بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِۗ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ
وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِۗ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. هُدُٓوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اِلَى الطَّيِّبِ car mecruru هُدُٓوا fiiline mütealliktir.
مِنَ الْقَوْلِ car mecruru الطَّيِّبِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. هُدُٓوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اِلٰى صِرَاطِ car mecruru هُدُٓوا fiiline mütealliktir. الْحَم۪يدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِۗ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ
Birbirine atfedilmiş iki cümleden oluşan bu ayet, önceki ayeteki …يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُدُٓوا meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ cümlesi, …هُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
مِنَ الْقَوْلِ ibaresindeki مِنَ harf-i ceri beyan veya teb'iziyye içindir.
هُدُٓوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ ifadesinden kasıt, الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ (Zümer Suresi, 74) sözleri veya kelime-i tevhittir. صِرَاطِ الْحَم۪يدِ ; ifadesinden maksat kendisi yahut akıbeti övülenin ki o da cennettir ya da hakkın ya da zatı ile hamdi hak edenin yoluna ki o da kusurdan uzak Allah'tır. Onun yolu da İslâm'dır. (Beyzâvî)
الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ ’den kastın, Allah'tan onlara gelen güzel müjdeler olduğu da söylenmiştir. صِرَاطِ الْحَم۪يدِ sözü, ‘cennetin yoluna iletilirler’ demektir. (Kurtubî)اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | وَيَصُدُّونَ | ve geri çevirenler |
|
5 | عَنْ | -ndan |
|
6 | سَبِيلِ | yolu- |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | وَالْمَسْجِدِ | ve Mescid-i (Haram’dan) |
|
9 | الْحَرَامِ | (ve Mescid-i) Haram’dan |
|
10 | الَّذِي |
|
|
11 | جَعَلْنَاهُ | yaptığımız |
|
12 | لِلنَّاسِ | bütün insanlar için |
|
13 | سَوَاءً | eşit (ibadet yeri) |
|
14 | الْعَاكِفُ | yerli olan |
|
15 | فِيهِ | orada |
|
16 | وَالْبَادِ | ve dışarıdan gelen |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | يُرِدْ | isterse |
|
19 | فِيهِ | orada (böyle) |
|
20 | بِإِلْحَادٍ | haktan sapmak |
|
21 | بِظُلْمٍ | zulüm ile |
|
22 | نُذِقْهُ | ona taddırırız |
|
23 | مِنْ | -tan |
|
24 | عَذَابٍ | bir azab- |
|
25 | أَلِيمٍ | acı |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. Takdiri; معذّبون أو خاسرون أو هالكون (Azap olunurlar, zarar ederler veya helak olurlar) şeklindedir.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمَسْجِدِ kelimesi atıf harfi وَ ’la سَب۪يلِ ’ye matuftur. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْمَسْجِدِ ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلْنَاهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru جَعَلْنَاهُ fiiline mütealliktir.
سَوَٓاءً hal olup fetha ile mansubdur. الْعَاكِفُ kelimesi masdar olan سَوَٓاءً ’nin faili olup lafzen merfûdur.
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgili olmadığından isimdirler. Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:
1.Tenvinli olmalıdır.
2. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهِ car mecruru الْعَاكِفُ ’ye mütealliktir.
الْبَادِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْبَادِ kelimesi mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْعَاكِفُ kelimesi sülasi mücerredi عكف olan fiilin ism-i failidir.
الْبَادِ kelimesi sülasi mücerredi بدو olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُرِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪يهِ car mecruru يُرِدْ fiiline mütealliktir.
بِ zaiddir. اِلْحَادٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِظُـلْمٍ car mecruru اِلْحَادٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesi şartın cevabıdır.
نُذِقْهُ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عَذَابٍ car mecruru نُذِقْهُ fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ۟ kelimesi عَذَابٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٍ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُذِقْهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ذوق ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذ۪ي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءًۨ الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الَّذ۪ينَ ’nin haberi mahzuftur. Takdiri; معذّبون أو خاسرون أو هالكون (Azap olunurlar, zarar ederler veya helak olurlar) şeklindedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
اِنَّ ’nin ismi olan ism-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi sılaya وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için tazim ve teşrif ifade eder. سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْحَرَامِ için ikinci sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَٓاءً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Azamet zamirine isnad edilen fiil tazim ifade eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
سَوَٓاءً masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الَّذ۪ي ve الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَوَٓاءً , mansub olarak Hafs kıraatidir. Diğerleri ise merfû okumuşlardır. Mansub okunması halinde îrab açısından, جَعَلْنَاهُ fiilinin ikinci mef‘ûlü olur. Takdiri; جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ مسيِّوَٓيِّا الْعَاكِفُ ف۪يهِ وَالْبَادِ (Onu yerli, taşralı bütün insanların eşit olduğu bir yer kıldık) şeklindedir. Merfû okuyuşta ise cümle ikinci mef‘ûldür.
