3 Haziran 2025
Hac Sûresi 6-15 (332. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hac Sûresi 6. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْـيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ  ...


Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. Şüphesiz O, ölüleri diriltir ve O, her şeye hakkıyla kadirdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu böyledir
2 بِأَنَّ çünkü
3 اللَّهَ Allah
4 هُوَ O
5 الْحَقُّ tek gerçektir ح ق ق
6 وَأَنَّهُ ve O
7 يُحْيِي diriltir ح ي ي
8 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
9 وَأَنَّهُ ve O
10 عَلَىٰ üzerine
11 كُلِّ her ك ل ل
12 شَيْءٍ şey ش ي ا
13 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْـيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  بِ  sebebiyyedir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle birlikte mübteda olan  ذٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

هُوَ الْحَقُّ  isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَقُّ  haber olup lafzen merfûdur.

اَنَّهُ يُحْـيِ  atıf harfi  وَ ’la  اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  matuftur. 

اَنَّ  masdar harfidir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, önceki masdarı müevvele matuf olarak mahallen mecrurdur.  هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يُحْـيِ  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

الْمَوْتٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuf olarak mahallen mecrurdur.  هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ ’e mütealliktir.  Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.      

قَد۪يرٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّهُ يُحْـيِ الْمَوْتٰى وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ'dır. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini belirtmek ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamak içindir.

ذٰلِكَ  ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile insanın yaratılmasına ve yerin ölümünden sonra diriltilmesine işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyh, kalplerde haşyet duygularını artırmak tazim için lafza-i celâlle gelmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

ذٰلِكَ  (İşte bu) ifadesiyle insanın çeşitli aşamalarda yaratılmasına, birbirine zıt hallerden geçmesine ve yerin ölümünden sonra diriltilmesine işaret edilmiştir. (Ebüssuûd)

Mübtedadır, haberi de [“Çünkü o Allah haktır”] kavlidir. Yani bu olan bitenler onun zatında hak olup eşyanın onunla tahakkuk etmesindendir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Birden fazla tekid unsuruyla gelen ayet, Allah Teâlâ'nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde yegâne Hakk olması ve kendisinden başka bütün varlıkları vücuda getirdiğini muhataplara kesin bir dille, şüpheye yer bırakmayacak şekilde bildirmiştir.

Burada بِاَنَّ اللّٰهَ  car-mecruru, ism-i işaretin haberi olarak gelmiştir. Yani önceki ayette zikredilenler;  أنَّ اللَّهَ هو الحَقُّ ile başlayan kısım ve devamı sebebiyle olmuş demektir. Buradaki  بِ  ise sebebiyye olup genel mana,  “mahlukat topraktan meydana gelmiş ve gelişmiştir” şeklinde olur. Bununla birlikte  بِ ’nın mülabese için olması da mümkündür. Yani tüm bu mahlukat ve göz alıcı nebatat, Allah-u Teala’nın uluhiyetinin elbisesi gibidir ve bu mülabese O’nun için bir delildir. (Âşûr)

اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, masdar tevilindedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel sebebiyye ifade eden  بِ  harfiyle birlikte mahzuf habere mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel olan  بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  cümlesinde haber olan  هُوَ الْحَقُّ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedanın kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı O’ndan başkasında bulunmaz. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَقُّ ; hakkında şüphe bulunmayan sabit, değişmez olandır. Yani هُوَ الْحَقُّ ibaresi هو المَوُجُودُ (O, mevcuttur) demektir. Buradaki kasır ise izâfi kasırdır. Yani Hak olan bu ilah, sizin hakiki anlamda varlığa sahip olmayan ibadet etmiş olduğunuz Tanrılarınızdan biri değildir. Nitekim Allah-u Teala Necm suresinin 23. Ayetinde  إنْ هي إلّا أسْماءٌ سَمَّيْتُمُوها أنْتُمْ وآباؤُكم ما أنْزَلَ اللَّهُ بِها مِن سُلْطانٍ [Onlar ancak sizin ve atalarınızın(ilâh edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir.] buyurmuştur. (Âşûr)

اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ, akabindeki  اَنَّهُ يُحْـيِ الْمَوْتٰى  cümlesiyle beraber masdar tevilinde olup önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  يُحْـيِ الْمَوْتٰى, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُحْـيِ - مَوْتٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayetteki üçüncü masdar-ı müevvel  وَاَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ, öncekine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan  قَد۪يرٌۙ ’a takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ'ya olması karinesiyle, mamulün amile kasrını başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.  قَد۪يرٌ  ifadesi maksûr,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ise maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve car mecrurun takdiminin tahsis ifade etmesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

 
Hac Sûresi 7. Ayet

وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ  ...


Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ ve muhakkak
2 السَّاعَةَ o sa’at س و ع
3 اتِيَةٌ gelecektir ا ت ي
4 لَا yoktur
5 رَيْبَ şüphe ر ي ب
6 فِيهَا onda
7 وَأَنَّ ve şüphesiz
8 اللَّهَ Allah
9 يَبْعَثُ diriltecektir ب ع ث
10 مَنْ olanları
11 فِي
12 الْقُبُورِ kabirlerde ق ب ر

وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ

 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuf olarak mahallen mecrurdur.

السَّاعَةَ  kelimesi, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اٰتِيَةٌ  kelimesi,  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ  cümlesi  اَنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuf olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  masdar harfidir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  يَبْعَثُ  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَبْعَثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْقُبُورِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

اٰتِيَةٌ  kelimesi, sülâsî mücerredi  أتي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ

 

Ayet, önceki ayete matuf veya isti’naf cümlesidir. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar cümlesine atfedilmiştir.

اٰتِيَةٌ, ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesindeki  لَا  cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder.  اَنَّ nin ikinci haberi olan bu cümlede  لَا nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  ف۪يهَا  bu mahzuf habere mütealliktir.

