بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۙ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, اَنْزَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlun bihi olan zamirin haline mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatab zamiridir.
اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰيَاتٍ kelimesi, اَنْزَلْنَاهُ ’deki mef’ûlun bihi olan zamirin hali olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
بَيِّنَاتٍۙ kelimesi اٰيَاتٍ ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اَنْزَلْنَاهُ ’deki zamire matuf olup mahallen mansubdur.
اللّٰه lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. يَهْد۪ي fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْد۪ي fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۙ
وَ istînâfiyyedir. كَذٰلِكَ, amili اَنْزَلْنَاهُ fiili olan mahzuf mef’ûlun mutlaka müteallıktır.
اَنْزَلْنَاهُ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki نَا azamet zamiridir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اٰيَاتٍ kelimesi haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. اٰيَاتٍ ’deki tenvin tefhim ve tazim içindir.
بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ
وَ atıf harfidir. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَاَنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يُر۪يدُ, masdar tevilinde, اَنْزَلْنَاهُ ’deki zamire atfedilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük, telezzüz ve tazim amacına matuftur.
اَنَّ ’nin haberi olan يَهْد۪ي muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يُر۪يدُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. Takdiri, يُرِيدُُ هِدَايتُهُ şeklindedir. Mef’ûlun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَنْزَلْنَا fiilinden sonra اللّٰهَ lafzı geldiği için iltifat sanatı ve tecrîd vardır.
Ayetin son cümlesi ıtnâb babından olan mesel tarikinde tezyîldir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | هَادُوا | yahudiler |
|
6 | وَالصَّابِئِينَ | ve sabiiler |
|
7 | وَالنَّصَارَىٰ | ve hırıstiyanlar |
|
8 | وَالْمَجُوسَ | ve mecusiler |
|
9 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
10 | أَشْرَكُوا | ortak koşanlar |
|
11 | إِنَّ | şüphesiz |
|
12 | اللَّهَ | Allah |
|
13 | يَفْصِلُ | hüküm verecektir |
|
14 | بَيْنَهُمْ | bunlar arasında |
|
15 | يَوْمَ | günü |
|
16 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
17 | إِنَّ | şüphesiz |
|
18 | اللَّهَ | Allah |
|
19 | عَلَىٰ | üzerine |
|
20 | كُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şey |
|
22 | شَهِيدٌ | şahittir |
|
Mecese مجس : Kelimedeki asıl anlamı Zerdüşt dinine mensup millettir ve sözcük eski Farsçadan alınmıştır. Kuran-ı Kerim'de bu lafzın geçtiği tek ayeti kerimede tevhid ve mertebeleri şirke kadar sıra gözetilerek sayılmıştır. Bunda müşriklerden önce zikredilen beş ümmetin de dinleri gereği muvahhid olduklarına delalet vardır. Daha sonra diğerleri tahrif olmuş ve şirke meyletmişlerdir. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Mecûsî'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ’la birinci الَّذ۪ينَ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası هَادُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
هَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّابِـ۪ٔينَ atıf harfi وَ ’la هَادُوا ’ya matuftur. الصَّابِـ۪ٔينَ kelimesi, اِنَّ ’nin ismine matuf olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
النَّصَارٰى atıf harfi وَ ’la الصَّابِـ۪ٔينَ ’e matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْمَجُوسَ atıf harfi وَ ’la النَّصَارٰى ’ya matuftur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ‘la ilk الَّذ۪ينَ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُواۗ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَشْرَكُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ cümlesi birinci اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَفْصِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بَيْنَ zarf olup يَفْصِلُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı olup يَفْصِلُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يدٌ ’e mütealıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يدٌ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
شَه۪يدٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِـ۪ٔينَ وَالنَّصَارٰى وَالْمَجُوسَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Ayetteki diğer iki mevsûl de aynı üslupta gelerek birbirine atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اِنَّ اللّٰهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ cümlesi birinci اِنَّ ‘nin haberidir. اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi olan يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ, muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ve الَّذ۪ينَ هَادُوا ve الَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۗ cümlelerinde taksim sanatı vardır.