الْعَاكِفُ (Devamlı kalan) - الْبَادِ (Çölden gelen) arasında tıbâk vardır. Çünkü âkif, şehirde kalan, bâd ise çölden gelen demektir. (Safvetü’t Tefasir)
اللّٰهِ - جَعَلْنَاهُ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu ayeti kerimede صُدُّوا şeklinde mazi olarak kullanılmasını gerektirmektedir. Ancak Ferrâ, fiilin muzari kullanımının, ifadeye, saptırmanın onların devamlı hali olduğu anlamını kattığını belirtir. Bu şekliyle ayet sanki saptırmanın inkâr edenlerin özelliklerinden biri olduğunu ifade etmektedir.
Ancak zahiren gerektiği gibi muzari fiil yerine mazi fiil kullanılsaydı, ifade aynı anlamı vermeyecek, inkâr edenlerin geçmişteki halini belirtiyor olacaktı. Bu anlamda يَصُدُّونَ fiilinin devamlılık anlamı taşıması maksadıyla muzari formda kullanılması, zahiren durumun gereğinin dışına çıkılmış görünse de aslında ifadenin muktezâ-i hâle mutabakatını sağlamıştır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, كَفَرُوا ’nun failinden haldir, اِنَّ 'nin haberi mahzuftur. Ayetin sonu da ona işaret etmektedir. سَوَٓاءً lafzı, mukaddem haberdir, cümle de جَعَلْنَاهُ ’nun ikinci mef'ûlüdür.
Cenab-ı Hak, geleceğe ait bir ifade olan وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ ifadesini geçmiş zaman bir ifade olan كَفَرُوا 'ya nasıl atfedilmiştir dersen, Kendisinden ne hal ne de gelecek kastedilmeksizin, "her zaman ve her vakit, devamlı bir biçimde ihsanda bulunduğu" manası kastedilerek atfedilmiştir deriz. (Fahreddin er-Razi)
الْعَاكِفُ orada ikamet eden, orada her zaman bulunan demektir, الْبَادِۜ ise ortaya çıkan, görünen arızî olan demek olup, bu da orayı özleyen yabancılar anlamındadır. (Fahreddin er-Razi)
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ cümlesi önceki cümlenin tezyîlidir. وَ istînâfiyyedir.
مَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ بِظُـلْمٍ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
من , mübteda olarak merfû mahaldedir. يُرِدْ ف۪يهِ بِـاِلْحَادٍ cümlesi haberdir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafât, s. 112)
Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نُذِقْهُ fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ ibaresinde istiare vardır. نُذِقْهُ (ona tattırırız) fiilinde istiare vardır.
عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ , istenmeme hoşa gitmeme hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan “tattırırız” ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müsteâr olarak kullanılmıştır.
بِظُـلْمٍ - بِـاِلْحَادٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٍ için sıfat olan اَل۪يمٍ۟ , mevsûfun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır. Kelimedeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Ayet-i kerimede geçen بِـاِلْحَادٍ lafzının önündeki بِـ zaidedir. Ayrıca men-i şartıyye’nin cevabından اِنَّ ’nin haberi de anlaşılmaktadır. Yani نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesidir.
مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ cümlesindeki مِنْ harf-i ceri teb'izıyyedir. لِلنَّاسِ ’den maksat kendilerine insan denilebilen herkestir; şehirli, bedevi, yerli, sonradan yerleşen, Mekkeli, Mekke’ye dışarıdan gelen arasında fark yoktur. (Keşşâf)
23 ve 25. Ayetler arasında mukabele, اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ [Kim orada isterse] ibaresinde, genel olması için mef'ûl terk edilmiştir. بِـاِلْحَادٍ (doğrudan sapmakla) بِظُـلْمٍ (haksızlıkla), kelimeleri eş anlamlı hallerdir ya da ikincisi birinciden bedeldir, o zaman harf-i cer tekrar edilmiş ya da ona taalluk etmiş olur ki şirk ve günah irtikâp etmekle zulme saparak demek olur. نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟ [Ona acıklı azaptan tattırırız] cümlesi, مَنْ ’in cevabıdır. (Beyzâvî)
اِلْحَادٍ , doğru yoldan dönmek demek olup bu kelimenin ilk anlamı, mezarcının mezarda yaptığı “lahd” e dayanır. Müfessirler “ilhad” hususunda şu izahları yapmışlardır: İlhad, şirk demektir, yani “Kim şirk koşmak için Allah’ın Haremine sığınırsa, Allah onu azaplandırır” demektir.
Allah Teâlâ’nın yasakladığı avı öldürmek demektir. İhramsız olarak ve ihramlıya helal olmayan şeyleri irtikâb ederek Mekke’ye (Harem’e) girmek demektir.
