بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
Zelzele زلزل : زَلْزَلَ ileri geri hareket etmek, gidip gelmek, sallanmak veya çalkalanmak demektir. Lafzındaki harflerin tekrarlanması nedeniyle ondaki titreme ve ayak sürçmesi anlamının tekrar edildiğine dikkat çekilmiştir. (Müfredat)(El-Isfahani زَلْزَلَ kelimesini زَلَّ maddesinin içinde incelemiştir. Hazırlayanın Notu)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zelzeledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اتَّقُوا رَبَّكُمُ ’dur. اتَّقُوا fiili ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّكُمْ kelimesi اتَّقُوا fiilinin mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
زَلْزَلَةَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. السَّاعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi شَيْءٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ
Ayet ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen cümle talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan اتَّقُوا رَبَّكُمُ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمُ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبْ isminde tecrîd sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (https://dergipark.org. Enver Bayram)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
Bu hitabın hükmü, nüzulü sırasında mükellef bulunanları kapsadığı gibi o sırada mevcut oldukları halde teklif mertebesinde olmayıp da sonra bunlara dahil olacak olanları ve kıyamete kadar bunlara dahil olacak olanları da kapsamaktadır. Ancak şifahî hitap, birinci gruba mahsustur. (Ebüssuûd)
النَّاسُ kelimesindeki ال takısı istiğrak içindir. İnsanlar lafzı, erkeklere de kadınlara da şâmildir. Ayetteki takva fiilinin erkeklere mahsus olan müzekker kip ile zikredilmesi de tağlib (birden fazla olanlardan birinin galip kabul ederek onun kipinin kullanılması) kabilindendir.
Ayette, malikiyet ve terbiye manalarını ifade eden rububiyet (Rabb) unvanının zikredilmesi ve muhatap zamirine izafe edilmesi (Rabbinizden), terğib (teşvik) ve terhib (korkutmak) yoluyla, emri ve emre uymanın lüzumunu tekid içindir. (Ebüssuûd)
Burada emredilen takva, mutlak takvadır ki günah olan her türlü fiilden ve günah olan her türlü fiilin terkedilemeyişinden sakınmak demektir. Buna, İslam dininin tarif ettiği şekilde Allah'a ve ahiret gününe iman da dahildir. (Ebüssuûd)
[Ey insanlar! Rabbinizden sakının!] ayetindeki bu nidadan kasıt bütün mükelleflerdir. Yani O'nun size vermiş olduğu emirleri terk etmekten, yasaklarını da işlemek cesaretini göstermekten korkunuz, çekininiz. (Kurtubî)
اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ
Bu cümle istinâfi beyaniyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
عَظ۪يمٌ, müsned olan شَيْءٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّاعَةِ, kıyamet gününden kinayedir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ Bu ayette Allah Teâlâ insanlara, semeresi ahirette görülecek olan takvayı emrettiğinden onlar, kıyametin vasfını merakla öğrenmekle istediler. اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ayeti tekid ile gelerek merak ve şüphe giderilmiş, takvanın lüzumuna işaret edilmiştir. (Süyûtî, el-İtkan)
Allah Teâlâ takvayı emredince; insanların zihninde bundan ne murad edildiği hakkında bir soru oluşabilir. İşte bu soruyu gidermek için ayet اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ şeklinde tekidli bir cümleyle devam etmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ ifadesiyle kastedilen -Allahu a’lem- ondan duyulan korkudan dolayı kalplerin çarpması, vukuunun dehşeti yüzünden bacaklarının titremesidir. Devamında gelen Yüce Allah'ın [‘’İnsanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değildir’’] sözü de bu anlamı gösteriyor. Yüce Allah bu dehşet ve sarsıntı halinin, kıyamet saatindeki şiddetli korku, kaygı, şaşkınlık ve telaştan kaynaklandığını anlatmak istiyor. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Bu ayeti kerimede اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ ifadesi اِنَّ edatı ile pekiştirilmek suretiyle soru soran veya şüphe duyan bir muhataba hitap eder mahiyette inkarî haber olarak gelmiştir. Oysa ayette veya siyakında ve sibakında kıyamete dair herhangi bir soru veya şüpheden söz edilmemesi, zahiren haberin ibtidaî formda verilmesini gerektirmektedir. Ancak haberden önce اتَّقُوا رَبَّكُمْۚ [Rabbinize karşı gelmekten sakının] şeklinde bir emir ifadesi bulunması, zihinlerde, acaba neden Rabbimize itaatsizlikten sakınmalıyız, bu emrin gelmesinden maksat nedir? şeklinde bir soru oluşmasına sebep olmakta ve haber cümlesi de bu soruya cevap niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla ifadenin talebî haber şeklinde gelmesi muktezâ-i zâhire uygun görünmese de muktezâ-i hâle uygundur. (Sekkâkî, Miftahu’l Ulûm, s. 173, 174 )
Zelzele bir şeyin şiddetle sarsılması demektir. Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki السَّاعَةِ kelimesinin fail durumunda olması mümkündür. Buna göre bu kelime, hükmi bir mecaz olarak ‘adeta eşyayı hareket ettirip sarsan’ demek olur. Böylece de zelzele kelimesi, failine muzâf olmuş bir masdar olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifadeler kıyamet gününden kinayedir. O gün vuku bulacak korkunç olaylar kalpleri ve nefisleri titretecek bir şekilde tasvir edilmiştir. Burada kinayeden maksat o gün olacakları anlatmak değildir. Bu vasıfların anlatılması kâfirleri ret, müminleri ikaz için nefisleri uyarmaktır. Bu maksat da bu ayet-i kerimede açıkça ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu zelzelenin “şey” olarak ifade edilmesi, bize bildiriyor ki akıllar, bunun mahiyetini idrak etmekten acizdir ve ifadeler, bunu ihata edemez, ancak böyle müphem olarak ifade edilebilir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak, زَلْزَلَةَ ’yi “büyük, azim (müthiş)” olmakla nitelemiştir. Allah'ın büyük olduğunu söylediği şeyden ise büyük olan bir şey yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
عَظ۪يمٌ lafzında istiare vardır. Şerrin çok şiddetli oluşu manasınadır. (Âşûr)
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | gün |
|
2 | تَرَوْنَهَا | onu gördüğünüz |
|
3 | تَذْهَلُ | unutur |
|
4 | كُلُّ | her |
|
5 | مُرْضِعَةٍ | emziren |
|
6 | عَمَّا |
|
|
7 | أَرْضَعَتْ | emzirdiğini |
|
8 | وَتَضَعُ | ve bırakır |
|
9 | كُلُّ | her |
|
10 | ذَاتِ | (sahibi) gebe |
|
11 | حَمْلٍ | (yük) gebe |
|
12 | حَمْلَهَا | yükünü |
|
13 | وَتَرَى | ve görürsün |
|
14 | النَّاسَ | insanları |
|
15 | سُكَارَىٰ | sarhoş |
|
16 | وَمَا | oysa değillerdir |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | بِسُكَارَىٰ | sarhoş |
|
19 | وَلَٰكِنَّ | ama |
|
20 | عَذَابَ | azabı |
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | شَدِيدٌ | şiddetlidir |
|
Rada'a رضع : رَضَعَ çocuk ya da yavru süt emdi/emmektedir demektir. Bu fiilin mastarı رَضاعٌ ve رَضاعَةٌ şekillerinde gelir. İf'al babı olan أرْضَعَ şekli emzirmek demekken; istif'al formundaki إسْتَرْضَعَ kullanımı emzirtmek istemek manasını ifade eder. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 11 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا
يَوْمَ zaman zarfı, تَذْهَلُ fiiline mütealliktir. تَرَوْنَهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَرَوْنَهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَذْهَلُ merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. مُرْضِعَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ماَ müşterek ism-i mevsûl, عن harf-i ceriyle birlikte تَذْهَلُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَرْضَعَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَضَعُ merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. ذَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.Aynı zamanda muzâftır. حَمْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَمْلَهَا kelimesi تَضَعُ fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ
Fiil cümlesidir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سُكَارٰى hal olup mukadder fetha ile mansubdur.
وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى cümlesi النَّاسَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. مَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfi olup ليس gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُمْ muttasıl zamir مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. ب zaiddir. سُكَارٰى lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olup mahallen mansubdur.
وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَذَابَ kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَد۪يدٌ kelimesi لٰكِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
يَوْمَ تَرَوْنَهَا تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. يَوْمَ kelimesi, amili olan تَذْهَلُ fiiline takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki تَرَوْنَهَا cümlesi muzâfun ileyhi konumundadır.
تَذْهَلُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Harfi cerle birlikte تَذْهَلُ fiiline müteallık müşterek ism-i mevsûl مَّٓا ’nın sılası olan اَرْضَعَتْ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayetteki يَوْمَ kelimesi, تَذْهَلُ fiili ile mansûb olup, o gün emzikli kadın emzirdiğini unutup geçer manasındadır. تَرَوْنَهَا fiilindeki هَا zamirinin daha önce bahsi geçmiş olduğu için زَلْزَلَةَ kelimesine raci olması muhtemel olduğu gibi السَّاعَةِ kelimesine raci olması da muhtemeldir. Doğruya en yakın olanı, bu zamirin زَلْزَلَةَ kelimesine raci olmasıdır. Çünkü o büyük korkuyu gerektiren şey o zelzeleyi müşahede etmektir. (Fahreddin er-Râzî)
اَرْضَعَتْ, emzirme niteliği olan için kullanılır. مُرْضِعَةٍ ise memesini çocuğunun ağzına verip emzirme durumunda bulunan kadındır. Bunun içindir ki Yüce Allah, تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ [Her emzirme halinde bulunan kadın unutur] cümlesinde مُرْضِعَةٍ demiştir ki unutma ve gafletin büyüklüğü ortaya çıksın. Çünkü kadın, insanlar içerisinde en sevdiği varlık olan çocuğunun ağzından memesini çekip çıkarır. Bu da korku ve sıkıntının ulaşabileceği son derecedir. (Safvetu’t Tefasir)
وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا cümlesi, aynı üslupta gelerek …تَذْهَلُ cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى
وَ ’la … تَذْهَلُ كُلُّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi cümleler arasında mevcut olan manen ve lafzen ittifaktır.
سُكَارٰى kelimesi ve وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى cümlesi, النَّاسَ ’den haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Hal cümlesi menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا, nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. Haberi olan بِسُكَارٰى ’ya dahil olan بِ zaiddir. Zaid harfler cümleyi tekid eder.
Ayette fiiller olayı göz önünde canlandırmak amacıyla muzari sıyga gelmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى [İnsanları sarhoş görürsün] cümlesinde pekiştirilmiş teşbih-i beliğ vardır. Yani, korkunun şiddetinden dolayı onları sarhoş gibi görürsün. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh ibarede söylenmemiştir. (Safvetu’t Tefasir)
Sarhoş kelimesinin ilk kullanımının teşbihi olduğu, ikinci kullanımın hakiki olmasından anlaşılmaktadır. Ayette Allah’ın azabından duyulan korkunun aklî melekeleri ve temyiz kabiliyetini yok etmesi ile sarhoşluk belirtileri arasında benzetme vardır. Şu halde aynı kelimenin hakiki ve teşbihî olmak üzere iki anlamıyla iki defa kullanımı söz konusudur. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 139)
İlk önce تَرَوْنَهَا [görürsünüz] sonra da müfred olarak تَرَى [görürsün] denilmiştir. Çünkü bu fiil ilk önce, zelzeleye taalluk etmiş, böylece de insanların tümü onu görür gibi kabul edilmiştir. Halbuki bu, en sonunda insanların sarhoş olmaları haline bağlanmıştır. Binaenaleyh, onlardan her birinin diğerlerini görüyor olmaları durumudur. (Fahreddin er-Râzî)
تَرَى - تَرَوْنَهَا fiilleri arasında cemiden müfrede iltifat sanatı vardır.
İki سُكَارٰى kelimesi arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr, iki farklı görevdeki مَا ismi arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَرَوْنَهَا - تَرَى ile مُرْضِعَةٍ - اَرْضَعَتْ ve حَمْلٍ - حَمْلَهَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kıyamet zelzelesinin vuku bulduğu gün insanların her ferdi, insanları sarhoş gibi bir halde görür: Halbuki onlar hakikatte içici sarhoşu değillerdir, fakat Allah'ın azabı çok çetindir. İşte bu azabın korkunçluğu, onları vurur; akıllarını başlarından alır ve onların temyiz gücünü yok eder. İşte onları bu hale getiren o korkunç manzaradır. (Ebüssuûd)
وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ شَد۪يدٌ
Ayetin وَ ’la gelen son cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, هذا كلّه هيّن [Bunların hepsi kolaydır.] şeklindedir.
İstidrak harfi لٰكِنَّ ’in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh olan عَذَابَ اللّٰه, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
عَذَابِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, azaba tazim kazandırmıştır.