اٰمَنُوا - هَادُوا - صَّابِـ۪ٔينَ - مَجُوسَ - اَشْرَكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَشْرَكُواۗ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayette bahsedilen يَفْصِلُ (ayırma), mutlak (kayıtsız) manadadır. Binaenaleyh bu, bütün halleri ve yerleri bakımından, onların arasını ayırmayı kapsayabilir. Bu sebeple Cenab-ı Hakk, onları aralarında fark gözetmeksizin tek bir kitle olarak cezalandırmaz ve onları tek bir yerde toplamaz. Bunun, “Allah onlar arasında hükmeder” manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Ayetin son cümlesi, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâlin zamir makamında zahir olarak zikredilmesinde iltifat, ıtnâb ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyh olan Allah lafzının iki kez zikredilmesi şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Yani Allah her şeyi bilendir ve bütün halleri gözetendir. Bunun zorunlu gereği olarak da O'nun bilgisi, mezkûr fırkaların her bir ferdinden sâdır olanları tafsilatıyla kuşatmaktadır ve ona layık olan karşılığı verecektir. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle hasr ifade eder. Yani O, her şeye şahittir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, شَه۪يدٌ ise maksûrdur. شَه۪يدٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Has ismi mevsûl olan الَّذ۪ينَ ayette üç defa, اللّٰهَ lafzı iki kez gelmiştir. Bu tekrarlarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ Cümlesi Allahın ilminin onların hallerini, ihtilaflarını ve sözlerinin doğruluğunu kuşattığından haberdar etmek için ibtidâî istînâfiyye cümlesi şeklinde gelmiştir. (Âşûr)اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ۩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | أَنَّ | kuşkusuz |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | يَسْجُدُ | secde ediyorlar |
|
6 | لَهُ | O’na |
|
7 | مَنْ | kimseler |
|
8 | فِي |
|
|
9 | السَّمَاوَاتِ | göklerdeki |
|
10 | وَمَنْ | ve kimseler |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْأَرْضِ | yerdeki |
|
13 | وَالشَّمْسُ | ve güneş |
|
14 | وَالْقَمَرُ | ve ay |
|
15 | وَالنُّجُومُ | ve yıldızlar |
|
16 | وَالْجِبَالُ | ve dağlar |
|
17 | وَالشَّجَرُ | ve ağaçlar |
|
18 | وَالدَّوَابُّ | ve hayvanlar |
|
19 | وَكَثِيرٌ | ve birçoğu |
|
20 | مِنَ | -dan |
|
21 | النَّاسِ | insanlar- |
|
22 | وَكَثِيرٌ | ama birçoğu |
|
23 | حَقَّ | hak olmuştur |
|
24 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
25 | الْعَذَابُ | azab |
|
26 | وَمَنْ | ve kimi |
|
27 | يُهِنِ | aşağılatırsa |
|
28 | اللَّهُ | Allah |
|
29 | فَمَا | artık olmaz |
|
30 | لَهُ | ona |
|
31 | مِنْ | hiç |
|
32 | مُكْرِمٍ | değer veren |
|
33 | إِنَّ | şüphesiz |
|
34 | اللَّهَ | Allah |
|
35 | يَفْعَلُ | yapar |
|
36 | مَا | şeyi |
|
37 | يَشَاءُ | dilediği |
|
Şemese شمس :
شَمْسٌ güneşin yuvarlağı ve ondan yayılan ışıktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 33 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şems ve şemsiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. يَسْجُدُ لَهُ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْجُدُ merfû muzari fiildir. لَهُ car mecruru يَسْجُدُ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَنْ فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ ’a matuftur.
الشَّمْسُ , الْقَمَرُ , النُّجُومُ , الْجِبَالُ , الشَّجَرُ , الدَّوَٓابُّ , كَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِ atıf harfi وَ ’la müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’e matuftur.
مِنَ النَّاسِ car mecruru كَث۪يرٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. كَث۪يرٌ mübteda olup haberi mahzuftur. Takdiri, مثاب (Dönüş yeri) şeklindedir.
وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ
وَ istînâfiyyedir. كَث۪يرٌ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. حَقَّ عَلَيْهِ kelimesi كَث۪يرٌ ’nin sıfatı olup merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْهِ car mecruru حَقَّ fiiline mütealliktir.
الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُهِنِ şart fiili, meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru, mahzuf habere müteallıktır.
مِنْ zaiddir. مُكْرِمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُهِنِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هون ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُكْرِمٍ kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ۩
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ cümlesi, اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَٓابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve tenbih manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette, mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَلَمْ تَرَ lafzındaki istifham harfi, mahlukatın hallerinin Allah-u Teala’nın uluhiyetteki tekliğine delalet edişinin muhatap tarafından bilmezden gelinişine atıfta bulunularak inkari manadadır. Veyahut muhatap Nebi (s.a.) olarak düşünülerek istifham-ı takriri’de denilebilir. (Âşûr)
Muzari sıygadaki تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan …اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ cümlesi, masdar tevilinde, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ ’nin haberi olan …يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يَسْجُدُ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, mahzuf sılaya mütealliktir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl مَنْ birinciye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
Ayette üç kez tekrarlanan اللّٰهَ lafzında tecrîd sanatı, ayrıca ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
الشَّمْسُ - الْقَمَرُ - النُّجُومُ الْجِبَالُ - الشَّجَرُ ,الدَّوَٓابُّ - النَّاسِۜ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Semavat, yeryüzünü de kapsadığı halde الْاَرْضِ ’dan sonra السَّمٰوَاتِ tekrar söylenmesi hususdan sonra umumun zikri babında ıtnâbdır.