ف۪يهَاۚ ’daki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Mecrur mahaldeki  هَاۚ, Allah’ın vadettiği zamana aiddir.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  السَّاعَةَ, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır.  السَّاعَةَ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

“Allah hakkın ta kendisidir.” ayetine lafız itibariyle bir matuftur ama mana itibariyle atıf değildir. Zira Yüce Allah sözü edilen hususları kıyamet geleceği için yapmıştır denilemez, aksine burada bu manayı ihtiva edecek bir hazfin takdiri kaçınılmazdır. Yani: Şunu da bilsinler ki kıyamet mutlaka gelecektir. (Kurtubî)  

Saat, kıyamet gününden kinayedir.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel, önceki masdar cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  يَبْعَثُ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur. فِي الْقُبُورِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Buradaki diriltmek anlamını verdiğimiz  بْعَثُ  kelimesi, Yüce Allah'ın kabirlerdeki ölüleri, asıl organlarını birleştirerek ve ruhlarını tekrar vererek yeniden yaratmasını ifade eden bir terimdir. (Ruhu’l Beyan)

Bu cümle, bundan önceki iki cümle gibi ayetin başında bildirilen sebebe (işte bu, şundandır ki) dahildir. Ancak bu sebebiyet, kıyametin gelmesinin ve ölülerin diriltilmesinin, zikredilen Allah'ın fiillerinde O'nun kudretinin tesiri gibi müessir olmaları cihetiyle olmayıp fakat her ikisi de Allah'ın varlığını gerektiren sebepler olmaları cihetiyledir. Kıyametin gelmesi ve kabirlerdekilerin diriltilip kaldırılması, hikmetin gereği olduğundan Allah'ın Hakîm olmasının kinaye yoluyla ifadesi kılınmıştır. (Ebüssuûd) 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

 
Hac Sûresi 8. Ayet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ  ...


8-9. Ayetler Meal  :   
İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirlenerek insanları Allah’ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ -dan
2 النَّاسِ insanlar- ن و س
3 مَنْ kimi
4 يُجَادِلُ tartışır ج د ل
5 فِي hakkında
6 اللَّهِ Allah
7 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
8 عِلْمٍ bilgisi ع ل م
9 وَلَا ve olmadan
10 هُدًى bir yol göstereni ه د ي
11 وَلَا ve olmadan
12 كِتَابٍ bir Kitabı ك ت ب
13 مُنِيرٍ aydınlatıcı ن و ر
Yeterli bilgiye sahip olmadan, doğru bir kılavuza uymadan ve ilâhî bir kitabın ışığından yararlanmadan evrendeki küçücük sırların bile çözülmesi mümkün değilken, bütün bunlardan yoksun bazı kişilerin evrenin yaratıcısı olan Allah hakkında tartışmaya girişmelerinin ne kadar abes olduğuna dikkat çekilmektedir (9. âyette geçen ve “kılavuz” diye çevirdiğimiz hüdâ kelimesi “ikna edici bir açıklama ve kanıt” şeklinde de anlaşılmıştır, Taberî, XVII, 120). 9. âyette belirtildiği üzere bu gibi kimselerin amacı başkalarını Allah yolundan saptırmak olduğu için, inandığı bir şeyi ispatlama çabası içinde olmazlar ve kendilerine uymayanlara ön yargıyla baktıkları için ellerindeki imkânları kötüye kullanıp büyüklük taslamayı yeğlerler. Âyetin “büyüklük taslayarak” şeklinde çevrilen kısmına “uyarı ve öğütten yüz çevirerek” mânası da verilmiştir (Şevkânî, III, 495). Âyette ayrıca “Onun dünyadaki payı rüsvâ olmaktır” buyurularak böyle kimselerin bu bozguncu tutumları kınanırken, dünya hayatında elde edecekleri başarı ve ulaşacakları refah düzeyi ne olursa olsun, ahlâk yönünden düşük sayılmaya ve insanlığın ortak değerleri açısından reddedilmeye mahkûm olacaklarına işaret edilmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ

 

و  istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُجَادِلُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُجَادِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  فِي اللّٰهِ  car mecruru  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri,  في قدرة الله (Allah’ın kudreti hakkında)  şeklindedir.  

بِغَيْرِ  car mecruru  يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسا بالجهل (cehalete bürünmüş olarak) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.  عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaiddir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

هُدًى  atıf harfi  وَ ’la  عِلْمٍ ’e matuf olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

لَا كِتَابٍ  atıf harfi  وَ ’la  لَا هُدًى ’e matuftur. مُن۪يرٍ  kelimesi  كِتَابٍ ’in sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُجَادِلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُن۪يرٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan  يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  يُجَادِلُ  fiiline müteallik car mecrur  فِي اللّٰهِ ’nin muzâfı mahzuftur. Takdir;  في قدرة الله  [Allah’ın kudreti hakkında] şeklindedir.

Allah lafzında tecrid sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ'dır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.

يُجَادِلُ ’deki failin mahzuf haline müteallik olan  بِغَيْرِ عِلْمٍ ’deki tenvin kesret içindir.

عِلْمٍ  ,هُدًى  ,كِتَابٍ  kelimelerindeki tenvin, kıllet veya kesret için olabilir.

وَلَا هُدًى  ve  وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍۙ  lafızları  بِغَيْرِ عِلْمٍ ’e matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Birbirine matuf bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كِتَابٍ  için sıfat olan  مُن۪يرٍۙ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu ayette gelen  لَا  harfi zaiddir, tekid için gelmiştir.  لَا ’larda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayet ilim, hidayet ve aydınlatıcı kitaba dayanarak mücadele etmenin güzel ve gerçek olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî) 

İbni Abbas’a göre sözü edilen kişi Ebu Cehl b. Hişam’dır. Diğer kıssalar tekrarlandığı gibi bunun da tekrarlandığı söylenmiş; yine, ilkinin (Hac Suresi, 3) taklit edenlere, ikincisinin ise taklit edilenlere ait olduğu ifade edilmiştir. “Bilgi”den maksat zorunlu bilgidir; “kılavuz” istidlâl ve nazar yoludur, çünkü bilgiye götürmektedir. “Aydınlatıcı kitap” ise vahiydir. Yani o, bu üç bilgi yoluyla değil, kuruntu ve tahmine dayalı olarak tartışıp durmaktadır. (Keşşâf)

كِتَابٍ ’ın  مُن۪يرٍۙ  sıfatıyla gelişi, Nadr b. Haris’e tariz içindir. O vakit kendisi, Allah’ın münir olan kitabıyla Rüstem’in ve Asfandiyar’ın asılsız ve hakikatten uzak haberler taşıyan kitaplarını kıyas ederek İslam’ın gerçekliği hususunda tartışıyor ve insanları şüpheye düşürüyordu. (Âşûr)

 
Hac Sûresi 9. Ayet

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثَانِيَ öteye döndürür ث ن ي
2 عِطْفِهِ boynunu ع ط ف
3 لِيُضِلَّ şaşırtmak için ض ل ل
4 عَنْ -ndan
5 سَبِيلِ yolu- س ب ل
6 اللَّهِ Allah’ın
7 لَهُ onun için vardır
8 فِي
9 الدُّنْيَا dünyada د ن و
10 خِزْيٌ bir kepazelik خ ز ي
11 وَنُذِيقُهُ ve ona taddıracağız ذ و ق
12 يَوْمَ günü ي و م
13 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
14 عَذَابَ azabını ع ذ ب
15 الْحَرِيقِ yangın ح ر ق

Atafe عطف : عَطْفٌ iki ucundan biri tutulup diğer ucuna doğru bükülmüş, katlanmış şeylerle ilgili kullanılır. عَلَى harfi ceriyle geçişli hale geldiğinde anlamı meyletmek ve şefkat göstermek iken; عَنْ harfi ceriyle kullanımında bunun zıddı olan bir anlam taşır ve yüz çevirmek, soğuk ve şefkatsiz olmak manasına gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri atfetmek, atıf, ma'tuf ve Atıfet'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ 

 

ثَانِيَ  kelimesi  يُجَادِلُ ’deki failinin hali olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. عِطْفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  لِيُضِلَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte  ثَانِيَ عِطْفِه۪  veya  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir. 