Müsned olan شَد۪يدٌ, ism-i fail kalıbındadır.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fâil, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında te’kîd lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cenab-ı Hak, bu günün dehşetlerine dair şu üç şeyi zikretmiştir.
“Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın, emzirdiğini unutup geçer.” cümlesinin ifade ettiği husustur. Yani “Onu o zelzele gafil hale getirir.” demektir. “Zuhûl” dehşet ve korkudan dolayı bir şeyi görmemek demektir. Böylece de bu açıklamaya göre mâ, men anlamına gelmiş olur.
“Yüklü her (gebe kadın) yükünü düşürür.” ayetinin ifade ettiği husustur. Buna göre mana, “O, o günün dehşetinden dolayı çocuğunu tam veya tam olmadan düşürür.” şeklindedir. “Emziklinin gaflet ermesi, hamilenin hamlini düşürmesi” ifadelerinden Son olarak da “İnsanları sarhoş görürsün” cümlesinin ifade ettiği husustur. (Fahreddin er-Râzî)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُجَادِلُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُجَادِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي اللّٰهِ car mecruru يُجَادِلُ fiiline müteallıiktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, في قدرة الله (Allah’ın kudreti hakkında) şeklindedir. بِغَيْرِ car mecruru يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبّسا بالجهل şeklindedir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّبِعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَيْطَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَر۪يدٍ sıfat olup kesra ile mecrurdur.
يُجَادِلُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
يَتَّبِعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ
وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. يُجَادِلُ fiiline müteallik car mecrur فِي اللّٰهِ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdiri, في قدرة الله (Allah’ın kudreti hakkında) şeklindedir.
Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.
يُجَادِلُ fiilinin failinden, mahzuf hale müteallik olan بِغَيْرِ عِلْمٍ ’deki tenvin kesret ve tazim içindir.
Aynı üslupla gelerek sıla cümlesine atfedilen وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
شَيْطَانٍ için tekid olan كُلَّ, lafzî tekid kelimelerindendir. شَيْطَانٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
مَر۪يدٍۙ sıfatı شَيْطَانٍ içindir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يُجَادِلُ fiili مفاعلة babındadır. مفاعلة babının fiile kattığı manalardan en fazla kullanılanları müşareket ve teksirdir.
يَتَّبِعُ fiili اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, müşareket,ittihaz, izhar, talep gibi anlamlar katar.
Bu ayet, mefhum-u muhalifi ile (dolaylı olarak) hak olan mücadelenin yapılabileceğine caiz olduğuna delalet eder. Çünkü bıktırıcı olmamasının yanı sıra, mücadelenin delillere tahsis edilmesi, bilgiye dayalı bir mücadelenin olabileceğini gösterir. O halde batıl mücadele, Hak Teâlâ’nın, [Bunu sana (batıl bir mücadeleden başka maksatla) ileri sürmediler. (Zuhruf Suresi, 58)] ayeti ile hak mücadele de [Onlarla mücadeleni en güzel bir yol ile yap!] (Nahl Suresi, 125) ayeti ile kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet, Nadr b. Haris hakkında nazil olmuştur. Bu adam, tartışmacı bir kâfir olup meleklerin Allah'ın kızları olduklarını, Kur’an’ın eskilerin masalları olduğunu ve ölümden sonra dirilme olmayacağını söylüyordu. Ancak ayetin ifade ettiği hal, anılan Nazr gibi diğer azgın kâfirleri de kapsamaktadır.
Burada şeytandan murad, başkalarını küfre çağıran kâfirlerin reisleridir yahut İblis ve askerleridir. (Ebüssuûd)
شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ [İnatçı şeytan] terkibinde istiare vardır. Yüce Allah, emirlerine karşı inatla karşı çıkan her azgın kimse için müstear olarak şeytan lafzını kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Ayette istiâre-i tasrihiyye vardır. Müfsitler şeytana benzetilmiştir. (Sâbûnî, İbdau’l Beyan)
كُتِبَ عَلَيْهِ اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
كُتِبَ عَلَيْهِ اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Cümle önceki ayetteki شَيْطَانٍ ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. كُتِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru كُتِبَ fiiline mütealliktir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, كُتِبَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مَنْ تَوَلَّاهُ cümlesi اَنَّ ’nin haber olarak mahallen merfûdur.
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. تَوَلَّاهُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. تَوَلَّاهُ elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, فإضلاله واقع أو حاصل (Onun dalaleti vuku bulmuştur.) şeklindedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. يُضِلُّهُ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُضِلُّهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَهْد۪يهِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. يَهْد۪يهِ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى عَذَابِ car mecruru يَهْد۪يهِ fiiline mütealliktir. السَّع۪يرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَوَلَّا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعُّل babındadır. Sülâsîsi ولى ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُضِلُّهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كُتِبَ عَلَيْهِ اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, önceki ayetteki شَيْطَانٍ ’in sıfatıdır. Fasıl sebebi kemâl-i itiisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
كُتِبَ, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُ مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, كُتِبَ fiilinin naib-i failidir.
اَنَّ ’nin haberi مَنْ تَوَلَّاهُ فَاَنَّهُ يُضِلُّهُ şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde مَنْ mübteda تَوَلَّاهُ haberdir. Cümlenin haberi mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesinde اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, masdar teviliyle mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri, شأن الشيطان إضلال من تولّاه (Şeytanın şanı kendisine uyanı dalalete düşürmektir.) şeklindedir. Müsnedün ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَنَّ ’nin haberi olan يُضِلُّهُ, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetteki [Onun aleyhine (şu hüküm) yazılmıştır] ifadesi ile ilgili, şu iki izah yapılmıştır:
a- [Üzerine yazıldı] ifadesi, bir darb-ı mesel (mecazi bir ifadedir). Bu, “Bu şey, onun hal ve hareketlerinde ortaya çıktığı için sanki falancanın saptırması onun üzerine yazılmış, ona o damga vurulmuştur.” demektir.