فِي الْاَرْضِ ve ف۪يهَا ibarelerindeki ف۪ي harflerinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiyet manası vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. الْاَرْضِ ve رَوَاسِيَ içine girilecek bir şeylere benzetilmiştir.
Hemze ile yapılan istifham, soranın düşüncesinde, sorulan konu hakkında müspet bir duygu uyandırır. هل edatı, bunun aksinedir. Çünkü bu edat, soru soran kimsede ne müspet ne de menfi bir duygu uyandırır. Bunu, Ebu Hayyan aktarmıştır. (Süyûtî, el-İtkan)
Görmek olarak ifade edilmesi, bunun malum olduğunu zımnen bildirmek içindir. Ayetteki hitap, görmek imkanına sahip herkes içindir. Zira bu hakikat, hiç kimseye gizli kalmayacak kadar açıktır. (Ebüssuûd)
Ayetteki rûyet-görme ile bilme manası kastedilmiş olup ayet, “Gökteki ve yerdekilerin, Allah'a secde ettiklerini bilmedin mi?” demektir. Hz. Peygamber (s.a.), bunu gördüğü için değil, Allah'ın haber vermesiyle bilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
سُجُود ifadesinde istiare vardır. Güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar ve temyiz (akıl) sahibi canlı olmayan varlıkların secde etmesiyle kastedilen - Allahu alem- onlarda görülen Allah Teâlâ’ya boyun eğme izleri, onların iş ve nizamlarının Allah tarafından yöneltildiğine ve çekip çevrildiğine ilişkin alametler, Allah tarafından belli görevleri yapmaya boyun eğdirilmelerine ilişkin delillerdir. Ondan dolayı bu durumun سُجُود kelimesinin sözlükteki asıl/gerçek anlamına uygun olarak secde edici diye isimlendirilmesi güzel düşmüştür. Çünkü bu kelimenin sözlükteki asıl anlamı eğilme, boyun eğme, itaat ve teslimiyettir.
Bu secdeden murat, ilâhi iradeye tam olarak boyun eğmektir; yoksa akıl sahiplerine mahsus olan ibadet secdesi değildir. (Ebüssuûd)
Bu varlıkların secde etmesi başka manada da olabilir ki o da şudur: Ayette sayılan bu şeylerde görülen ilâhi sanatın delilleri, ilâhi kudretin alametleri arifleri ve sağlam bilgi sahiplerini, Allah’ın kudretini itiraf ederek, O’na huşu ile boyun eğip itaat ederek Allah’a secde etmeye davet eder, O’nun huzurunda saygıyla eğilmeye sevkeder. (Kur’an Mecazları, Şerif er-Radi)
İsm-i mevsûl مَنْ ’e matuf olan merfu mahaldeki وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَث۪يرٌ mübteda, مِنَ النَّاسِۜ mahzuf habere mütealliktir.
Makabline matuf olan وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ cümlesi de aynı üslupta gelmiştir. حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ cümlesi ref mahallinde, كَث۪يرٌ için haberdir. Mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُۜ cümlesi و ile gelmiş itiraziyyedir. (Âşûr)
حَقَّ kelimesi, damme ile حَقُّ şeklinde okunduğu gibi mef'ûlun mutlak olarak حَقًّا şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Yeryüzü ve gökyüzündeki secde edenler sayıldıktan sonra secde etmekte cem’ edilmiştir. Cem’ ma’at-taksim sanatıdır.
وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde مَنْ mübteda يُهِنِ haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُهِنِ اللّٰهُ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ cümlesi و ile ikinci itiraziyyedir. (Âşûr)
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ ise faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan مُكْرِمٍ ’e dahil olan مِنْ harfi tekid ifade eden zaid harftir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
مُكْرِمٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden مِنْ de bu manayı pekiştirir.
مُكْرِمٍ, ikram etmek manasında, رَ ’nın fethası ile مُكْرَمْ şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
يُهِنِ (Hor duruma düşürdüğü) - مُكْرِمٍۜ (değer veren) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍۜ
Cümle beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ cümlesi iki itiraz cümlesinin sebebi konumundadır. Çünkü münkirin olmamasına rağmen cümlenin başında tekid harfinin olması ihtimama işaret eder. Bundan dolayı sebep manasındadır. اِنَّ harfi ta’lil veya sebep harfi kazanmıştır. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah lafzının ayette iki kez geçmesinde, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ ’nin haberi olan يَفْعَلُ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr Suresi, 1)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır.
هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْۘ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَٰذَانِ | işte şunlar |
|
2 | خَصْمَانِ | iki hasım taraf |
|
3 | اخْتَصَمُوا | çekişen |
|
4 | فِي | hakkında |
|
5 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
6 | فَالَّذِينَ | kimselere |
|
7 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
8 | قُطِّعَتْ | biçildi |
|
9 | لَهُمْ | onlara |
|
10 | ثِيَابٌ | giysi |
|
11 | مِنْ | -ten |
|
12 | نَارٍ | ateş- |
|
13 | يُصَبُّ | dökülüyor |
|
14 | مِنْ | -nden |
|
15 | فَوْقِ | üstü- |
|
16 | رُءُوسِهِمُ | başlarının |
|
17 | الْحَمِيمُ | kaynar su |
|
هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْۘ
İsim cümlesidir. İşaret ism-i هٰذَانِ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَصْمَانِ haber olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. اخْتَصَمُوا fiili خَصْمَانِ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اخْتَصَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي رَبِّهِمْۘ car mecruru اخْتَصَمُوا fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, في دين ربّهم (Rabblerinin dini hakkında) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اخْتَصَمُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خصم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
Burada اخْتَصَمُوا fiili iftiâl babından geldiği için müşareket manasındadır. Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur.
İlgili Tefsir Yorumu: Bu ikisi, insanlardan secde eden kısım ile secde etmeyen kısım, müminlerle kâfirler iki hasımdırlar ki kendilerinin Rabbi (olan Allah) hakkında tartışmaktadırlar. Rabbleri hakkında birbirlerine karşı dava açtıkları mahkemede duruşma halindedirler. (Bk: Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 5, s. 538) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ
İsim cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قُطِّعَتْ لَهُمْ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. قُطِّعَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. لَهُمْ car mecruru قُطِّعَتْ fiiline müteallıktır.
ثِيَابٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Naib-i fail aklı olmayan varlıkların çoğulu bir isim ise meçhul fiil müfred müennes kipte gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ نَارٍ car mecruru ثِيَابٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
يُصَبُّ merfû meçhul muzari fiildir. مِنْ فَوْقِ car mecruru يُصَبُّ fiiline müteallıktır. رُؤُ۫سِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَم۪يمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُ cümlesi لَهُمْ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُطِّعَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قطع ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
هٰذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْۘ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
هٰذَانِ cümlesi faide-i haber ibtidaî ikelam olan isim cümlesidir. Cümlenin haberi خَصْمَانِ kelimesidir.
اخْتَصَمُوا ف۪ي رَبِّهِمْۘ şeklindeki fiil cümlesi haber için sıfattır.
Bu sıfatın mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.
Muzâfı hazf edilmiş ف۪ي رَبِّهِمْۘ ibaresinin mutealliki اخْتَصَمُوا fiilidir. Bu ibarede muzâf hazf edilmiştir, yani, في دين ربّهم (Rabblerinin dini hakkında) dir.
خَصْمَانِ - اخْتَصَمُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette خصمان kelimesi tesniye iken اختصموا kelimesi cemi zamir almış fiildir. Ayette bu iki grubun müminler ve kâfirler olduğu ve bu gruplardaki insanların hasımlıkları anlatıldığı için tesniyeden cemiye iltifat yapılmıştır. (Zemahşerî)
Hikmetini tam olarak tespit edemeyeceğimiz bu vb. ayetlerde müfessirler bir takım yorumlara gitmişlerdir. Burada da cemiye geçiş sebebini ayette ifade olunan tartışmanın her iki tarafta da pek çok sayıda insan olmasına bağlamışlardır. Fakat asıl muradı ancak Allah bilir. (Zemaḫşerî, Keşşâf, III, 146)
اخْتَصَمُوا İftiâl babındandır. Bu bab fiile, mutavaat (dönüşlülük), edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak, müşareket (ortaklık), göstermek, ortaya çıkarmak manalarını katar.
اخْتَصَمُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
İkrime şöyle demektedir: İki hasımdan kasıt cennet ile cehennemdir. Bunlar birbirleriyle davalaştılar. Cehennem; O beni cezasını vermek maksadıyla yaratmıştır, dedi. Cennet de: Beni rahmetini ihsan etmek için yaratmıştır, demiştir.
el-Ferrâ iki hasmı, iki ayrı din mensubu iki kesim olarak yorumlamış ve bir hasmın Müslümanlar, diğerlerinin ise Yahudilerle Hristiyanlar olduklarını iddia etmiştir. Bunlar Rabbleri hakkında davalaşmalardır. Yüce Allah'ın اخْتَصَمُوا lafzının çoğul olarak gelmesi, cemi olmalarından dolayıdır. Eğer: “İkisi davalaştılar” diye kullanılmış olsaydı yine caiz olurdu. (Kurtubî)
خَصْمَانِ kelimesi ilk görüşe göre hakiki manadadır. İkinci bir görüşe göre ise tartışma manasında mecâz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. Çünkü dinde düşmanlık tartışmanın sebebidir. (Âşûr)
فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ
Cümle istînâfa atfedilmiştir. ف۪ atıf harfi tefri’ içindir. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍۜ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan haberdir. Cümlede car mecrurun fail olan ثِيَابٌ ’a siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek ve tahkir kastına matuftur.