Atâ’ya göre bir kimsenin alışverişinde, “Hayır, vallahi... Evet, vallahi” demesidir.
Muhakkik alimlere göre “zulüm ile ilhad” ifadesi, bütün günahları içine alan genel bir sözdür. Çünkü büyük olsun, küçük olsun, her türlü günah, orada diğer yerlerde yapılanlardan daha büyük sayılır. (Fahreddin er-Razi)
وَاِذْ بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ لَا تُشْرِكْ ب۪ي شَيْـٔاً وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | bir zamanlar |
|
2 | بَوَّأْنَا | kondurmuştuk |
|
3 | لِإِبْرَاهِيمَ | İbrahim’i |
|
4 | مَكَانَ | yerine |
|
5 | الْبَيْتِ | Beyt(Ka’be’n)in |
|
6 | أَنْ | diye |
|
7 | لَا |
|
|
8 | تُشْرِكْ | ortak koşma |
|
9 | بِي | bana |
|
10 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
11 | وَطَهِّرْ | ve temizle |
|
12 | بَيْتِيَ | evimi |
|
13 | لِلطَّائِفِينَ | tavaf edenler için |
|
14 | وَالْقَائِمِينَ | ve ayakta duranlar için |
|
15 | وَالرُّكَّعِ | ve rüku’ edenler için |
|
16 | السُّجُودِ | secde edenler için |
|
وَاِذْ بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ مَكَانَ الْبَيْتِ اَنْ لَا تُشْرِكْ ب۪ي شَيْـٔاً
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَوَّأْنَا ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَوَّأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِاِبْرٰه۪يمَ car mecruru بَوَّأْنَا fiiline mütealliktir. اِبْرٰه۪يمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَكَانَ mekân zarfı, بَوَّأْنَا fiiline mütealliktir. الْبَيْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ tefsiriyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْرِكْ meczum muzari fiildir. ب۪ي car mecruru تُشْرِكْ fiiline mütealliktir. شَيْـٔاً kelimesi تُشْرِكْ fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
بَوَّأْنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بوأ ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. طَهِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
بَيْتِيَ mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلطَّٓائِف۪ينَ car mecruru طَهِّرْ fiiline mütealliktir. لِلطَّٓائِف۪ينَ kelimesinin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْقَٓائِم۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la لِلطَّٓائِف۪ينَ ‘ye matuftur. الرُّكَّعِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْقَٓائِم۪ينَ ’ye matuftur. السُّجُودِ kelimesi الرُّكَّعِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَهِّرْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لِلطَّٓائِف۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi طوف olan fiilin ism-i failidir.
الْقَٓائِم۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi قوم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ مَكَانَ الْبَيْتِ
وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر (Hatırla, düşün!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …بَوَّأْنَا لِاِبْرٰه۪يمَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. بَوَّأْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اِذْ harfi ekseriyetle geçmiş zaman için kullanılan bir isimdir. Kuran’da her kıssanın evvelinde geçen اِذْ kelimeleri, اذكر takdiriyle mef’ûlun bih makamındadır.
Zaman isminin masdara değil de fiil cümlesine muzâf olması tazim ifade eder. Böylece fiilin teceddüt ifadesi dolayısıyla adeta şimdiki zaman ifade edilmiş olur. (Âşûr)
Bu gibi yerlerde lâm harfinin zikri önem ve şeref içindir. مَكَانَ kelimesi de kısaca ifade için gelmiştir. (Âşûr)
اَنْ لَا تُشْرِكْ ب۪ي شَيْـٔاً وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Fasılla gelen cümleye dahil olan اَنْ , tefsiriyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَنْ edatı بَوَّأْنَا ’yı tefsir etmektedir, çünkü içinde تَعَبْدْنَا (onu ibadetle mükellef kıldık) manası vardır, zira yerin gösterilmesi ibadet içindir. (Beyzâvî)
“Hatırla o zamanı ki İbrahim'e beytin yerini hazırlamıştık” yani onu tayin ettiğimiz ve ona arsa kıldığımız zamanı hatırla demektir. لِاِبْرٰه۪يمَ ’deki لِ, zâittir, مَكَانَ de zarftır. (Beyzâvî)
Aynı üslupla gelen وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْقَٓائِم۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ cümlesi, tefsir cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayetin son cümlesinde, beyti temizlemeyi kimler için yapacağı sayılmıştır. Bu üslup, taksim sanatıdır.
Ayette cemi mütekellim zamirinden, ب۪ي buyurularak müfred mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.
السُّجُودِ , ism- fail kalıbında gelen الرُّكَّعِ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْقَٓائِم۪ينَ - لِلطَّٓائِف۪ينَ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr, الرُّكَّعِ - السُّجُودِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen بَيْتِيَ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan بَيْتِ şan ve şeref kazanmıştır.