b- Bu hüküm, onun aleyhine olarak ümmü'l-kitab'da (Levh-i Mahfuz'da) yazılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki اَنَّهُ ifadesi, hem اِنَّهُ hem اَنَّهُ şeklinde okunmuştur. Birinci اَنَّ edatı كُتِبَ fiilinin naib-i faili, ikincisi de ona matuf olduğu için böyle okunmuştur. Bunu kesreyle okuyan ise yazılma işini hikâye etme, aynen yazıldığı gibi aktarma üslubu ile böyle okumuştur. Bu tıpkı “Ben yani: ‘Ben, Allah, gani ve hamiddir’ diye yazdım.” demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
“Şeytanın üzerine yazılması” temsilî bir anlatımdır. Yani sanki kendisini veli edinenleri saptırmak ve yoldan çıkarmak, bu hal kendinde zahir olması sebebiyle onun üzerine yazılmış, başka türlü yapamazmış gibi ifade edilmiştir. (Keşşâf)
Bu ayet-i kerime, Nadr b. el-Hars ve bir grup hakkında nazil olmuştur:
هُ (o) zamiri “mücadele eden” kimseden ve “şeytan”dan sonra zikredilmiştir. Binaenaleyh bu zamirin, bunlardan her birine bedel olarak raci olması muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ
Son cümle hükümde ortaklık nedeniyle, …يُضِلُّهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَهْد۪يهِ ibaresinde tehekkümi istiare vardır. هدى fiili, yumuşak bir şekilde yol göstermektir. Aslında istenilen hedefe, insanın hayrına olan bir hedefe ulaştırmak anlamında kullanılır. Vech-i şebeh, olması gerekene kavuşmaktır. [Acıklı azapla müjdele] ayetinde olduğu gibi sert ve çarpıcı şekilde ifade edilmiştir. (Müfredat)
يُضِلُّهُ وَيَهْد۪يهِ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ [Onu cehennem azabına iletir] cümlesinde alay üslubu vardır. (Safvetu’t Tefasir)
يُضِلُّهُ [Onu saptırır] - وَيَهْد۪يهِ [Onu doğru yola iletir] arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
5 | فِي | içinde |
|
6 | رَيْبٍ | kuşku |
|
7 | مِنَ | -ten |
|
8 | الْبَعْثِ | yeniden dirilmek- |
|
9 | فَإِنَّا | (bilin ki) biz |
|
10 | خَلَقْنَاكُمْ | sizi yarattık |
|
11 | مِنْ | -tan |
|
12 | تُرَابٍ | (önce) toprak- |
|
13 | ثُمَّ | sonra |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | نُطْفَةٍ | nutfe(sperm)- |
|
16 | ثُمَّ | sonra |
|
17 | مِنْ | -dan |
|
18 | عَلَقَةٍ | alaka(embriyo)- |
|
19 | ثُمَّ | sonra |
|
20 | مِنْ | -ndan |
|
21 | مُضْغَةٍ | bir çiğnem et parçası- |
|
22 | مُخَلَّقَةٍ | biçimlenmiş |
|
23 | وَغَيْرِ | ve |
|
24 | مُخَلَّقَةٍ | biçimlenmemiş |
|
25 | لِنُبَيِّنَ | açıkça göstermek için |
|
26 | لَكُمْ | size |
|
27 | وَنُقِرُّ | ve tutarız |
|
28 | فِي |
|
|
29 | الْأَرْحَامِ | rahimlerde |
|
30 | مَا |
|
|
31 | نَشَاءُ | dilediğimizi |
|
32 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
33 | أَجَلٍ | bir süre- |
|
34 | مُسَمًّى | belirtilmiş |
|
35 | ثُمَّ | sonra |
|
36 | نُخْرِجُكُمْ | sizi çıkarırız |
|
37 | طِفْلًا | bir bebek olarak |
|
38 | ثُمَّ | sonra |
|
39 | لِتَبْلُغُوا | ermeniz için |
|
40 | أَشُدَّكُمْ | güçlerinize |
|
41 | وَمِنْكُمْ | ve içinizden |
|
42 | مَنْ | kimi |
|
43 | يُتَوَفَّىٰ | öldürülür |
|
44 | وَمِنْكُمْ | ve içinizden |
|
45 | مَنْ | kimi de |
|
46 | يُرَدُّ | itilir |
|
47 | إِلَىٰ |
|
|
48 | أَرْذَلِ | en kötü çağına |
|
49 | الْعُمُرِ | ömrün |
|
50 | لِكَيْلَا | hale gelmesi için |
|
51 | يَعْلَمَ | bilmez |
|
52 | مِنْ |
|
|
53 | بَعْدِ | sonra |
|
54 | عِلْمٍ | bilen kimse iken |
|
55 | شَيْئًا | bir şey |
|
56 | وَتَرَى | ve görürsün |
|
57 | الْأَرْضَ | yeri |
|
58 | هَامِدَةً | kurumuş ölmüş |
|
59 | فَإِذَا | zaman |
|
60 | أَنْزَلْنَا | biz indirdiğimiz |
|
61 | عَلَيْهَا | onun üzerine |
|
62 | الْمَاءَ | suyu |
|
63 | اهْتَزَّتْ | titreşir |
|
64 | وَرَبَتْ | ve kabarır |
|
65 | وَأَنْبَتَتْ | ve bitirir |
|
66 | مِنْ |
|
|
67 | كُلِّ | her |
|
68 | زَوْجٍ | çifti |
|
69 | بَهِيجٍ | güzel |
|
Allah’ın kudreti ve dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağı hususunda tartışmaya girişen inkârcıların zihinlere sokmaya çalıştığı şüpheler ve insanoğlunu ateşe sürüklemek için var gücüyle çaba harcayan şeytanın vesveseleri karşısında duyulacak tereddüt ve kuşkuların akılcı bir biçimde gözden geçirilmesi istenmekte, bu konuda yapılacak değerlendirmenin sağlıklı olabilmesi için apaçık örnekler ve kanıtlar ortaya konmaktadır. Bu örnek ve kanıtlar insanın kendisinden ve en yakın çevresinden seçilmiştir.
Öldükten sonra dirilmenin aklen kabul edilebilirliğini ve Allah’ın buna kadir olduğunu görmek için dikkatleri iki şeye yöneltmek yeter:
1. İnsanın kendisinin nasıl dünyaya geldiği ve hangi aşamalardan geçtiği,
2. Kuru toprağın yağmurla canlanması ve türlü türlü bitkiler vermesi. İnsanın yaratılış aşamaları toprak, nutfe, alaka ve belli belirsiz et parçası (mudga) şeklinde sıralanmıştır. Topraktan yaratılma ile insanoğlunun ilk atası Hz. Âdem’in yaratılışının kastedildiği görüşünün yanı sıra, insan vücudundaki elementlerle bedenin beslenmesi arasındaki ilişkiyi öne çıkaran yorumlar da vardır. Nutfenin Kur’an’da farklı bağlamda farklı anlamlarda kullanıldığı görülür. İnsanın meydana gelmesini sağlayan iki ana unsurdan erkeğin spermi veya bu spermin aşıladığı yumurta (zigot) mânasında anlaşılması mümkündür. Alaka kelimesinin başka âyetlerdeki kullanımı ve embriyonik gelişmeye ilişkin bilgiler dikkate alındığında bu kelimeyle aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin kastedildiği anlaşılmaktadır. 5. âyette et parçası anlamındaki mudganın sıfatı olarak geçen ve “belli belirsiz” şeklinde çevirdiğimiz iki kavramdan ilki (muhallaka) tefsirlerde, “biçimi belirli hale gelmiş, kendisine ruh üflenmiş, tam, tamamlanmış, normal doğumla sonuçlanan, kusursuz noksansız biçimde”; ikincisi (gayru muhallaka) ise “biçimi henüz belirli hale gelmemiş, kendisine henüz ruh üflenmemiş, henüz tamamlanmamış, rahim tarafından dışarı atılan, düşük yapılan, kusuru noksanı olan” gibi farklı mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVII, 116-117; Râzî, XXIII, 8; Şevkânî, III, 491).