قُطِّعَتْ mazi sıygasıyla getirilmiştir. Çünkü, ahirete dair şeyler, olmuş bitmiş şeyler mesabesindedir. (Fahreddin er-Râzî)
İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
ثِيَابٌ ’daki tenvin nev, نَارٍۜ ’deki ise kesret ve nev ifade eder.
نَارٍ için sıfat olan يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ رُؤُ۫سِهِمُ الْحَم۪يمُۚ cümlesi fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَم۪يمُۚ, car mecrur لَهُمْ ’daki zamirden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ [Onlara, ateşten elbiseler biçilmiştir] cümlesinde istiare vardır. Bu ifade, elbisenin, giyeni kuşatması gibi ateşin onları çepeçevre kuşatmasından istiaredir. (Safvetu’t Tefasir)
Ayetin sonundaki …يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ cümlesi hal olarak mansub mahaldedir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
نَارٍۜ - حَم۪يمُۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَفَرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُۜ
Sahera صهر : صِهْرٌ damat demektir. Kişinin hanımının aile fertlerine de أصْهارٌ denir. إصْهارٌ ise komşuluk, nesep veya evlilik yoluyla yakınlık kurmaktır. صَهْرٌ a gelince o bir nesneyi eritmektir. Buna bağlı olarak eriyen yağ/nesne için صُهارَة lafzı kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir defa fiil bir defa da isim formunda 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sıhriyyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُۜ
يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ cümlesi الْحَم۪يمُ hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُصْهَرُ merfû, meçhul muzari fiildir. بِه۪ car mecruru يُصْهَرُ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي بُطُونِ car mecruru مَا ’nın mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْجُلُودُ atıf harfi وَ ’la ism-i mevsûl مَا ’ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُصْهَرُ بِه۪ مَا ف۪ي بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُۜ
Ayet, önceki ayetteki الْحَم۪يمُۚ ’den veya ona ait zamirden hal cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُصْهَرُ fiili meçhul gelmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Naib-i faili olan müşterek ismi mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. ف۪ي بُطُونِهِمْ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
الْجُلُودُ, naib-i fail olan مَا ’ya temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
ف۪ي بُطُونِهِمْ, mahzuf sıla cümlesine mütealliktir.
جُلُودُ kelimesi مَا ’ya matuftur.
Onunla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir yani aşırı sıcaklığından karınlarında da dışlarındaki gibi tesir eder; onunla derileri eritildiği gibi bağırsakları da eritilir. Teksir için şedde ile يُصَحَّرُ da okunmuştur. (Beyzâvî)
“Başlarının üzerine de kaynar su dökülecektir onların. Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi, derileri de eritilecektir.” “حَم۪يمُۚ”, kaynar su demektir. Nitekim İbni Abbas (r.a.): “Şayet o sudan, dünyanın dağlarına bir damla düşmüş olsaydı, onu eritirdi.” demiştir. يُصْهَرُ “eritilir” demektir. Yani onların başlarına o kaynar su döküldüğünde, onun, bedenin içinde yapacağı tahribat, dışında yapacağı tahribat gibi olur. Böylece de o, tıpkı onların derilerini eritip yok ettiği gibi bağırsaklarını ve iç organlarını da eritir. Bu, “bağırsaklarını parça parça eden kaynar sudan içirilen” (Muhammed Suresi, 15) ayetindeki manadan daha beliğ ve etkilidir. (Fahreddin er-Râzî)وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ
وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَقَامِعُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ حَد۪يدٍ car mecruru مَقَامِعُ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ حَد۪يدٍ
Ayet, önceki ayeti tekid eden istînâf cümlesidir. Bu cümlenin nasb mahallindeki يُصَبُّ cümlesine atfedilmesi de caizdir.
Ayette, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَامِعُ, muahhar mübtedadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Onlar için demirden topuzlar vardır yani kırbaçlar vardır ki onlara vurulur, مَقَامِعُ ’nın çoğulu مقمعة ’dur. Aslı, bir şeyi uzaklaştıracak araçtır. (Beyzâvî, Âşûr)
مَقَامِعُ ; kelimesinin, cehennem ateşinden kamçılar demek olduğu da söylenmiştir. Bunlara bu ismin veriliş sebebi, kendisine bunlarla vurulan kimseyi zelil kılmalarıdır. (Kurtubî)
المَقامِعُ kelimesi mim (م) harfinin kesrasıyla القَمْعِ ’nin ismi aleti olan مِقْمَعَةٍ ’nin çoğuludur. القَمْعُ : Şiddetle bir şeyden vazgeçmek demektir. (Âşûr)
الحَرِيقُ : Büyük, yaygın ateş demektir. Bu söz onlar için hakarettir. Muhakkak ki onlar bu ateşi tadacaklarını bilirler. (Âşûr)
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُلَّمَا | her sefer |
|
2 | أَرَادُوا | istedikleri |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | يَخْرُجُوا | çıkmak |
|
5 | مِنْهَا | oradan |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | غَمٍّ | (o) gamdan |
|
8 | أُعِيدُوا | geri çevrilirler |
|
9 | فِيهَا | oraya |
|
10 | وَذُوقُوا | ve tadın (denilir) |
|
11 | عَذَابَ | azabını |
|
12 | الْحَرِيقِ | yangın |
|
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟
كُلَّمَٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup şartın cevabı اُع۪يدُوا ’ya müteallıktır.
اَرَادُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَرَادُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَخْرُجُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru يَخْرُجُوا fiiline müteallıktır.
مِنْ غَمٍّ car mecruru önceki mecrurdan bedel-i iştimâldir.
اُع۪يدُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru اُع۪يدُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. ذُوقُوا mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول لهم الملائكة ذوقوا (Melekler onlara “tadın” der.) şeklindedir.
ذُوقُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Aynı zamanda muzâftır. الْحَرِيق muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَرَادُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَرِيق kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟
Fasılla gelen ayetteki كُلَّمَٓا kelimesi, حين anlamında zaman zarfıdır. كُلَّمَٓا, umum ifade eden كُلَّ ile masdariyye مَٓا ’sının birleşimidir. Cezmetmeyen şart edatlarındandır.
كُلَّمَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam, şart cümlesidir.
اَنْ masdar harfidir. Muzari fiili nasbeder, manasını masdara çevirir.
اَنْ ve akabindeki اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا مِنْ غَمٍّ cümlesi, masdar teviliyle اَرَادُٓوا fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُع۪يدُوا ف۪يهَا, şartın cevap cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُع۪يدُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la öncesine atfedilen وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟ cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. Cümle mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri, تقول لهم الملائكة ذوقوا (Melekler onlara “tadın” der.) olabilir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl cümlesi ise وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ۟, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ذُوقُوا [tadın] fiilinde istiare vardır. Yakıcı azap, istenmeme hoşa gitmeme hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan “tadarsınız” ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müstear olarak kullanılmıştır.
Tadın; tatmak idrakinin beraber gerçekleştiği bir dokunuştur. Burada ifadenin manası genişletilmiştir. Onların can yakıcı acı ve ızdırabı idrak edecekleri kastedilmiştir. (Kurtubî)
عَذَابَ için sıfat olan الْحَر۪يقِ۟, mevsûfun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
الْحَر۪يقِ۟ - عَذَابَ - غَمٍّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, sözü çoğaltmak ve uzatmak olarak isimlendirilen ıtnâb sanatına örnektir.
Her ne zaman oradan çıkmak isteseler, oradan yani ateşten, ızdıraplarından demektir, bu da harf-i cerin tekrarı ile هَا ’dan bedeldir. (Beyzâvî)
حَر۪يقِ۟ ; yok edici, büyük ve yoğun, kalın ateş alevi anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)
Son dört ayette, kâfirlerin müstehak oldukları azap çeşitlerinin sıralanması taksim sanatıdır.اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | يُدْخِلُ | sokar |
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
6 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
7 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
8 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
9 | تَجْرِي | akan |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
12 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
13 | يُحَلَّوْنَ | takınırlar |
|
14 | فِيهَا | orada |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | أَسَاوِرَ | bilezikler |
|
17 | مِنْ | -dan |
|
18 | ذَهَبٍ | altın- |
|
19 | وَلُؤْلُؤًا | ve inci(ler) |
|
20 | وَلِبَاسُهُمْ | ve giysileri |
|
21 | فِيهَا | orada |
|
22 | حَرِيرٌ | ipektir |
|
اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُدْخِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ’la اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
جَنَّاتٍ kelimesi amili يُدْخِلُ olan fiilin mef’ûlun bihi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. تَجْر۪ي fiili, جَنَّاتٍ ’in sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُۜ fail olup lafzen merfûdur.
يُدْخِلُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülâsî mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ
Fiil cümlesidir. يُحَلَّوْنَ merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يُحَلَّوْنَ fiiline müteallıktır.
مِنْ اَسَاوِرَ car mecruru mahzuf mef’ûlun sıfatına müteallıktır. Takdiri, يحلّون حليا من أساور (Bileziklerden bir süs takınırlar.) şeklindedir. اَسَاوِرَ kelimesi, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ ذَهَبٍ car mecruru اَسَاوِرَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
لُؤْلُؤً۬ا atıf harfi وَ ’la mahzuf mef’ûlun bihe müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لِبَاسُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪يهَا car mecruru حَر۪يرٌ ’in mahzuf haline müteallıktır. حَر۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۜ
Allah Teâlâ, cehennem azabına düçar olanların halinden sonra bu ayette, cennet ehlinin halini bildirmektedir. Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Bu kelamın و ’la فالَّذِينَ كَفَرُوا قُطِّعَتْ لَهم ثِيابٌ مِن نارٍ [Hac Suresi, 19] cümlesine matuf olması muktezâ-i zâhire uygun olurdu. Çünkü, özet olarak gelmiş هَذانِ خَصْمانِ اخْتَصَمُوا في رَبِّهِمْ [Hac Suresi, 19] sözlerinin detaylarıdır. Ama bu üsluptan vazgeçip mübtedanın tekid harfi ve tevcih bildiren ism-i celâlle müstakil olarak fasılla gelmesi, bu sözlere dikkat çekmek (istir'a) içindir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medh makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Burada elbise giymekten önce ziynetlerin takılmasından bahsedilmiştir. Ayrıca elbise giymekten bahsedilirken isim, ziynetlerden bahsedilirken fiil siygası gelmiştir. Bu da elbise giyinmenin sabit ve devamlılık gösterdiğine, ziynet takınmanın ise çeşitliğine farklı renkleriyle tekrarlandığına delalet içindir. Sıygaların umumiliği dolayısıyla burada ihtibak sanatı olduğu anlaşılır. Adeta şöyle buyurulmuştur: يُحَلَّوْنَ بِها وحِلْيَتُهم مِن أساوِرَ مِن ذَهَبٍ ولِباسُهم فِيها حَرِيرٌ يَلْبَسُونَهُ (Onları takarlar ve süsleri altından bilezikler ve giydikleri elbiseleri ipektir.) (Âşûr)
İhtibak bir belâğât terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâğât Deyimleri, s. 82.)
Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve tazim duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi olan …يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ, müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin başında tahkik kelimesinin (şüphe yok ki) zikredilmesi, müminlerin halinin kâfirlerin halinden son derece farklı olduğunu bildirmek, müminlerin durumuna fazla önem verildiğini izhar etmek ve kelamın içeriğinin tahkikine delalet içindir. (Ebüssuûd)
يُدْخِلُ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, sonraki habere dikkat çekmenin yanıda, onlara tazim amacı taşır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يُدْخِلُ filinin ikinci mef’ûlü olan جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
اِنَّ ile tekid edilmiş bu haber cümlesi, 14. ayetteki cümlenin son kısmı hariç tekrarıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr cinas sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’de iyi işler anlamında sıklıkla kullanılan الصَّالِحَاتِ kelimesi, hem çoğul kalıpta hem de cins ifade eden ال takısı alarak, tüm iyilik alanlarını kapsarken, tekil-marife-cins kullanımda “tek bir iyilik” ihtimali söz konusu olabilir. Şu halde bu tarz farkındalıklar, ayetlerin anlaşılmasında geniş ve derin perspektifler sunar. (Zemahşerî, Keşşâf, I, 109)
يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬ا cümlesi, الَّذ۪ينَ ’den haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِن أساوِرَ sözündeki مِن harf-i ceri tekid için zaiddir. (Âşûr)
ذَهَبٍ - لُؤْلُؤً۬اۜ - اَسَاوِرَ kelimelerdeki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade eder.
وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ
Ayetin öncesine atfedilen son cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde ف۪يهَا, mübteda olan لِبَاسُهُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cennet ehlinin hallerinin ve nimetlerinin sıralandığı bu ayette taksim sanatı vardır.
ذَهَبٍ - لُؤْلُؤً۬اۜ - حَر۪يرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ cümlesini müfessirimiz şu şekilde açıklar: “Allah Teâlâ’nın burada üslup değiştirmesi, ipeğin cennetliklerin normal giysileri olduğuna işaret etmesi ya da ayet sonlarının uyması (fasıla) içindir. (Beyzâvî, IV, 121)
Yani zahire göre ibarenin isim cümlesi değil de وَيَلْبَسُون حَريراً şeklinde fiil cümlesi olarak gelmesi uygun olurdu. Ancak fasılaların gözetilmesi için nazım ayetteki gibi gelmiştir. Zira fasılalar حَد۪يدٍ ,حَر۪يرٌ ,حَر۪يقِ۟ şeklinde sıralanmaktadır. Eğer يَلْبَسُونَ حَرِيرًا denilseydi bu fasılanın sonunda yazıda ve vakıf halinde “elif” harfi bulunurdu. Bu da söz konusu ahengi bozardı. (Kâzerûnî, Hâşiyetu’t Tefsîri’l Beyzâvî IV, 121)Kaçamayacağını bilmesine rağmen kapıları gözlüyordu. Acıdan başka hiçbir şeyi bilmediği ve tatmadığı bu yerden çıkış yoktu. Arada sırada gözlerini kapatıp, biraz bekledikten sonra tekrar açıyordu. Dünyadaki rüyalarından uyandığı gibi uyanmayı diliyordu. Asla uyanamayacağını bildiği bir kabusun ortasındaydı.
Dünyada, kendisine verilen fırsatları hatırladıkça, nefsiyle kavgaya tutuşuyordu. Yeryüzünü süsleyenlerin secdesini hatırladıkça, çaresiz pişmanlığıyla kendisini dövüyordu. Biliyordu, eğer secde edenlerden olsaydı, burada olmazdı. Cennet nimetlerinin haram kılındığı kişiler arasında olmanın ağırlığı altında eziliyordu. Sahip olduğu her zerresi, yenilenen ve bitmeyen acıyla kıvranıyordu. Suyun serinliğini, yemedeki ve içmedeki lezzeti özlüyordu.
Kaçamayacağını bilmesine rağmen gardiyanları gözlüyordu. Bulunduğu yerde, doğru fırsat var mıydı acaba? Boşa bekliyordu. Dünyada, en çaresiz anlarda bile her şeyin geçici olması ne büyük nimetti, şimdi anlıyordu. Cehennem ateşinin uğultusundan ve azab altındakilerinin çığlıklarından uzaklaşmak istiyordu. Azabının şiddetinin bir nebze olsun hafiflemesi umuduyla kapıya koşmaya yeltendi. Geri döndürüldü. Zira, hiçbir umut kırıntısının yaşamadığı ve defalarca yok olup gitmenin dilendiği ama onun bile gerçekleşmediği yerdeydi.
Cehennem ayetlerini okuyunca hissettiklerini yazacağı ödevini bitirip, gerçek hayata döndü ve Allah’a hamd ederek, ellerini duaya açtı:
Ey Allahım! Senin azabından ve gazabından, Senin affına ve rızana sığınırız. Cehennemin her yıkıcı halinden, Senin rahmetine kaçarız. Bizi; hakir kıldıklarına benzemekten koru. Bizi; emirlerine itaat ederek yaşayanlardan, cennete yaklaşanlardan ve cehennemden uzaklaşanlardan eyle.
Yeryüzünde, Allahın rızasını kazanmak için, baktığı ve dinlediği her şeyde hakikati görenlerden ve her hayırlı fırsatı, hakkıyla değerlendirenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Cennet ayetlerini düşünürken hayallere daldı:
Selam sesleriyle ve aydınlanmış yüzlerle karşılanmanın, muhabbetin ve her manada tamamlanmış hissinin, nefsani heveslerden arınmanın getirdiği mutluluğa;
Her türlü tasadan ve üzüntüden kurtulan zihnin, sıkıntı ve ağrıya dair zerre kalmayan bedenin, her manada doymanın tadına varan ve huzurla dolan kalbin haline;
Pisliğe ve hırsa dair hiçbir şeyin olmadığı temizliğin, ipekten elbiselerin ve inci gibi çeşitli mücevherlerle süslenmenin, baktığı ve dinlediği her şeyin güzel olmasının verdiği rahatlığa;
Kavuşan için dünya hayatının korkutucu ve yorucu etkisi bir kabus gibi kaybolup giderdi. Sahip olduklarına bakıp dünyaya tekrar ve tekrar dönerek aynı sıkıntıları yaşamaya razı olurdu. Bu çalkantılı gerçeklerine rağmen yeryüzünün basit örnekleri için de geçerli değil miydi? Sevdiğini gören için beklemenin, iyileştikten sonra hastalığın, evine giren için yolculuğun yani zaferle veya iyilikle sonuçlanan herhangi bir mücadelenin sonucunda yorgunlukların, üzüntülerin ve hatta korkuların yerini tebessüm alır. En basit ifadeyle insan, yeter ki sonu iyi bitsin diye temenni eder.
Ey Allahım! Bizi mahşer gününün çetin havasından, sorulan hesabın zorluğundan ve cehennem azabından muhafaza buyur. Cennet nimetlerine kavuşan, sıkıntı ve tasadan kurtulan, selam sesleriyle karşılanan, sevdikleriyle beraber olan, ipekten elbiselerini giyen, mücevherleriyle süslenen, sohbetleriyle neşelenen, gördükleriyle ve işittikleriyle mutmain olan kullarından eyle.
Amin.