بَيْتِ ’in tekrarı, önemine binaen ve zihinlerde yer etmesi içindir. Bu tekrarda cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَذِّنْ | ve ilan et |
|
2 | فِي | içinde |
|
3 | النَّاسِ | insanlar |
|
4 | بِالْحَجِّ | haccı |
|
5 | يَأْتُوكَ | sana gelsinler |
|
6 | رِجَالًا | yaya olarak |
|
7 | وَعَلَىٰ | ve üzerinde |
|
8 | كُلِّ | her |
|
9 | ضَامِرٍ | yorgun deve |
|
10 | يَأْتِينَ | gelen |
|
11 | مِنْ | (türlü) |
|
12 | كُلِّ | her |
|
13 | فَجٍّ | yollardan |
|
14 | عَمِيقٍ | uzak |
|
Damera ضمر : ضامِرٌ zayıflıktan değil de çok çalışmaktan dolayı zayıf olan at için kullanılır. Aynı kökten ضَمِيرٌ sözcüğü ise kalbin içinde yer alan ve bilinmesi incelik isteyen şeye denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zamirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ameqa عمق :Ayeti Kerimede geçen عَمِيقٌ kavramı uzak anlamındadır. عُمْقٌ sözcüğü temelde aşağıya/dibe doğru uzak olmak demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 1 defa isim formunda geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Amik Ovası (derin ova)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَذِّنْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. فِي النَّاسِ car mecruru اَذِّنْ fiiline mütealliktir. بِالْحَجِّ car mecruru اَذِّنْ fiiline mütealliktir.
يَأْتُوكَ fiili, talebin cevabı olduğu için ن ’un hazfi ile meczum muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رِجَالاً kelimesi يَأْتُوكَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
عَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ cümlesi atıf harfi وَ ’la رِجَالاً ’e matuftur. عَلٰى كُلِّ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri; ركبانا على كلّ ضامر (Her türlü bineğin üzerinde) şeklindedir. ضَامِرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَأْت۪ينَ fiili, كُلِّ ضَامِرٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَأْت۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
مِنْ كُلِّ car mecruru يَأْت۪ينَ fiiline mütealliktir. فَجٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَم۪يقٍ kelimesi فَجٍّ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
اَذِّنْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi أذن ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ضَامِرٍ kelimesi sülasi mücerredi ضمر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَم۪يقٍ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ
Önceki ayetteki …وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ cümlesine matuf olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnadtır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ [İnsanlar içinde duyur] ifadesi onların arasında seslen demektir. Haccı duyurması “Haccedin!’’ ya da ‘’Haccetmeniz gerekiyor!” demektir. Rivayete göre Hz. İbrahim, Ebu Kubeys Tepesine çıkmış ve “Ey insanlar! Rabbinizin beytini haccedin!” diye seslenmiştir. Hasan-ı Basrî’ye göre bu hitap, Hz. Peygambere (sav) yöneliktir ve bunu veda haccında yapmasını emretmiştir. (Keşşâf)
Talebin cevabı olan يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ cümlesi meczum muzari fiil sıygasında gelmiştir. رِجَالاً , failin halidir. ‘Yaya olarak’ manasındadır.
يَأْتُوكَ رِجَالاً [Sana yaya olarak gelsinler], عَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ [Her arık develer üzerinde] yani uzun yolun yorduğu sıska develer üzerinde. مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ cümlesi, ضَامِرٍ ’in sıfatıdır, mana nazar-ı dikkate alınmıştır. رِجَالاً ve ركبانًا kelimelerinin sıfatı olarak يَأْتينَ ‘de okunmuştur. Ya da yeni söz başıdır, zamir de insanlara racidir. (Beyzâvî)
Car mecrur وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ , mahzuf hale mütealliktir.
Cümlenin takdiri şöyledir: يأتوك مشاةً وركبانًا على كلّ ضامر (Yürüyerek veya her türlü binekle sana gelsin.)
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
فِي النَّاسِ ibaresindeki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. ف۪ٓي hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan النَّاسِ ’nin, zarfiyet özelliği yoktur. İnsanlar ile duyurma fiilinin ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ [Zayıf, bitkin her türlü binit üzerinde] ifadesi hal üzerine matuf haldir; sanki ‘yaya ve binitli olarak’ denilmiş gibidir.
يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ cümlesi, كُلِّ ضَامِرٍ kelimesinin sıfatıdır. Çoğul anlamı olduğu için fiil de çoğul kipiyle gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَم۪يقٍۙ , muzâfun ileyh olan فَجٍّ için sıfattır. فَجٍّ ’deki tenvin nev ifade eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ضَامِرٍ - يَأْت۪ينَ kelimeleri arasında müfredden cemiye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
كُلِّ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَأْتُوكَ - يَأْت۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
26. Ayetteki [Bana hiçbir şeyi ortak koşma!] emrinden itibaren Peygambere (sav) hitap edilmektedir. Kur'an, Peygambere (sav) indirilmiştir. Ondaki bütün hitaplar böyle olmadığına dair kat'i bir delil bulunmadığı sürece yalnızca ona yöneliktir. İşte burada bir diğer delil daha buradaki hitabın Peygambere (sav) yönelik olduğunu göstermektedir. Bu da muhatap kipi ile: Bana hiçbir şeyi ortak koşma hitabıdır. Büyük çoğunluk بِالْحَجِّ kelimesini حَ harfini fethalı olarak okumuştur. Yüce Allah'ın “Sana gelsinler!” diye buyurması nida edilenin İbrahim (as) oluşundan dolayıdır. Buna göre haccetmek maksadıyla Kâbe'ye giden bir kimse İbrahim’e (as) gitmiş gibidir, çünkü bununla onun nidasını kabul etmiş, çağrısına icabet etmiş olmaktadır. Bu ifade ile İbrahim’in (as) şanı ve şerefi yüceltilmektedir. (Kurtubî)
فَجٍّ iki dağ arasındaki yol demektir. Sonra bu kelime, mecazî olarak her türlü yol manasında kullanılmıştır. عَم۪يقٍۙ“uzak” demektir. (Fahreddin er-Razi)
كُلِّ kelimesi aslında muzâfun ileyhi olarak gelen cinsin, istiğrak manasını ifade eder.
العَمِيقُ kelimesi de derinlik ifade eder. Dipteki mesafe için kullanılır. Mecaz-ı mürsel veya Mekke’yi yüksek bir yere ve insanların ona tırmanmasına benzeterek istiare yoluyla mutlak uzaklık manasında kullanılır. Yolcunun evinden başka bir yere olan yolculuğuna yükseliş, geri dönüşüne iniş dendiği gibi kullanılır. الإتْيانِ (Gelmek) fiilinin kafilelere isnadı, hacılarla beraber olmalarından ötürü teşrif içindir. (Âşûr)
لِيَشْهَدُوا مَنَافِـعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۚ فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْـبَٓائِسَ الْفَق۪يرَۘ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَشْهَدُوا | şahit olmaları için |
|
2 | مَنَافِعَ | birtakım faydalara |
|
3 | لَهُمْ | kendileri için |
|
4 | وَيَذْكُرُوا | ve anmaları için |
|
5 | اسْمَ | adını |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | فِي |
|
|
8 | أَيَّامٍ | günlerde |
|
9 | مَعْلُومَاتٍ | belirli |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | مَا | şeyleri |
|
12 | رَزَقَهُمْ | onlara rızık olarak verilen |
|
13 | مِنْ | -dan |
|
14 | بَهِيمَةِ | yürüyen |
|
15 | الْأَنْعَامِ | hayvanlar- |
|
16 | فَكُلُوا | yeyin |
|
17 | مِنْهَا | onlardan |
|
18 | وَأَطْعِمُوا | ve yedirin |
|
19 | الْبَائِسَ | sıkıntı içinde bulunan |
|
20 | الْفَقِيرَ | fakire |
|
Beheme بهم : بُهْمَة sert taş demektir. Buna benzetilerek cesur, yiğit kimselere de denmiştir. Hem somut şeylerin duyu organları tarafından algılanması zor olanlarına hem de aklın idrak etmekte zorluk çektiği şeylere de مُبْهَم denmiştir. Yine konuşma kabiliyeti olmayan hayvanlara بَهِيمَة denir. Ancak genelde özellikle yırtıcılar ve kuşlar dışındaki hayvanları ifade etmek için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli müphemdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لِيَشْهَدُوا مَنَافِـعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۚ
Fiil cümlesidir. لِ harfi, يَشْهَدُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
يَشْهَدُوا fiili ن ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önceki ayette geçen اَذِّنْ fiiline mütealliktir.
مَنَافِـعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَهُمْ car mecruru مَنَافِـعَ ’ya mütealliktir.
يَذْكُرُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ف۪ٓي اَيَّامٍ car mecruru يَذْكُرُوا fiiline mütealliktir. مَعْلُومَاتٍ kelimesi اَيَّامٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte يَذْكُرُوا fiiline mütealliktir. Mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ بَه۪يمَةِ car mecruru رَزَقَهُمْ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. Takdiri; رزقهم إيّاه كائنا من بهيمة الأنعام (Hayvanları rızıklandırdığı gibi onları da O rızıklandırdı.) şeklindedir. الْاَنْعَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَعْلُومَاتٍ kelimesi sülâsî mücerred olan علم fiilinin ism-i mef’ûludur.
فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْـبَٓائِسَ الْفَق۪يرَۘ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; ...إن صحّ الأكل (.. onu yemek doğruysa) şeklindedir.
كُلُوا fiili, ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru كُلُوا fiiline mütealliktir.
اَطْعِمُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur. اَطْعِمُوا fiili, ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْـبَٓائِسَ mefulün bih olup fetha ile mansubdur. الْفَق۪يرَ kelimesi الْـبَٓائِسَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَطْعِمُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi طعم ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْـبَٓائِسَ kelimesi sülasi mücerredi بأس olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَشْهَدُوا مَنَافِـعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْلُومَاتٍ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۚ
لِيَشْهَدُوا مَنَافِـعَ لَهُمْ cümlesine dahil olan lamut ta’lil لِ , cümleyi gizli bir أن ’le, ta’lil bildiren masdara çevirmiştir. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel cer mahallinde يَأْتُوكَ fiiline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen يَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
اسْمَ اللّٰهِ izafeti اسْمَ ’i tazim içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ف۪ٓي اَيَّامٍ ibaresindeki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. ف۪ٓي hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan اَيَّامٍ ’in, zarfiyet özelliği yoktur. Zaman ile zikretme fiilinin ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَيَّامٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. مَعْلُومَاتٍ kelimesi اَيَّامٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Harf-i cerle birlikte يَذْكُرُوا fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ cümlesindeki عَلٰى harf-i ceri mülâbese veya musahabedir.
Ayetteki مَنَافِـعَ (menfaatler) lafzı nekre getirilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak bununla gerek dinî gerek dünyevî olmak üzere diğer ibadetlerde bulunmayan ancak o ibadette bulunabilen bir takım özel menfaatleri kastetmiştir. (Fahreddin er-Razi)
عَلى harfi يَذْكُرُوا fiiline mütealliktir. Mülâbese ve musahabe ifade eden mecazî istila manasındadır. (Âşûr)
فَكُلُوا مِنْهَا وَاَطْعِمُوا الْـبَٓائِسَ الْفَق۪يرَۘ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri; إن صحّ الأكل (... onu yemek doğruysa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi, فَكُلُوا مِنْهَا şeklinde emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üslupta gelen وَاَطْعِمُوا الْـبَٓائِسَ الْفَق۪يرَۘ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.
الْفَق۪يرَۘ kelimesi, الْـبَٓائِسَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْـبَٓائِسَ - الْفَق۪يرَۘ ile فَكُلُوا - اَطْعِمُوا ve بَه۪يمَةِ - الْاَنْعَامِۚ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Fahreddin er-Râzî şöyle der: Bu ayette Yüce Allah'ın menfaatler kelimesini nekre olarak getirerek sadece bu ibadette bulunup diğer ibadetlerde bulunmayan dinî ve dünyevî menfaatleri kasdetmiştir. Bu ayetin tefsirinde hedy (hac ibadetinde kesilen kurban) etlerinden yemek ile ilgili hüküm cihetiyle bir bakımdan ibaha diğer taraftan mendupluk hükmünün mümkünlüğü üzerinde durulmaktadır. Ayette, cahili dönemden kalma, hedy etlerinden yememe alışkanlığının geçersizliği ibaha, fakirlerle paylaşım ise mendupluk hükmüne delalet eder. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 149)
Hasılı bir ayette zorunluluk yokken tek bir yönelime bağlanmak, ayetlerin anlam aralığını daraltan bir durum serdeder. Malum günler Ebu Hanife’ye göre (Zilhiccenin ilk) on günüdür. بَه۪يمَةِ , dört ayaklı kara ve deniz hayvanları için belirsiz olarak kullanılan bir kelime olup الْاَنْعَامِۚ kelimesine izafetle açıklık kazanmıştır ki الْاَنْعَامِۚ ’dan maksat deve, sığır, koyun ve keçidir. (Keşşâf)ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ
Ateqa عتق: عَتِيقٌ zaman, mekan veya derece/rütbe açısından öne geçen yahutta önce ya da önde gelen/olandır. Bundan dolayı eski ve değerli olana da عَتِيقٌ denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri atik, (âsâr-ı) atîka ve işari mana olarak atıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْ emir lamıdır. يَقْضُوا fiili ن ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَفَثَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لْيُوفُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur.
نُذُورَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لْيَطَّوَّفُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur. بِالْبَيْتِ car mecruru لْيَطَّوَّفُوا fiiline mütealliktir. الْعَت۪يقِ kelimesi الْبَيْتِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لْيَطَّوَّفُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طوف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْعَت۪يقِ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ
Ayet ثُمَّ ile önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından ittifak vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ cümlesine dahil olan لْ , emir lamıdır.
Aynı üslupta gelen وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ cümlesi ve وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَت۪يقِ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle ilk cümleye atfedilmiştir.