يُضِلَّ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri,  غيره (Onun dışında) şeklindedir. 

عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  يُضِلَّ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثَانِيَ  kelimesi, sülasisi mücerredi  ثني  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضِلَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ

 

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الدُّنْيَا  kelimesi elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  خِزْيٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  نُذ۪يقُهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  نُذ۪يقُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَر۪يقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْحَر۪يقِ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ 

 

 

Fasılla gelmiş ayette geçen  ثَانِيَ  kelimesi,  يُجَادِل  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

ثَانِيَ عِطْفِه۪  (Boynunu döndürerek) terkibi, kibirlenme ve böbürlen­mekten kinayedir. (Safvetu’t Tefasir) 

Sebep bildiren masdar ve cer harfi lâm-ı ta’lilin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir.  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  سَب۪يلِ, şan ve şeref kazanmıştır.

عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ (Allah’ın yolundan) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ  [Saptırmak için büyüklenerek yüz çevirir] ayetindeki saptırmak için ifadesi, kendisi sapmak için anlamına gelecek şekilde,  يَ  harfi üstün olarak da okunmuştur. Buradaki  لِ  “lâm-ı akıbettir”. Yani o tartışır ve sonunda saptırır. (diğer okuyuşa göre sapar). (Kurtubî) 


 لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ

 

 .Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Car mecrur  فِي الدُّنْيَا, muahhar mübteda olan  خِزْيٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  خِزْيٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi,  لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُذ۪يقُهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Kıyamet günü ona, ateş azabını tattıracağız ibaresinde tehekkümî istiare vardır. Yakıcı azap, istenmeme hoşa gitmeme hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan “tadarsınız” ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müstear olarak kullanılmıştır.

عَذَابَ الْحَر۪يقِ  ve  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  izafetleri, veciz anlatım kastına matuftur.

İzafette muzâfın bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği, azabın,  الْحَر۪يقِ ’ın kaynağından olduğu manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Ahkâf Suresi 20)

خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 
Hac Sûresi 10. Ayet

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟  ...


(Ona), “İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah, kesinlikle kullara zulmedici değildir” (denir.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte bu
2 بِمَا yüzündendir
3 قَدَّمَتْ önceden yaptıkları ق د م
4 يَدَاكَ senin ellerinin ي د ي
5 وَأَنَّ ve şüphesiz
6 اللَّهَ Allah
7 لَيْسَ değildir ل ي س
8 بِظَلَّامٍ zulmedici ظ ل م
9 لِلْعَبِيدِ kullara ع ب د

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟

 

Cümle mukadder mekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  قائلين له (Ona … diyerek) şeklindedir.

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  بِ  sebebiyyedir. 

بِمَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَدَّمَتْ يَدَاكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَدَّمَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  يَدَا  fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir. اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. لَيْسَ ’nin dahil olduğu cümle  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَيْسَ  nakıs, camid fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” şeklinde tercüme edilir.

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِ  zaiddir.  ظَلَّامٍ  kelimesi lafzen mecrur,  لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

لِ  takviye içindir.  عَب۪يدِ۟  kelimesi, lafzen mecrur, mübalağalı ism-i fail olan  ظَلَّامٍ ’nin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

قَدَّمَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

ظَلَّامٍ - عَب۪يدِ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟

 

ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ  cümlesi takdiri  قائلين له  (Ona ….diyerek) olan mahzuf bir fiilin mekulü’l-kavldir.

İsim cümlesi formunda gelen  ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi olması, işaret edilene tahkir ifade eder. İşaret isminde tecessüm sanatı vardır. Muhatabın kalın kafalı olduğuna işaret eder.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ismi mevsûl  مَا ’nın müteallakı olan haber mahzuftur. 

Mevsûlün sılası olan  قَدَّمَتْ يَدَاكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. İşaret ismi ile günahkârların azabına işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)  

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Bu ayetteki  ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ  cümlesinin îrabı, ayetin belâgat özelliğini etkilemektedir. Âlûsî'nin de tercih ettiği anlaşılan birinci irâba göre  ذٰلِكَ  kelimesi mübtedadır, بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ  ifadesi haberdir. Cümle bu şekilde irâblandırıldığında iltifat sanatı tezahür etmektedir. Şöyle ki ayette bahsi geçen kişi, önce gaib zamirle ifade edilmiştir. Bu cümlede ise muhatap zamir ile ifade edilerek gaipten muhtataba dönüş şeklinde bir iltifat gerçekleşmiştir. Âlûsî bu cümlenin başka şekillerde de îrabının mümkün olduğunu söylemektedir. Diğer îrab şekline göre cümle mübteda haber değil, gizli bir fiilin mef‘ûlü konumundadır. Bu durumda cümlenin anlamı şu şekilde olabilir: “Ona denilir ki: İşte bu senin ellerinin işledikleri yüzündendir.” Âlûsî'ye göre bu irâbta muhatap zamiri kavl sözünün mekûlu konumunda bir alıntı cümle gibidir. (Âlûsî, Ruhu’l Meanî, IX, 118) 

Birinci îrabda olduğu gibi doğrudan muhatap zamire geçiş yapılmamaktadır. Bu nedenle iltifat sanatından söz edilmesinin uzak olduğu görülmektedir.

بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ  [Ellerinin sunduğu şey sebebiyle] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Alakası, sebebiyyedir. Çünkü hayrı da, şerri de yapan eldir. (Safvetu’t Tefasir)

El ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

اَيْد۪ي (eller) zikredilerek tağlîb yapılmıştır. Çünkü iyi ya da kötü amellerin çoğu eller ile meydana gelmektedir. Ellerle yapılanlar bir araya getirilerek tağlîb meydana gelmektedir. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin el-Burhân fi Ulûmi’l Kur’an Adlı Eserinin Belâgat İlmi Açısından Değerlendirilmesi ve Kur’an’daki deyimler ve Zemahşerînin Keşşâfı)

Bu kimsenin uğradığı dünya rezilliği, rüsvalığı ve ahiret azabının sebebi daha önce işlediği küfür ve günahlardır. Allah facirlere (kâfir ve günahkârlara) ceza verme ve salihlere sevap verme hususundaki adaleti gereği ona bu şekilde muamelede bulunacaktır. Çünkü Allah kullarına zulmetmez. Özetle, bu ceza haktır, küfür ve büyük günah işleme sebebiyle adalettir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Bu da (senin) iki elinin öne sürdüğü şey sebebiyledir: Gaibden muhataba üslup değiştirilmiştir ya da gizli kavl maddesi düşünülmüştür yani kıyamet gününde ona: Bu rezillik ve azap irtikap ettiğin küfür ve isyanlar dolayısıyladır, denilir anlamındadır. (Beyzâvî)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahaldeki mevsûlün mahalline matuftur. 

بِظَلَّامٍ ’deki zaid  بِ  ve  اَنَّ  ile tekid edilen menfi isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber, inkâri kelamdır. Lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, konunun önemini vurgulayarak muhatabı ikaz içindir. 

اَنَّ ’nin haberi,  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin haberi  بِظَلَّامٍ ’deki  بِ, tekid ifade eden zaid harftir. 

Allah lafzında tecrid sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah’tır.

ظَلَّامٍ  mübalağa kalıbı, kulların çok olmasındandır. (Beyzâvî) 

Masdar tevilindeki son cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Hac Sûresi 11. Ayet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  ...


İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 النَّاسِ insanlardan ن و س
3 مَنْ kimi
4 يَعْبُدُ ibadet eder ع ب د
5 اللَّهَ Allah’a
6 عَلَىٰ
7 حَرْفٍ bir kenardan (uçurumdan) ح ر ف
8 فَإِنْ eğer
9 أَصَابَهُ kendisine gelirse ص و ب
10 خَيْرٌ bir hayır خ ي ر
11 اطْمَأَنَّ huzura kavuşur ط م ن
12 بِهِ onunla
13 وَإِنْ ve eğer
14 أَصَابَتْهُ başına gelirse ص و ب
15 فِتْنَةٌ bir kötülük ف ت ن
16 انْقَلَبَ döner ق ل ب
17 عَلَىٰ üstü
18 وَجْهِهِ yüz و ج ه
19 خَسِرَ o kaybetmiştir خ س ر
20 الدُّنْيَا dünyayı د ن و
21 وَالْاخِرَةَ ve ahireti ا خ ر
22 ذَٰلِكَ işte budur
23 هُوَ o
24 الْخُسْرَانُ ziyan خ س ر
25 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن
İlk âyette, Allah’a kulluğu dünya hayatındaki rahatlık şartına bağlayan insanların tipik davranışları tasvir edilmekte, imanlarına pamuk ipliğiyle bağlı olan bu tür kimselerin işleri rast gittikçe Allah’a kulluk etmekten memnun oldukları, bir imtihan sıkıntısına mâruz kaldıklarında ise hemen bu statüden sıyrılmak istedikleri; bir başka ifadeyle, Allah’ın istediği gibi kul olmaya çalışmak yerine, kulluk ettikleri Tanrı’nın kendi istedikleri gibi olmasını bekledikleri anlatılmaktadır. Aynı âyette belirtildiği üzere böyle kimseler hem dünyalarını hem âhiretlerini yitirmişlerdir ve apaçık ziyan içindedirler. Zira inançsızlığını açıkça ortaya koyan kimseler, tutarlı bir hayat çizgisi izleyebilme ve hiç değilse dünya yaşantılarını gerçek isteklerine göre sürdürebilme hususunda Allah’a şartlı kulluk edenlere göre daha yüksek şansa sahiptirler. Âyetin “Allah’a şartlı olarak kulluk eder” şeklinde tercüme edilen kısmına, “Allah’a tereddütler içinde, tam inanmadan, sınırda, kıyıdan kıyıya kulluk eder”mânaları da verilmiştir.
 
 Başına bir sıkıntı geldiğinde şirke dönen ve Allah’tan başka mâbudlar arayan kimselerden söz edilirken, 12. âyette bunların “ne zarar ne de yarar sağlayabilen”varlıklara yalvardıkları ifade edildiği halde 13. âyette “zararı yararından daha yakın” varlıklara yalvardıklarının belirtilmesi tefsircileri değişik yorumlara yöneltmiştir. Bu iki âyet arasındaki bağla ilgili dil bilgisine dayalı birçok izahın yanı sıra (bk. Taberî, XVII, 124-125; Şevkânî, III, 496-497), 13. âyette kastedilen varlıklar hakkında başlıca iki yorum yapılmıştır. Birinci yoruma göre, Allah’a kulluk etmekten cayanlar daha sonra kendilerinden korktukları ve yardımına sığındıkları liderlere yönelmektedir ve bu liderlerin onlara yarardan çok zarar verdiklerine işaret edilmektedir. İkinci yorumun sahipleri burada da putlardan söz edildiği kanaatindedirler ve iki âyet arasında çelişki bulunmadığını şöyle açıklarlar: Putların kendileri yarar sağlamadıkları gibi zarar da veremezler, ama onlara kulluk edilmesi zarara yol açar, onlara tapanlar âhiret mutluluğunu yitirirler; âyette de bu kastedilmiştir (Râzî, XXIII, 14). 11. âyetin, refah düzeyinin artacağı ümidine bağlı olarak müslüman olan bazı bedevî Araplar’ın veya bir yahudinin İslâmiyet’i kabul ettikten sonra işlerinin ters gitmesi karşısında dinden çıkması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (Taberî, XVII, 124-125; Râzî, XXIII, 12-14). Bununla beraber âyetteki tasvirin, hemen her devirde ve her yerde karşılaşılan bir insan tipine dikkat çekmeyi hedeflediği kuşkusuzdur: Evrenin yaratıcısı ve mutlak hâkimi olan Allah’a iman bilincine erişememiş, bazı çevresel etkiler altında veya dünyevî beklentiler uğruna Allah’a kulluk etmeyi “deneyen” fakat O’nu kişisel arzularına uygun bir mâbud olarak göremediği için bütün benliğiyle şirke yönelen, böylece hem dünya hem âhiret mutluluğunu kaybeden insanlar! Devamındaki iki âyette belirtildiği gibi bu kimseler yine de “kulluk etme ve yakarma” ihtiyacından kendilerini alıkoyamamakta, ama bu defa ya hiçbir yararı veya zararı dokunmayacak ya da zararının dokunması çok muhtemel varlıklara yönelmektedirler.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718-719
Riyazus Salihin, 1836 Nolu Hadis
Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm İbni Nâşir radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmal etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınırlar koydu, o sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın.”
(Dârekutnî, es-Sünen, IV, 184. Ayrıca bk. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 115)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُ 'dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عَلٰى حَرْفٍ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri,  مستقرّا على حرف (Ucuna yerleşmiş) şeklindedir.  