Muhammed Esed’in âyetin bu kısmına “(temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün öğeleriyle) henüz tamamlanmamış” şeklinde mâna vermesi (II, 667-668) bu iki sıfattan ilkinin olumlu, ikincisinin olumsuz olmasını izah açısından mantıkî görünmekle beraber; bu yorumu İbn Abbas ve Katâde’nin açıklamalarına dayandırması isabetli değildir ve bu konuda kaynak gösterdiği Taberî ile Beyzâvî incelendiğinde, Esed tarafından bu kaynakların yanlış anlaşıldığı görülmektedir.
Zira Taberî’nin Katâde’den naklettiği yorum birinci kelime için “tam”, ikinci kelime için “tam olmayan” şeklindedir (XVII, 117); Beyzâvî ise bu konuda İbn Abbas’tan bir nakilde bulunmamıştır (IV, 288-289).
İbn Abbas’tan bu ifadeyle ilgili olarak nakledilen yorum da, birinci kelime için “yaratılışı tamamlanmış”, ikinci kelime için “yaratılışı tamamlanmamış” şeklindedir (Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, IV, 288; Hâzin’in tefsiri, Mecmû‘a mine’t-tefâsîr içindeki Beyzâvî tefsirinin hemen altında yer aldığı için Esed bu ibareyi Beyzâvî tefsiri kapsamında görmüş olabilir). Âyette insanların bulundukları duruma hangi aşamalardan geçerek geldiklerine değinildiğine göre birinci kelimeyi “normal doğumla sonuçlanan durumlar”, ikincisini de “düşük hali” olarak anlamak isabetli görünmemektedir (Râzî, XXIII, 8).
Burada insanın geçirdiği aşamaların sıralandığı belli olmakla beraber, bu iki sıfatı birbirine bağlayan “ve” bağlacının bir sıralama anlamı taşıyıp taşımadığı açık değildir. O sebeple belirtilen kelimelerin yukarıda kaydedilen (normal doğum – düşük hali dışındaki) diğer yorumların her birine ihtimali bulunduğu söylenebilir. Bununla beraber âyetin bu kısmına “tedrîcî yaratma sürecine bağlı” anlamının verilmesi de (yakın bir tercüme için bk. Jacques Berque, Le Coran, s. 351) kanaatimizce embriyonik gelişmeyle ilgili bilgilere ve buradaki ifade akışına uygundur. “Bebek olarak çıkarırız” ve “yetişkinlik çağına erişirsiniz” anlamındaki cümleler arasında gramer açısından değişik bağlar kurulmuş olmakla beraber, bunlar arasında nedensellik bağının bulunduğu görüşü daha kuvvetli görünmektedir (İbn Âşûr, XVII, 200). Bundan dolayı âyetin anılan kısmı, “Sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz” şeklinde çevrilmiştir. Hemen ardından kimilerinin erken vefat ettirildiği belirtildiğinden, bu ifadenin bebek olarak dünyaya gelen her insanın yetişkinlik çağına ulaşması sonucunu içerdiği ileri sürülemez (“ömrün en düşkün çağı” diye çevrilen “erzel-i ömür” deyimi hakkında bk. Nahl 16/70). Âyetin “yeryüzünü kupkuru ve cansızken” şeklinde çevirdiğimiz kısmına Elmalılı Muhammed Hamdi “arzı da... sönmüş kül halinde” anlamını vermiş ve bunu (özetle) şöyle açıklamıştır: Bu uyarı ilk bakışta, güneşin harareti karşısında arzın kuruduğunu gösterir. Bununla birlikte bu ifadeyi benzetme yoluyla değil hakiki mânasına göre anlamak hem maksadı daha açık bir biçimde ortaya koyar hem de zamanımızın bilimsel teorileri bu anlama daha uygundur. Zira bilimsel tesbitlere göre arz vaktiyle yanar bir ateş olduğundan, toprak esas itibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde sertleşmiş ve çökelmiş biçimidir; bu durum hayatın tam zıddıdır (V, 3383-3384).
Tafele طفل : طَفْلٌ çocuk demektir. Körpeliği, bedeninin yumuşaklığı ve narinliği devam ettikçe böyle denir. Çoğul olarak أطْفالٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tıfıl, etfâl ve Tufeylîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Behece بهج : بَهْجَة renk ya da ten güzelliği ve sevincin ortaya çıkmasıdır. İsmi faili olarak بَهِيجٌ gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Behçet, Behiç, Behice ve İbtihaçtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ cümlesidir.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي رَيْبٍ car mecruru كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir.
مِنَ الْبَعْثِ car mecruru رَيْبٍ ’e mütealliktir.
Şartın cevabı mahzuftur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم في ريب.. فانظروا في ما حولكم فإنّا خلقناكم (Eğer şüphede iseniz etrafınıza bakın çünkü sizi biz yarattık.) şeklindedir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
خَلَقْنَاكُمْ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ تُرَابٍ car mecruru خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
مِنْ نُطْفَةٍ car mecruru خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
مِنْ عَلَقَةٍ car mecruru خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
مِنْ عَلَقَةٍ car mecruru خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
مِنْ مُضْغَةٍ car mecruru خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir. مُخَلَّقَةٍ kelimesi مُضْغَةٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada مُخَلَّقَةٍ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرِ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur. مُخَلَّقَةٍ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, لِنُبَيِّنَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte خَلَقْنَاكُمْ fiiline mütealliktir.
نُبَيِّنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, كمال قدرتنا (Kudretimizin kemâli) şeklindedir.
لَكُمْ car mecruru نُبَيِّنَ fiiline müteallıktır.