Allah Teâlâ, bu ayette İbrahim (as)’a hitap etmektedir.
ثُمَّ atıf harfi, rütbeten terahidir. Buradaki rütbe tazim içindir.
لْيَطَّوَّفُوا fiili, تفعيل babındandır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan biri de teksirdir.
الْعَت۪يقِ ; ْkadim, eski anlamındadır. Çünkü Beytullah insanlar için kurulan ilk evdir.
الْعَت۪يقِ kelimesi بِالْبَيْتِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Kirlerini gidermek, adaklarını yerine getirmek ve Beytu’l Makdis’i tavaf etmek şeklinde görevlerin sayılması taksim sanatı üslubudur.
لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ , Arap dilinde insanın üzerindeki kiri, pası gidermesi demektir. Hasan dedi ki: Bu ihram dolayısıyla insanın vücudundaki bakımsızlık sonucu meydana gelen kir pasın izale edilmesi demektir. Bu kelimenin haccın bütün menâsiki demek olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn-i Ömer ve İbn-i Abbas rivayet etmişlerdir. (Kurtubî)
Adaklarını yerine getirsinler yani haclarında yaptıkları iyi adaklarını, haccın vaciplerini de yerine getirsinler. Ebubekir, و ’ın fethi ve ف ’nin şeddesi ile يُوَفُّ şeklinde okumuştur. Tavaf etsinler emri; ihramdan çıkmayı tamamlayan rükün tavafını yapsınlar demektir. Çünkü o, kiri gidermenin karinesidir. (Beyzâvî)
ثُمَّ harfinin emir cümlesini öncesindeki cümleye atfetmesi rütbeten terahiyi çağrıştırır. ثُمَّ ile atfedilen emrin öncekinden daha önemli olduğu anlaşılır. Çünkü hac amelleri Mekke’ye gelmekten daha mühimdir. Muhakkak ki temizlenmek hac ibadetidir. (Âşûr)
ذٰلِكَۗ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ وَاُحِلَّتْ لَكُمُ الْاَنْعَامُ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | işte öyle |
|
2 | وَمَنْ | ve kim |
|
3 | يُعَظِّمْ | saygı gösterirse |
|
4 | حُرُمَاتِ | yasaklarına |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | فَهُوَ | işte o |
|
7 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
8 | لَهُ | kendisi için |
|
9 | عِنْدَ | yanında |
|
10 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
11 | وَأُحِلَّتْ | ve size helal kılınmıştır |
|
12 | لَكُمُ | sizin için |
|
13 | الْأَنْعَامُ | hayvanlar |
|
14 | إِلَّا | dışındaki |
|
15 | مَا | şeyler |
|
16 | يُتْلَىٰ | oku(nup açıkla)nan |
|
17 | عَلَيْكُمْ | size |
|
18 | فَاجْتَنِبُوا | artık kaçının |
|
19 | الرِّجْسَ | pis |
|
20 | مِنَ | -dan |
|
21 | الْأَوْثَانِ | putlar- |
|
22 | وَاجْتَنِبُوا | ve kaçının |
|
23 | قَوْلَ | sözden |
|
24 | الزُّورِ | yalan |
|
ذٰلِكَۗ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; الأمر أو الشأن (durum) şeklindedir.
لِ harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُعَظِّمْ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُعَظِّمْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
حُرُمَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
لَهُ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir. عِنْدَ mekân zarfı, خَيْرٌ ’a mütealliktir. رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
خَيْرُ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعَظِّمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عظم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاُحِلَّتْ لَكُمُ الْاَنْعَامُ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِۙ
Fiil cümlesidir. اُحِلَّتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَكُمُ car mecruru اُحِلَّتْ fiiline mütealliktir. الْاَنْعَامُ naib-i faili olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisna harfidir.
مَا müşterek ism-i mevsûl müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُتْلٰى fiili ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Naib-i faili mahzuftur. عَلَيْكُمْ car mecruru يُتْلٰى fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اجْتَنِبُوا fiili ن ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الرِّجْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْاَوْثَانِ car mecruru الرِّجْسَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن أردتم الخير (Hayır isterseniz) şeklindedir.
اجْتَنِبُوا cevap cümlesidir. Mahallen meczumdur. اجْتَنِبُوا fiili ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الزُّورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُحِلَّتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حلل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اجْتَنِبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi جنب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.ذٰلِكَۗ وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ
Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayet-i kerîme’de geçen ذٰلِكَۗ ismi işareti, الامر veya الشان şeklindeki mukadder bir mübtedanın haberidir.