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اَصَابَهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur. خَيْرٌ  fail olup lafzen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karinesi olmadan gelen  اطْمَاَنَّ  cümlesi şartın cevabıdır. 

اطْمَاَنّ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِه۪  car mecruru  اطْمَاَنَّ  fiiline mütealliktir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. 

اَصَابَتْهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur.  فِتْنَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  انْقَلَبَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

انْقَلَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو dir. عَلٰى وَجْهِ  car mecruru  انْقَلَبَ deki  failinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, كافرا (kâfir olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَ  cümlesi hal olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَسِرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  الدُّنْيَا  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْاٰخِرَةَ  kelimesi atıf harfi  وَ la  الدُّنْيَا ya matuftur. 

انْقَلَبَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب dir. 

اَصَابَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  isim cümlesi  ذٰلِكَ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. الْخُسْرَانُ  kelimesi  ذٰلِكَ nin haberi olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ  kelimesi, الْخُسْرَانُ  sıfatı olup merfûdur.

Veya هُوَ  ikinci mübtedadır.  الْخُسْرَانُ  kelimesi هُوَ nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi,  الْخُسْرَانُ  sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i  failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan  عَلٰى حَرْفٍ mahzuf hale mütealliktir. Takdiri,  مستقرّا  (yerleşmiştir) şeklindedir.

Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ'dır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.

حَرْفٍۚ ’deki tenvin, tahkir içindir.

“Bir tarafından” manasındaki harf kelimesininin, yalnız bir yönünde anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da bir kişinin darlık ve zorluk zamanında değil de, sadece bolluk ve rahatlık zamanında Allah'a ibadet etmesi demektir. (Kurtubî) 

مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ  [Allah'a kenarda kulluk eden] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah, münafıkları ve dinleri hususunda içinde bulundukları şüphe ve tereddüdü, uçurum kenarında durarak ibadet etmek isteyen kimseye benzetmiştir. Bu, ne parlak bir temsildir! (Safvetu’t Tefasir, Âşûr)


فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ 

 

فَ  istînâf veya atıf içindir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelmiş  اِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ  cümlesi, şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اطْمَاَنَّ بِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Aynı üslupla gelen  اِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi, daha beliğ ve etkilidir.

Hasan el-Basrî şöyle demiştir: Kişinin din konusunda itimat ettiği dayanağı, kalbi ve lisanıdır. Binaenaleyh bu ikisinden biri diğeri ile uyumlu olduğunda, insan dini bakımdan mükemmel olmuş olur. Dolayısıyla o kimse, kalbinden nifak olduğu halde bazı gayelerinden ötürü dili ile mümin olduğunu söylediğinde, onun hakkında zemmetmek  için “O Allah'a bir ‘harf’ üzere (bir taraftan tutarak) tapıyor” denilebilir. (Fahreddin er-Râzî) 

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَ  cümlesi haldir.  Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

اِنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88, 106)

اَصَابَتْهُ - اَصَابَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَيْرٌ  ve  فِتْنَةٌۨ  kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.

الدُّنْيَا - لْاٰخِرَةَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  خَيْرٌۨ - فِتْنَةٌۨ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır. 

فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ [Kendisine bir iyilik dokunursa pek memnun kalır] ile  اِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ [Bir de musibete uğrarsa çehresi değişir] cümleleri arasında güzel bir mukabele vardır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)


ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir amacına matuftur. Kâfirlerin irtidâd ve küfürlerine işarettir. هُوَ, fasıl zamiridir. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafât, s. 119)

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الْخُسْرَانُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemal derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ  cümlesi,  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠  cümlesinden bedel-i iştimâldir.  ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  cümlesi ise  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠  cümlesi ile şirke düştü anlamındaki انْقَلَبَ  fiilinin failindeki zamire ait hal durumunfa gelen  يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ  (Hac Suresi,12) cümlesi arasındaki mu’tarıza cümlesidir. (Âşûr)

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْخُسْرَانُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ziyan etmesi; korumasız kaldığı ve dinden dönmekle ameli boşa gittiği içindir. Hal olarak nasb ile  خاسراً, fail olarak da ref ile  خاسرون  da okunmuştur. Zamir yerine zâhir isim konulması ziyanını tespit etmek içindir. Ya da merfû olduğu takdirde mahzuf mübtedanın haberidir. (Beyzâvî) 

هُوَ  fasıl zamiridir. Müsnedin marife olarak gelişinden dolayı oluşan kasır ise iddâi kasırdır. İddia edilen şey, apaçık hüsran’ın mahiyetinin onların hüsranıyla sınırlanmış olduğudur. İddiaî kasırdan maksatsa, haberin tahakkukunu sağlamak ve şüpheyi ortadan kaldırmaktır. Fasl zamiri ise bu kasrı tekid eder ve kasredilen haberi güçlendirir. (Âşûr) 

Hüsranda olan bu kimse, dinden dönmekle ismeti (dokunulmazlığı) kalkmış; amelleri boşa gitmiş ve neticede dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, en büyük hüsrandır; bunun ikinci bir benzeri yoktur. (Ebüssuûd)

خَسِرَ - خُسْرَانُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hac Sûresi 12. Ayet

يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  ...


O, Allah’ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَدْعُو yalvarır د ع و
2 مِنْ
3 دُونِ ayrı olarak د و ن
4 اللَّهِ Allah’tan
5 مَا şeylere
6 لَا
7 يَضُرُّهُ ona zarar veremeyen ض ر ر
8 وَمَا ve şeylere
9 لَا
10 يَنْفَعُهُ yarar sağlamayan ن ف ع
11 ذَٰلِكَ işte budur
12 هُوَ o
13 الضَّلَالُ sapma ض ل ل
14 الْبَعِيدُ uzak(lara) ب ع د

يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُۜ

 

Fiil cümlesidir. يَدْعُوا  fiili, و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celal muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  يَدْعُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَضُرُّهُ dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَضُرُّ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا لَا يَنْفَعُهُۜ  cümlesi atıf harfi  وَ la   مَا لَا يَضُرُّهُ ya matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَنْفَعُهُ dur. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُهُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  isim cümlesi  ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. هُوَ  fasıl zamiridir.  الضَّلَالُ  kelimesi  ذٰلِكَ nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْبَع۪يدُ  kelimesi,  الضَّلَالُ  sıfatı olup merfûdur. Veya هُوَ  ikinci mübtedadır.  الضَّلَالُ  kelimesi  هُوَ nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْبَع۪يدُ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَدْعُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ’nın sılası olan  لَا يَضُرُّهُ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl, birinciye tezat nedeniyle atfedilmiştir.