مُخَلَّقَةٍ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef ‘il babının ism-i mef’ûludur.
نُبَيِّنَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نُقِرُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. فِي الْاَرْحَامِ car mecruru نُقِرُّ fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru نُقِرُّ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُخْرِجُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. طِفْلاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُقِرُّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi قرر ’dir.
نُخْرِجُكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir
لِ harfi, تَبْلُغُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, ثمّ نعمّركم لتبلغوا (Sonra …. ulaşmanız için sizi yaşatırız.) şeklindedir.
تَبْلُغُٓوا fiili ن ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَشُدَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتَوَفّٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُتَوَفّٰى elif üzere mukadder fetha ile merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
مِنْكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُرَدُّ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُرَدُّ merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
اِلٰٓى اَرْذَلِ car mecruru يُرَدُّ fiiline mütealliktir. الْعُمُرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ ta’liliyyedir. كَيْ masdar harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Veya zaiddir.
كَيْ ve لِكَيْ sadece muzari fiilin önüne gelir ve masdar manası verir, onu nasb ederek gelecek zamana çevirir.
كَيْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُرَدُّ fiiline mütealliktir.
Mef’ûlün leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:
1) كَيْ ve لِكَيْ ile başlayan fiil cümleleri.
2) Lam-ı ta’lil (لِ ) (لِاَنْ) ile başlayan fiil cümleleri.
3) Sebep bildiren حَتَّى ile başlayan fiil cümlesi.
4) لِاَنَّ ile başlayan isim cümlesi.
لِكَيْلَا يَعْلَمَ cümlesi burada لِكَيْ ile başladığı için mef’ûlün lehdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِنْ بَعْدِ car mecruru يَعْلَمَ fiiline mütealliktir. عِلْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mecrurdur.
يُتَوَفّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ
وَ istînâfiyyedir. تَرَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هَامِدَةً hal olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzâriler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi),
اَنْزَلْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
الْمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı اهْتَزَّتْ cümlesidir.
اهْتَزَّتْ sükun üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
وَ atıf harfidir. رَبَتْ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَ atıf harfidir. اَنْبَتَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
مِنْ كُلِّ car mecruru اَنْبَتَتْ fiiline mütealliktir. زَوْجٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَه۪يجٍ kelimesi زَوْجٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اهْتَزَّتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi هزز ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَنْبَتَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
هَامِدَةً kelimesi sülâsî mücerred olan همد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder.
Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Allah Teâlâ’nın kullarına çağrıda bulunurken son derece etkili ve beliğ bir üslup kullanması beyan ettiği hakikatlerin önemli olduğunu vurgulamak ve bunların muhataplar tarafından fark edilerek gerekli mesajı almalarını sağlamak içindir. Ancak insanların çoğu bundan gafildirler. (Beyzâvî)
Müspet mazi sıygadaki nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ cümlesi, şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي رَيْبٍ nakıs fiil كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. رَيْبٍ ’deki tenvin, kıllet içindir.
ف۪ي رَيْبٍ ibaresindeki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. ف۪ٓي hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan şüphenin, zarfiyyet özelliği yoktur. Şüphe ile şüphe duyan insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Şartın cevabı mahzuftur. فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ cümlesi, mukadder cevabın ta’lili hükmündedir. اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s.107) Fiil azamet zamirine isnadla, tekid edilmiştir. تُرَابٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Takdiri, فانظروا في ما حولكم (...etrafınıza bakın) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Car mecrur مِنْ نُطْفَةٍ ile مِنْ عَلَقَةٍ ve مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ, atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Ayetteki غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ (uzuvları belirsiz olan) ifadesinden murad, noksan olarak veya kusurlu olarak doğan çocuk değil ve buraya kadar açıklanan aşamalar, doğumdan önce ceninin geçirdiği aşamalardır. (Ebüssuûd)
غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ, tezat nedeniyle مِنْ مُضْغَةٍ ’e atfedilmiştir. Bu atıftaki ثُمَّ, hakiki terahi ifade eder. Ayette dört kere geçen مِنْ, ibtidaiyyedir. (Âşûr)
Lam-ı ta’lilin dahil olduğu لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle خَلَقْنَاكُمْ filine mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle teceddüt ve istimrar, fiilin azamet zamirine isnadı ise tazim ifade etmiştir.
مُضْغَةٍ için sıfat olan مُخَلَّقَةٍ, ism-i mef’ûl kalıbındadır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُخَلَّقَةٍ - غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
نُطْفَةٍ - عَلَقَةٍ - مُضْغَةٍ kelimelerindeki tenvin kıllet ve tazim ifade eder.
خَلَقْنَاكُمْ - مُخَلَّقَةٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنَ - ثُمَّ - مُضْغَةٍ kelimelerinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مِنْ ve مَنْ ’lerin tekrarında ve bu kelimeler arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Kavim kâfirdir ve gerçekten şüphe içindedir. Ama إذا yerine اِنْ gelmiştir. Bu onları azarlamak ve apaçık ba‘s delillerine işaret içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ haşr ve neşr hususunda cahilce o insanların mücadele edip karşı çıktıklarını haber verip onları bu hususta zemmedince haşrın (kıyametin) gerçek olduğuna şu iki bakımdan delil getirmiştir:
1) Önce canlıların yaratılış ile istidlal etmiştir. Bu, [“De ki: Onu, ilk defa yaratan diriltecektir.”] (Yasin Suresi, 79) ve [“Onlar derler ki: ‘Bizi kim yeniden diriltecek?’ De ki: ‘Sizi üç defa yaratan (Allah)!’”] (İsra Suresi, 51) ayetlerinde, mücmel (özet) olarak zikrettiği delile uygundur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Eğer size vadettiğimiz ba's hususunda bir şüpheniz varsa ilk defa sizi yaratmaya kādir olanın, tekrar diriltmeye kādir olacağını anlamak için ilk yaratılışınızı düşününüz.” demiştir.
2) Bitkilerin yaratılışı ile öldükten sonra diriliş hususunda yapılan istidlal, ayetteki “Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman harekete gelir, kabarır.” ifadesi ile yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Hak Teâlâ, ilk yaratılışın şu yedi mertebesini saymıştır:
Birinci mertebe: Bu ayetteki “Şu muhakkak ki Biz sizi topraktan yarattık.” ifadesi ile anlatılmaktadır
İkinci mertebe: Bu, ayetteki “sonra nutfeden” ifadesi ile anlatılan husustur.
Üçüncü mertebe: Bu, ayetteki “sonra da bir alakadan” ifadesi ile anlatılan husustur. “Alaka”, donmuş kan parçası demektir. Su ile donmuş kan parçası arasında çok büyük bir farkın olduğunda şüphe yoktur.
Dördüncü mertebe: Bu “Sonra da yaratılışı belli belirsiz bir lokma etten yarattık ve size apaçık gösterelim diye. Sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar ana rahimlerinde durdururuz.” ifadesinin anlattığı husustur. “Mudğa” bir çiğnemlik küçük et, parçasıdır. “Muhallaka”, noksanlık ve kusurdan uzak, dümdüz, pürüzsüz şey demektir.
Besince mertebe: Bu ayetteki “Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız.” ifadesi ile anlatılan husustur.
Altıncı mertebe: Bu, ayetteki “Sonra kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz” ifadesi ile anlatılan husustur.
Yedinci mertebe: “Kiminiz öldürülüyor kiminiz de bilgiden sonra hiçbir şey bilmemek üzere ömrün en fena devresine gerisin geri itiliyor.” ifadesi ile anlatılan husustur. Bunun manası şöyledir: “Kiminiz, kuvvetine ve tam olmasına rağmen öldürülüyor kiminiz de erzel-i ömür yani ihtiyarlığa ve bunaklığa sevk ediliyor. Böylece de tıpkı çocukluğunun başlangıcında olduğu gibi bünyesi zayıf, aklı tutarsız ve anlayışı az hale geliyor.” (Fahreddin er-Râzî)
وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ
وَ, istînâfiyyedir. Cümle öncesinin beyanı için gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki نُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. نُقِرُّ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً cümlesi, ...وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. نُخْرِجُكُمْ fiilinin mef’ûlünden hal olan طِفْلاً, anlamı açıklamak üzere gelmiş ıtnâb sanatıdır.
ثُمَّ atıf harfiyle gelen ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ cümlesi, gizli أن ’le masdar tevilindedir. Ta’lil manası veren لِ harfiyle birlikte takdiri نعمّركم (Sizi yaşatırız) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ’deki ثُمَّ atıf harfi rütbeten terahi manasındadır. (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)
ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً [Sonra sizi çocuk olarak çıkardık] şeklinde bir haber cümlesinde نُخْرِجُكُمْ kelimesindeki كُمْ zamirinden muhatapların çoğul olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda hal olan طِفْلاً kelimesinin de muktezâ-i zâhire göre çoğul olarak أطفلا şeklinde gelmesi gerekmektedir. Ancak kelime muktezâ-i zâhire muğayir olarak tekil formda gelmiş, tekil kelimeyle çoğul kastedilmiştir. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberġn Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Bu ayetteki sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız ifadesinde طِفْلاً [bir çocuk] kelimesini müfred olarak getirmiştir. Çünkü bundan maksadı, çocuk cinsine işaret etmektir.
Sonra kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz ifadesindeki اَشُدَّ, kuvvetin, aklın ve temyiz gücünün tam olması demek olup müfredi olmayan çoğul kelimelerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً
…وَمِنْكُمْ مَنْ cümlesi, öncesine matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur مِنْكُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يُتَوَفّٰى, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki …وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى cümlesine afedilmiştir.
Masdar harfi كَيْ ’in dahil olduğu لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ cümlesi mecrur mahalde olup لِ harf-i ceriyle birlikte يُرَدُّ fiiline mütealliktir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُتَوَفّٰى ve يُرَدُّ fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Bu fiiller meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
لَا يَعْلَمَ - عِلْمٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَيْـٔاًۜ ve عِلْمٍ ’deki tenvin, kıllet ve umum ifade eder.
Ayette insanın yaratılışı, bütün safhalarıyla anlatılmıştır. Bu anlatım üslubu taksim sanatıdır.
İçinizden kimisi (küçükken) vefat ettiriliyor, yine içinizden kimisi de biraz ilimden sonra birşey bilmesin diye اَرْذَلِ الْعُمُرِ [ömrün en rezil/ihtiyarlık çağına] doğru geri itiliyor cümlesinde cem' ma’at-taksim ve tefrik sanatı vardır.
Tefrîk; icmâlden sonra tafsîl şeklindeki sanatlardandır. Zikredilen şeylerin bir hükümde ortak olduğu vehmi giderilir. Medh, ağıt, kur yapmak veya alay gibi maksatlarla yapılabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)
وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً cümlesi وَ ’la, …إنّا خلقناكم cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هَامِدَةً, mef’ûl olan الْاَرْضَ ’nın halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Yerin هَامِدَةً oluşu, kuruması bitkilerden ve yeşilliklerden uzak oluşu demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ey insan yeryüzünü yanmış kül olmuş görürsün. Bu ihtar gerçi ilk bakışta yazın güneşin harareti karşısında yeryüzünün, toprağın kupkuru kesildiği durumunu gösterir. Ancak bunu bir benzetme sanatı içerisinde değerlendirmekten ziyade, bir gerçeğin tam ifadesi olarak anlamak daha uygundur. Çünkü böyle bir anlayış maksadı güzel bir şekilde göstereceği gibi çağımızın bu konudaki bilimsel teorilerine de uygun düşecektir. Buna göre yerküresi vaktiyle yanar bir ateş kütlesi olduğundan zamanla sönmüş olan toprak, esas itibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde iken katılaşıp tortulaşmasından ibarettir ki hayatın son derece zıttıdır. Böyle iken üzerine suyu indirdiğimiz vakit, o yanmış olan toprak harekete geçmekte yani atomları ve elementleri bir canlanma gücünü ortaya koyarak canlılığın en açık bir belirtisi olan bir sarsıntı ile harekete geçmekte ve koparıp gelişmekte her güzel çiftten bitkiler bitirmektedir. (Elmalılı)
فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ
فَ atıftır. Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberi isnaddır. Şart üslubunda gelen cümlenin haber manalı olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ, şart manalı zaman zarfı اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi, aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
Cevap cümlesi اهْتَزَّتْ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Aynı üsluptaki وَرَبَتْ ve وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine atfedilmiştir.
