekrar edildiğine dikkat çekilmiştir. (Müfredat)(El-Isfahani زَلْزَلَ kelimesini زَلَّ maddesinin içinde incelemiştir. Hazırlayanın Notu)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zelzeledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اتَّقُوا رَبَّكُمُ ’dur. اتَّقُوا fiili ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّكُمْ kelimesi اتَّقُوا fiilinin mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
زَلْزَلَةَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. السَّاعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi شَيْءٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ
Ayet ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen cümle talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan اتَّقُوا رَبَّكُمُ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمُ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبْ isminde tecrîd sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (https://dergipark.org. Enver Bayram)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
Bu hitabın hükmü, nüzulü sırasında mükellef bulunanları kapsadığı gibi o sırada mevcut oldukları halde teklif mertebesinde olmayıp da sonra bunlara dahil olacak olanları ve kıyamete kadar bunlara dahil olacak olanları da kapsamaktadır. Ancak şifahî hitap, birinci gruba mahsustur. (Ebüssuûd)
النَّاسُ kelimesindeki ال takısı istiğrak içindir. İnsanlar lafzı, erkeklere de kadınlara da şâmildir. Ayetteki takva fiilinin erkeklere mahsus olan müzekker kip ile zikredilmesi de tağlib (birden fazla olanlardan birinin galip kabul ederek onun kipinin kullanılması) kabilindendir.
Ayette, malikiyet ve terbiye manalarını ifade eden rububiyet (Rabb) unvanının zikredilmesi ve muhatap zamirine izafe edilmesi (Rabbinizden), terğib (teşvik) ve terhib (korkutmak) yoluyla, emri ve emre uymanın lüzumunu tekid içindir. (Ebüssuûd)
Burada emredilen takva, mutlak takvadır ki günah olan her türlü fiilden ve günah olan her türlü fiilin terkedilemeyişinden sakınmak demektir. Buna, İslam dininin tarif ettiği şekilde Allah'a ve ahiret gününe iman da dahildir. (Ebüssuûd)
[Ey insanlar! Rabbinizden sakının!] ayetindeki bu nidadan kasıt bütün mükelleflerdir. Yani O'nun size vermiş olduğu emirleri terk etmekten, yasaklarını da işlemek cesaretini göstermekten korkunuz, çekininiz. (Kurtubî)
اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
Bu cümle istinâfi beyaniyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
عَظ۪يمٌ, müsned olan شَيْءٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّاعَةِ, kıyamet gününden kinayedir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ Bu ayette Allah Teâlâ insanlara, semeresi ahirette görülecek olan takvayı emrettiğinden onlar, kıyametin vasfını merakla öğrenmekle istediler. اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ayeti tekid ile gelerek merak ve şüphe giderilmiş, takvanın lüzumuna işaret edilmiştir. (Süyûtî, el-İtkan)
Allah Teâlâ takvayı emredince; insanların zihninde bundan ne murad edildiği hakkında bir soru oluşabilir. İşte bu soruyu gidermek için ayet اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ şeklinde tekidli bir cümleyle devam etmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ ifadesiyle kastedilen -Allahu a’lem- ondan duyulan korkudan dolayı kalplerin çarpması, vukuunun dehşeti yüzünden bacaklarının titremesidir. Devamında gelen Yüce Allah'ın [‘’İnsanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değildir’’] sözü de bu anlamı gösteriyor. Yüce Allah bu dehşet ve sarsıntı halinin, kıyamet saatindeki şiddetli korku, kaygı, şaşkınlık ve telaştan kaynaklandığını anlatmak istiyor. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Bu ayeti kerimede اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ifadesi اِنَّ edatı ile pekiştirilmek suretiyle soru soran veya şüphe duyan bir muhataba hitap eder mahiyette inkarî haber olarak gelmiştir. Oysa ayette veya siyakında ve sibakında kıyamete dair herhangi bir soru veya şüpheden söz edilmemesi, zahiren haberin ibtidaî formda verilmesini gerektirmektedir. Ancak haberden önce اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ [Rabbinize karşı gelmekten sakının] şeklinde bir emir ifadesi bulunması, zihinlerde, acaba neden Rabbimize itaatsizlikten sakınmalıyız, bu emrin gelmesinden maksat nedir? şeklinde bir soru oluşmasına sebep olmakta ve haber cümlesi de bu soruya cevap niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla ifadenin talebî haber şeklinde gelmesi muktezâ-i zâhire uygun görünmese de muktezâ-i hâle uygundur. (Sekkâkî, Miftahu’l Ulûm, s. 173, 174 )
Zelzele bir şeyin şiddetle sarsılması demektir. Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki السَّاعَةِ kelimesinin fail durumunda olması mümkündür. Buna göre bu kelime, hükmi bir mecaz olarak ‘adeta eşyayı hareket ettirip sarsan’ demek olur. Böylece de zelzele kelimesi, failine muzâf olmuş bir masdar olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifadeler kıyamet gününden kinayedir. O gün vuku bulacak korkunç olaylar kalpleri ve nefisleri titretecek bir şekilde tasvir edilmiştir. Burada kinayeden maksat o gün olacakları anlatmak değildir. Bu vasıfların anlatılması kâfirleri ret, müminleri ikaz için nefisleri uyarmaktır. Bu maksat da bu ayet-i kerimede açıkça ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu zelzelenin “şey” olarak ifade edilmesi, bize bildiriyor ki akıllar, bunun mahiyetini idrak etmekten acizdir ve ifadeler, bunu ihata edemez, ancak böyle müphem olarak ifade edilebilir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak, زَلْزَلَةَ ’yi “büyük, azim (müthiş)” olmakla nitelemiştir. Allah'ın büyük olduğunu söylediği şeyden ise büyük olan bir şey yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
عَظ۪يمٌ lafzında istiare vardır. Şerrin çok şiddetli oluşu manasınadır. (Âşûr)