لَا يَضُرُّهُ  cümlesiyle,  لَا يَنْفَعُهُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَا  ve  لَا ’ların tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Burada bahsedilen, putperest müşriklerdir. Binaenaleyh bu ifade, ayetin Yahudiler hakkında olmadığına delalet eder gibidir. Çünkü Yahudiler Allah'tan başka putlara tapanlardan değillerdir. O halde doğruya en yakın olan, bunun Hz. Peygambere (sav) münafıkça yalvarıp yakaran ve baş vuran kimseler hakkında olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)  


ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tahkir ve tevbih ifade eder.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafât, s. 119)

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. İşaret ismiyle putperestlerin durumuna işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

هُوَ, fasıl zamiridir. Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الضَّلَالُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْبَع۪يدُ  kelimesi  الضَّلَالُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  şeklindeki ayetin sonu başına uygundur. Çünkü Allah’tan başkasına ibadet etmek en büyük dalalettir. Bu üslub teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  tabiri çölde yolunu kaybedip de iyice hedeften uzaklaşan ve sapma mesafesi iyice artan kimsenin halinden istiaredir. (Keşşâf)
Hac Sûresi 13. Ayet

يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ  ...


Zararı faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı, ne fena yoldaştır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَدْعُو yalvarır د ع و
2 لَمَنْ olana
3 ضَرُّهُ zararı ض ر ر
4 أَقْرَبُ daha yakın ق ر ب
5 مِنْ -ndan
6 نَفْعِهِ faydası- ن ف ع
7 لَبِئْسَ ne kötü ب ا س
8 الْمَوْلَىٰ bir yardımcı و ل ي
9 وَلَبِئْسَ ve ne kötü ب ا س
10 الْعَشِيرُ bir arkadaştır ع ش ر

يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَدْعُوا  fiili önceki ayetteki  يَدْعُوا  fiilini tekid için gelmiştir.

يَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

لَ  ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ضَرُّهُٓ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Haberi mahzuftur. Takdiri,  إلهه (İlâhı) şeklindedir.  

ضَرُّهُٓ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَقْرَبُ  haber olup lafzen merfûdur.  مِنْ نَفْعِه۪  car mecruru  اَقْرَبُ ’ya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ

 

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

بِئْسَ   zem anlamı taşıyan camid fiildir. Mahsusu mahzufdur. Takdiri,  هُو ’dir. 

الْمَوْلٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı İsme Muzâf Olarak Gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  Harfine Bitişik Olarak Gelmesi

4. Failinin İsm-i Mevsûl Olarak Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَبِئْسَ الْعَش۪يرُ  atıf harfi  وَ la  لَبِئْسَ الْمَوْلٰى ya matuftur. الْعَش۪يرُ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُوا لَمَنْ ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ مِنْ نَفْعِه۪ۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki …يَدْعُوا  cümlesini tekid için gelmiştir. Fasılla gelmesinin sebebi kemâl-i ittisâldir.

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayet-i Kerîme’de geçen  لَمَنْ ’deki lâm zâidedir, tekid için gelmiştir.

لَمَنْ ’deki lâm ibtidaiyyedir ve sonrasında gelen cümlenin muhtevasını te’kid eder. İbtidaiyye lâmı cümleye, tekid harfi olan  اِنَّ ’nin kattığı anlamı katar. (Âşûr) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mübtedadır. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  إلهه (İlâhı) olan haber mahzuftur. 

مَنْ  kelimesi mübtedadır.  ضَرُّهُٓ, ikinci mübteda,  اَقْرَبُ  ise onun haberidir. Cümle de مَنْ ’nin sılası olup haberi hazf edilmiştir. (Kurtubî)

Ayette, putlar  için akıl sahipleri hakkında kullanılan  مَنْ  harfinin kullanılmış olması, puta tapanın halini ziyadesiyle takbih ve zemmetmek içindir. (Ebüssuûd)

Mevsûlün sılası olan  ضَرُّهُٓ اَقْرَبُ, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  اَقْرَبُ ’nun ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.  مِنْ نَفْعِه۪, haber olan  اَقْرَبُ ya mütealliktir.


لَبِئْسَ الْمَوْلٰى وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ

 

Ayetin bu cümlesi kasem üslubunda gayrı talebî inşâi isnaddır.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı  بِئۡسَ nin dahil olduğu inşa cümlesidir. Zem fiili olan  بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  هُو (O)dir. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.

Aynı üslupla gelen  وَلَبِئْسَ الْعَش۪يرُ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

بِئْسَ  tekid ifade eden zem fiillerindendir. Tekrar edilmesi kınamayı artırmaktadır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ضَرُّهُٓ - نَفْعِه۪  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  عَش۪يرُ - مَوْلٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayette geçen dua (yalvarma, haykırma), bir önceki ayette geçen dua için tekid olmakla beraber sonrası için bir hazırlıktır. (Ebüssuûd) 

Buradaki  مَوْلٰى, yardımcı manasında,  عَش۪يرُ  ise arkadaş ve yoldaş manasınadır. Bu ifadenin, liderler için kullanılmış olması daha uygundur. Çünkü böyle bir ifade putlar için hemen hemen hiç kullanılmaz. Cenab-ı Hak böylece o kâfirlerin hem dünya hem ahiret hayırlarını veren Allah'a ibadet etmeyi bırakıp putlara ibadete ve reislerine itaate döndüklerini bildirmiş, sonra da o reislerini “Onlar, ne kötü yardımcı!” diyerek kınamıştır. Bununla liderlerinden medet uman ve onlara sığınan kimselerin kınanması kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî - Ebüssuûd)
Hac Sûresi 14. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ  ...


Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 يُدْخِلُ sokacaktır د خ ل
4 الَّذِينَ kimseleri
5 امَنُوا inanan ا م ن
6 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
7 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
8 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
9 تَجْرِي akan ج ر ي
10 مِنْ
11 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
12 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
13 إِنَّ şüphesiz
14 اللَّهَ Allah
15 يَفْعَلُ yapar ف ع ل
16 مَا şeyi
17 يُرِيدُ istediği ر و د

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  

يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُدْخِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَمِلُوا  atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ya matuftur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

جَنَّاتٍ  kelimesi  يُدْخِلُ  olan fiilin mef’ûlün bihi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

تَجْر۪ي  fiili,  جَنَّاتٍ ’in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَجْر۪ي  fiili ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur.  

يُدْخِلُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi,sülâsî mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُر۪يدُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  

يُدْخِلُ  fiilleri, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

يُر۪يدُ  fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

Allah Teâlâ önceki ayetlerde münafıkların ibadetlerinin ve mabudlarının durumlarını anlatınca, istînâfiyye olarak fasılla gelen ayette de müminlerin ibadetlerinin ve onların mabudunun durumunu anlatmıştır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.

اِنَّ ’nin haberi olan  يُدْخِلُ, muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُدْخِلُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, sonraki habere dikkat çekmenin yanıda, onlara tazim amacı taşır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُدْخِلُ  filinin ikinci mef’ûlü olan  جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.


 اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ

 

Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr Suresi 1)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah lafzının ayette iki kez geçmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ nin haberi olan  يَفْعَلُ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’in sılası olan  يُر۪يدُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şüphesiz Allah, istediğini yapar: Kendini, bir bileni mükâfatlandırmak ve kötü niyetli kimseyi de cezalandırmak gibi. Bunu kimse durduramaz ve buna kimse mani olamaz. (Beyzâvî)

Ayetteki “ne dilerse” ifadesi, hem kendi yapmak istediği hem de insanların yapmak istediği fiilleri içine alan (umumi) bir ifadedir. Dolayısıyla bu umumi ifadeyi kayıtlamak ayetin hilafınadır. (Fahreddin er-Râzî) 

Son cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Ayette Allah lafzının ve  اِنَّ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 عَمِلُوا - يَفْعَلُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Hac Sûresi 15. Ayet

مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ  ...


Her kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ise ك و ن
3 يَظُنُّ sanıyor ظ ن ن
4 أَنْ diye
5 لَنْ
6 يَنْصُرَهُ kendisine yardım etmeyecek ن ص ر
7 اللَّهُ Allah
8 فِي
9 الدُّنْيَا dünyada د ن و
10 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
11 فَلْيَمْدُدْ uzansın م د د
12 بِسَبَبٍ bir sebep(ip)le س ب ب
13 إِلَى
14 السَّمَاءِ göğe س م و
15 ثُمَّ sonra
16 لْيَقْطَعْ kessin ق ط ع
17 فَلْيَنْظُرْ ve baksın ن ظ ر
18 هَلْ mi?
19 يُذْهِبَنَّ giderebilecek ذ ه ب
20 كَيْدُهُ bu düzeni ك ي د
21 مَا şeyi
22 يَغِيظُ öfkelendiği غ ي ظ
“Ona” diye çevrilen zamirle kimin kastedildiğine ilişkin yorum, bu âyete mâna verirken belirleyici bir role sahip olmaktadır. Müfessirler genellikle bu zamirin Hz. Peygamber hakkında olduğu kanaatini benimsemişlerdir. Bunu zorlama bir yorum olarak niteleyen M. Esed, burada 11. âyette belirtilen ve Allah’a iman-küfür sınırında kulluk eden kişilere, yani kendisine yardım için Allah’ın yeterli olmadığını düşünen, Allah’ın gücünün bu dünyada ve âhirette mutluluğa ulaştırmaya yeteceğinden şüphe eden kimselere imada bulunulduğunu belirtir (II, 670). Âyetin “bir çaresini bulup göğe uzansın” şeklinde çevirdiğimiz kısmını “Tavana ip bağlayıp kendini assın” şeklinde ve “kesip baksın” diye tercüme ettiğimiz kısmını “dünya veya hayat ile ilişkisini kessin” ve “İpi kesip intihar etsin” şeklinde anlayanlar olduğu gibi, bu ifadeye “Göğe yükselip vahyin veya ilâhî yardımın kaynağını kesmeye çalışsın” gibi mânalar verenler de olmuştur (Taberî, XVII, 125-128; Şevkânî, III, 497). Burada emir kipi kullanılarak, gerçekleşmeyecek bir şarta bağlı ifadeyle muhatabın âciz düşürülmesi amaçlanmış; içlerinde inkârcılığın oluşturduğu kin ve psikolojik baskıdan bir türlü kurtulamayan kişilerin hangi yollara başvururlarsa vursunlar, son tahlilde yaptıklarının bir yarar sağlamayacağına ve dünyalarını da âhiretlerini de yitirmelerine sebep olacağına dikkat çekilmiştir (İbn Âşûr, XVII, 219-220).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719-720

مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ 

 

İsim cümlesidir.  مَنْ  şart ismi, iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ يَظُنُّ  cümlesi  مَنْ in haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.  يَظُنُّ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَظُنُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَظُنُّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنه (Muhakkak ki O)  şeklindedir. 

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)            

Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَنْ يَنْصُرَهُ  cümlesi  اَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

يَنْصُرَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  فِي الدُّنْيَا  car mecruru  يَنْصُرَهُ   fiiline mütealliktir.

الْاٰخِرَةِ  atıf harfi  وَ ’la  الدُّنْيَا ’ya matuftur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لْ  emir lamıdır.

يَمْدُدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.  بِسَبَبٍ  car mecruru  يَمْدُدْ  fiiline mütealliktir.

اِلَى السَّمَٓاءِ  car mecruru  بِسَبَبٍ  mahzuf sıfatına mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لْ  emir lamıdır.  يَقْطَعْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

لْ  emir lamıdır. يَنْظُرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

هَلْ يُذْهِبَنَّ  cümlesi يَنْظُرْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلْ  istifham harfidir.  يُذْهِبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  كَيْدُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, amili  يُذْهِبَنَّ  olan fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَغ۪يظُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

 يَغ۪يظُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ  mübtedadır. كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi hem şart cümlesi hem de  مَنْ ’in haberidir.

كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

اَنْ, muhaffefe  اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Haberi olan  لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَنَّ  ve  لَنْ  olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar-ı müevvel,  يَظُنُّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

يَنْصُرَهُ ’daki zamir Peygambere (sav) aittir. 

فَ  karinesiyle gelen  فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ  cümlesi şartın cevabı olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap fiiline dahil olan  لْ, emir lamıdır. Fiili cezm yapmıştır. 

بِسَبَبٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifadesi içindir.