Ayetteki “Her güzel çiftten nice nebat bitirir.” ifadesi, mecazî bir ifadedir. Çünkü bunlar yerden biter. Bunları bitiren ise Allah Teâlâ'dır. Fakat bu bitirme işi, mecazî olarak yere (toprağa) nispet edilmiştir. Buna göre manası, “Ekin ve ağaç gibi her çeşit bitkiden bitirir.” demektir. بَه۪يجٍ bir şeyin parlaklığı ve güzel olması demektir. Müberred de “Bu, ‘güzel ve aydınlanmış şey’ demektir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
زَوْجٍ için sıfat olan بَه۪يجٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
زَوْجٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ [Üzerine yağmur indirdiğimiz zaman canlanır ve gelişir.] ayetinde latif bir istiare vardır. Yeryüzü, hareketsiz bir şekilde uyuyup da üzerine yağmurun inmesiyle uyanıp kımıldanan ve canlılık alametleri görünen kimseye benzetildi. Bunda istiâre-i tebeiyye vardır. (Safvetu’t Tefasir)
Allah Teâlâ haşr ve neşr hususunda cahilce o insanların mücadele edip karşı çıktıklarını haber vererek onları bu hususta zemmedince haşrın (kıyametin) gerçek olduğuna şu iki bakımdan delil getirmiştir:
1) Önce canlıların yaratılış ile istidlal etmiştir. Bu, [“De ki: Onu, ilk defa yaratan diriltecektir.”] (Yasin Suresi, 79) ve [“Onlar derler ki: ‘Bizi kim yeniden diriltecek?’ De ki: ‘Sizi üç defa yaratan (Allah)!’’] (İsra Suresi, 51) ayetlerinde, mücmel (özet) olarak zikrettiği delile uygundur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Eğer size vadettiğimiz ba's hususunda bir şüpheniz varsa ilk defa sizi yaratmaya kadir olanın, tekrar diriltmeye kadir olacağını anlamak için ilk yaratılışınızı düşününüz.” demiştir.
2) Bitkilerin yaratılışı ile öldükten sonra diriliş hususunda yapılan istidlal, ayetteki “Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman harekete gelir, kabarır.” ifadesi ile yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayette Rabbimiz insanın yaratılışını topraktan başlayarak yeniden dirilişe kadar anlatır ve bunu bir örnekle delillendirir. Toprağın durgunluğu anlamındaki هَامِدَةً (kupkuru) kelimesiyle, canlanıp harekete geçmesi anlamındaki اهْتَزَّتْ kelimesi zıt anlamlıdır ve mecâzîdir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
هَامِدَةً - اهْتَزَّتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Ayet, istenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak olan, mezheb-i kelamî sanatının güzel bir örneğidir.
Sınav tarihini bilen ama son güne kadar çalışmayan bir öğrenci gibi. Karşısındakinin neye sinirlendiğini farkeden ama damarına basmaya devam eden gibi. Hastalıktan korunmak için yapması gerekenleri öğrenen ama umursamaz tavırlarla sanki meydan okuyan gibi. Bahçesinde dolaşan yılanla göz göze gelen ama kendisini ısırana dek görmezden gelen gibi. Kıyamet gününe iman eden ama sanki hiç ölmeyecekmiş azmiyle yaşayan gibi.
Denilir ki, insanların içinde böylesi çok vardır. Hepsinin ortak noktası; hazırlanmaları için verilen süreyi boşa harcadıktan sonra sonuçtan dolayı hayal kırıklığına uğramalarıdır. Zira, onları böyle davranmaya iten sebep; kendilerinden emin olmalarıdır.
Ey kıyamet gününün Rabbi olan Allahım! Senin izninle ve rahmetinle, kelamın Kur’an’ın nuruyla, Rasulullah (sav)’in sünnetiyle; Ölümden önce dünya hayatında ve ölümden sonrasında, başlayacağımız her yeni döneme, hazırlıklı başlayanlardan olayım.
Öyle ki; insanların kaçıştıkları gün, ben gönül ferahlığıyla Sana sığınayım ve azabından Sana kaçayım. Karşıma çıkan fırsatları değerlendirmiş, şeytanın yolundan ve şeytanı dost edinenlerden uzaklaşmış, nefsimi terbiye etmiş ve Senin rızanı kazanmak için yapmam gerekenleri, doğru zaman ve mekanlarda yapmış olayım.
Ki huzuruna kabul edileyim, rahmetine mazhar olayım, kitabımı sağ elime alayım, meleklerin selamlarıyla karşılanayım, cennet kapılarından mutluluktan uçarcasına geçeyim, Sana ve Senin sevdiklerine kavuşayım.
Amin.
***
Derler ki değişmek istiyorsan eğer; birlikte oturduğun, gezip tozduğun, beraber eğlendiğin, evine çağırdığın, aklındakileri paylaştığın, fikrine danıştığın ve kalbine kabul ettiğin kişileri de değiştirmek gerekir. Aksi takdirde yürünen en doğru yoldan geri dönülür ve yapılan en faydalı işten dahi vazgeçilir.
Kaç yaşında olursa olsun, hakiki bilgilerle desteklenmeyen her nefsin aklı karışmaya ve her kalbin aydınlığı kararmaya müsaittir. Ne kadar yaparsa yapsın bilinç kazandırılmayan ameller unutulmaya ve sağlam yol göstericiye başvurulmadığında da dengeler şaşırmaya, ayaklar kaymaya hazırdır.
Aldığı kokularla ve işittiği seslerle, zamana gerek duysa bile insan beynine belli bir yönde şekil vermek ve belli anıları diri tutmak kolaydır. Bu yüzden devamlı nefsi neşelendirmek isteyen kişinin dünyalıklarla huzur bulduğunu düşünmesi ya da reklamı yapılanlardan keyif aldığına inanması doğaldır.
Yeryüzündeki her sebep, hayat denilen denklemin bir parçasıdır. Kişinin hangi sebeplere dayanmayı tercih ettiğine göre de sonuç değişir. Doğru sonuca ulaşmak isteyen, doğru kodlamaları yapmalıdır. Bunun için de doğrunun ne olduğu hakkında bilinçlenmeli ve o doğruyu destekleyecek doğruları toplamalıdır.
Ey Allahım! Bizi doğru dostluklar kuranlardan, doğru amellerle meşgul olanlardan ve doğru yolda yürüyenlerden eyle. Şüphesiz ki Sen koruyucuların en hayırlısısın. Dünyanın yalanlarından ve zamanın fitnelerinden muhafaza buyur. Nefsi için yaşayanlara benzemek yerine Senin rızan için yaşayanlardan eyle. Senin yolunda yürüyenlere karşı beslediğimiz kötü duygulardan kalplerimizi arındır. İnsanların, işlerin ve yolların hayırlısıyla şerlisini ayırt edenlerden ve bizi Sana kavuşturacak olanları seçenlerden eyle. Bizi Sana yaklaştıracak amelleri, bize kolaylaştır ve onları bizden kabul buyur.
Amin.