Yazarlar, kitaplarında bazı anlamlarla ilgili olarak daha evvel bir cümle yazar; sonra başka bir manaya girmek istediği zaman, هذا ve قد كان كزا (İşte böyle… Ayrıca, şöyle şöyle) der ya, bu da öyledir. (Keşşâf)
İşaret ismi burada iki kelimeyi veya kelamın iki parçasını ayırmak için kullanılmıştır. Maksat, kendisinden sonra zikredilecek olana dikkat çekmektir. İşaret ismiyle tenbih kastedilmiştir. Bu durumda arkasından gelen kelimenin haberi olması doğru olmaz. Haberi şöyle takdir edilebilir: ذَلِكَ بَيانٌ ، أوْ ذِكْرٌ (Bu bir açıklamadır veya hatırlatmadır). Veciz ifade yollarından biri olup bu kullanım meşhurdur. (Âşûr)
وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ cümlesine dahil olan وَ , istînâfiyyedir. İsim cümlesi formundaki şart cümlesinde مَنْ mübteda, يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللّٰهِ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُرُمَاتِ اللّٰهِ izafeti, حُرُمَاتِ için tazim ifade eder..
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
حُرُمَاتِ اللّٰهِ izafeti, حُرُمَاتِ için tazim ifade eder..
Veciz anlatım kastıyla gelen, عِنْدَ رَبِّه۪ۜ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan ه۪ۜ zamiri dolayısıyla Allah’ın hükümlerine saygı gösteren kişi, şan ve şeref kazanmıştır. Yine bu izafette, Rabb ismine muzâf olması عِنْدَ için tazim ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ ve رَبِّ lafızlarının zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهِ ve رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حُرُمَاتِ: Saygısızlık edilmemesi gereken ve Cenab-ı Hakk’ın işte bu vasıfta hac ile ve diğer dinî şeylerle ilgili olarak mükellef tuttuğu şeylerin tamamıdır. (Fahreddin er-Razi)
وَاُحِلَّتْ لَكُمُ الْاَنْعَامُ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müşterek ism-i mevsûl مَا , müstesnadır. Sılası olan يُتْلٰى عَلَيْكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
اُحِلَّتْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Fiilin, muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُرُمَاتِ - اُحِلَّتْ ve لَكُمُ - عَلَيْكُمْ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayet-i kerimede [“Size vahiy ile (haramlığı) bildirilenlerin dışındaki hayvanları yemeniz helâl kılınmıştır.”] buyurulmuştur. Şu halde ayet-i kerimedeki istisna, munkatı’ dır. Haramlığın, ölüm vs. arızî sebeplerden ötürü dört ayaklı davarlar üzerinde söz konusu olması durumunda istisnanın muttasıl olması da caizdir. (Celâleyn Tefsiri)
فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِۙ
فَ , karinesiyle gelen فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْاَوْثَانِ cümlesi, takdiri إن أردتم الخير (Hayır isterseniz) olan, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِۙ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir.
[Pislikten yani putlardan sakının. Yalan sözden de sakının] cümlesinde, اجْتَنِبُوا fiilinin tekrar edilmesiyle pekiştirme yapılmıştır. Bundan maksat, sakınılması gereken şeylerin her birinin başlı başına bir nesne olduğuna önem verildiğini göstermektir. Edebiyatta buna ıtnâb denilir. (Safvetü’t Tefasir)
Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu tekrar, bahsi geçenlerden sakınmanın önemini muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için yapılmış ıtnâbdır.
Cenab-ı Hakk'ın putları bu şekilde vasfetmesinin, onları tahkir etmek ve hafife almak için olduğu da ileri sürülmüştür. Cenab-ı Hakk'ın, putlardan ifadesi, kendinden önce geçen الرِّجْسَ kelimesinin beyanı ve onun temyizidir. Bununla, (bu ifadenin başındaki مِنَ edatının beyaniyye değil de teb'iziyye olduğu sanılarak) o putların bir kısmı pis değildir manası kastedilemez. (Fahreddin er-Râzî)
الْاَوْثَانِ lafzı önünde bulunan مِنَ , beyan için olup cümle, الذي هوالْاَوْثَان (putlardan ibaret olan pislikten) takdirindedir.
Burada tahsisten sonra tamim sanatı vardır. Zira putlara tapmak gerçekte, yalanın başıdır. Sanki Cenab-ı Hak ilâhi yasaklara saygı göstermeye teşvik edince bunun ardından putlara saygı göstermekten ve Allah böyle hükmetti diyerek Allah'a iftirada bulunmaktan sakındırmıştır (Beyzâvî, IV, 124) ifadeleriyle ayeti tefsir eden Beyzâvî, şirkin yalanın çeşitlerinden biri ve en kötüsü olduğuna işaret eder. Burada ikinci cümlenin anlamı birinciyi de kapsadığı için ıtnâb vardır. Yalanın kapsamında putlara tapmak da olduğu halde kötülüğünü iyice vurgulamak üzere ayrıca zikredilmiştir.