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  ibaresindeki فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya ve ahiret içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya ve ahire hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

دُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاء  ifadesinde  بِسَبَبٍ ’in manası; “ip”tir. Bu görüşte olanlar, ayetteki “sema” lafzı ile ne kastedildiği hususunda değişik görüşler belirtmişlerdir: Bazıları: “Bu, evin seması yani tavanı” derken bazıları da: “Bu, gerçek manada semadır yani göktür.” demişlerdir. Buna göre mana şöyle olur: “Allah'ın ona yardım etmeyeceğini zanneden sonra da bu zannına erememekten dolayı son derece öfkelenen kimse, kendisini öfkelendiren şeyi ortadan kaldırmak için bütün gücünü kullanarak elinden geleni yapsın. Hatta evinin tavanına bir ip bağlayıp, kendini assın. O zaman görsün ki yaptığı şey, kendisini öfkelendiren Allah'ın yardımını giderecek mi?” şeklindedir. Bu, müfessirlerin ekserisinin görüşüdür. (Fahreddin er-Râzî) 


ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ

 

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilen …ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ  cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  لْيَقْطَعْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَ  karinesiyle gelen  فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ  cümlesi şartın cevabı olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. فَلْيَنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabın kastı soruya cevap beklemek değil istihza olduğu için terkip, mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

هَلْ, belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgi nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَغ۪يظُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada kendisini boğmak, kesmek olarak adlandırılmıştır, çünkü boğulan kimse hava alıp verme yollarını tıkamak suretiyle nefesini keser. Nefeslerin kesik kesik olmasına  ألقطع  denilmesi de bu noktadan hareketle olmaktadır. Yapacağı fiile  كَيْدُ  yani taktik hile denilmiştir, çünkü başka bir şey elinden gelmediği için yapabildiği fiili  كَيْدُ  yerine koymuştur. Ya da istihza yoluyla böyle denilmiştir. Çünkü o haset ettiği kişiye değil aksine kendi nefsine taktik hile kurmuş olmaktadır; maksat şudur: Onun elinden, öfkesini giderebilecek hiç bir şey gelmez. (Keşşâf)

[Göğe bir ip uzatsın, sonra da kessin]: Yani öfkesini veya telaşını giderecek şeyi iyice araştırsın, Mesela, çok kızmış yahut paniğe kapılmış biri gibi elinden geleni yapsın. Hatta evinin tavanına bir ip bağlayıp kendini assın. Bu da  قطع dan gelir ki kendini boğmaktır. Çünkü intihar eden nefes borusunu tıkamakla canını çıkarır. Şöyle de denilmiştir: Dünya göğüne bir ip uzatsın, sonra da onunla aradaki mesafeyi kat etsin, bulutlara ulaşsın, yardımını veya rızkını durdurmak için elinden geleni yapsın. Baksın yani içinden düşünsün, hilesi, gerçekten giderecek mi? Buna hile demesi, son çaresi bu olduğundandır. (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî) 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile gelecek manası kazandıran bir edatın bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelir.  يُذْهِبَنَّ  fiiline soru edatı dahil olmuştur ve gelecek manasındadır. 

 يَمْدُدْ - يَقْطَعْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Günün Mesajı
Güçlü mümin din üzerinden kâr veya zarara bakmaz. O bütün durumlarında dinine sımsıkı sarılır. İmanları zayıf olan kimseler ile kâfirler ise dine ancak dolayısıyla doğrudan bir fayda, açık bir iyilik ortaya çıktığı zaman sarılırlar. Hoşlanmadıkları bir hal ile karşı karşıya kaldıkları takdirde ise ne dini tanırlar ne de bir akideye sarılırlar.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Sakin konuşmasına rağmen, hocanın sesi sınıfta yankılanıyordu. İlim Kuşu, bu sefer yanında birini getirmiş, beraber dersi dinliyorlardı:

İnsanların kimisi vardır; işi gücü, özellikle de bilgisi olmayan konularda konuşarak akılları karıştırmak ve mümkünse başkalarını yolundan saptırmaktır. Bunun izlerini ve zararlarını; dini ciddi meselelerde görebildiğin gibi dünyalık daha basit konularda da görebilirsin. Kimisi vardır; Allah’a olan kulluğunu şartlara bağlar. İyi şeyler yaşadığında, kendi hakkettiği içindir. Fakat kötü şeyler yaşadığında, imtihan dünyasında olduğunu unuturcasına isyan eder. Kimisi vardır; hayatı istediği gibi gidiyorsa Allah’ı anmadan yaşar ama sadece sıkıntılı anlarında O’na döner. Kimisi ise istediği ve istemediği meselelerde Allah’a şirk koşar. Bu hallerinde ısrar edenler; kendilerini alkışlayanlar çoğaldıkça, sıkıntıları dağıldıkça ve istedikleri gerçekleştikçe sevinir. Halbuki, Allah’ın kelamını okuyan bilir ki, bu kişinin cezasını şiddetlendiren bir imtihan şeklinden ya da uyarıdan başkası değildir. 

İnsan, Kur’an-ı Kerim’i düşünerek okusa ve tefsirlerdeki çeşitli bilgilerle aklını çalıştırsa; kendi halini çok daha iyi anlar ve kendisini tanır. Zira, Allah’ın kelamında, insanın sahip olduğu özelliklerle ilgili bir çok bilgi saklıdır. Yani, asıl ihtiyaç duyulan şifanın ve huzurun yoluna ulaştıracak sebepler, yine onda gizlidir. Kalbini Kur’an-ı Kerim ile meşgul etse ve nefsini hizaya getirse, Allah’ın yardımıyla, kendisini bir çok yanlışın içinden çekip çıkarır. İnsanların kimisine benzemekten kurtulur ve Allah’ın katında derecesi yükselenlerin arasına katılır.

Ey ölüleri dirilten ve her şeye gücü yeten Allahım! Kalbimizi, dünyadaki uykusundan uyandır ve yüzümüzle beraber Sana çevir. Gözlerimizin önündeki perdeyi kaldır ve onlara alemdeki hakikatleri seçtir. Kulaklarımızdaki dünyalık uğultuları gider ve zikrin ile kelamının sesiyle doldur. Bedenimizi nefsimizin uyuşukluğundan kurtar ve Sana ibadetteki huşu ile buluştur. 

Bizi; kelamını okuyan, anlayan ve yaşayanlardan. Senin yolunda dosdoğru ilerleyen ve başkalarını da yoluna çağıranlardan. Her gününde Seni hatırlayan ve Sana sığınanlardan. Nimetlerinde şükür eden ve imtihanlarında Sana tevekkül ederek yardımını isteyenlerden. Şirkin her türlüsünden uzaklaşarak - şüphesiz, şeksiz ve şartsız - yalnız Sana kulluk edenlerden eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji