Hac Sûresi 11. Ayet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  ...

İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 النَّاسِ insanlardan ن و س
3 مَنْ kimi
4 يَعْبُدُ ibadet eder ع ب د
5 اللَّهَ Allah’a
6 عَلَىٰ
7 حَرْفٍ bir kenardan (uçurumdan) ح ر ف
8 فَإِنْ eğer
9 أَصَابَهُ kendisine gelirse ص و ب
10 خَيْرٌ bir hayır خ ي ر
11 اطْمَأَنَّ huzura kavuşur ط م ن
12 بِهِ onunla
13 وَإِنْ ve eğer
14 أَصَابَتْهُ başına gelirse ص و ب
15 فِتْنَةٌ bir kötülük ف ت ن
16 انْقَلَبَ döner ق ل ب
17 عَلَىٰ üstü
18 وَجْهِهِ yüz و ج ه
19 خَسِرَ o kaybetmiştir خ س ر
20 الدُّنْيَا dünyayı د ن و
21 وَالْاخِرَةَ ve ahireti ا خ ر
22 ذَٰلِكَ işte budur
23 هُوَ o
24 الْخُسْرَانُ ziyan خ س ر
25 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن
 
İlk âyette, Allah’a kulluğu dünya hayatındaki rahatlık şartına bağlayan insanların tipik davranışları tasvir edilmekte, imanlarına pamuk ipliğiyle bağlı olan bu tür kimselerin işleri rast gittikçe Allah’a kulluk etmekten memnun oldukları, bir imtihan sıkıntısına mâruz kaldıklarında ise hemen bu statüden sıyrılmak istedikleri; bir başka ifadeyle, Allah’ın istediği gibi kul olmaya çalışmak yerine, kulluk ettikleri Tanrı’nın kendi istedikleri gibi olmasını bekledikleri anlatılmaktadır. Aynı âyette belirtildiği üzere böyle kimseler hem dünyalarını hem âhiretlerini yitirmişlerdir ve apaçık ziyan içindedirler. Zira inançsızlığını açıkça ortaya koyan kimseler, tutarlı bir hayat çizgisi izleyebilme ve hiç değilse dünya yaşantılarını gerçek isteklerine göre sürdürebilme hususunda Allah’a şartlı kulluk edenlere göre daha yüksek şansa sahiptirler. Âyetin “Allah’a şartlı olarak kulluk eder” şeklinde tercüme edilen kısmına, “Allah’a tereddütler içinde, tam inanmadan, sınırda, kıyıdan kıyıya kulluk eder”mânaları da verilmiştir.
 
 Başına bir sıkıntı geldiğinde şirke dönen ve Allah’tan başka mâbudlar arayan kimselerden söz edilirken, 12. âyette bunların “ne zarar ne de yarar sağlayabilen”varlıklara yalvardıkları ifade edildiği halde 13. âyette “zararı yararından daha yakın” varlıklara yalvardıklarının belirtilmesi tefsircileri değişik yorumlara yöneltmiştir. Bu iki âyet arasındaki bağla ilgili dil bilgisine dayalı birçok izahın yanı sıra (bk. Taberî, XVII, 124-125; Şevkânî, III, 496-497), 13. âyette kastedilen varlıklar hakkında başlıca iki yorum yapılmıştır. Birinci yoruma göre, Allah’a kulluk etmekten cayanlar daha sonra kendilerinden korktukları ve yardımına sığındıkları liderlere yönelmektedir ve bu liderlerin onlara yarardan çok zarar verdiklerine işaret edilmektedir. İkinci yorumun sahipleri burada da putlardan söz edildiği kanaatindedirler ve iki âyet arasında çelişki bulunmadığını şöyle açıklarlar: Putların kendileri yarar sağlamadıkları gibi zarar da veremezler, ama onlara kulluk edilmesi zarara yol açar, onlara tapanlar âhiret mutluluğunu yitirirler; âyette de bu kastedilmiştir (Râzî, XXIII, 14). 11. âyetin, refah düzeyinin artacağı ümidine bağlı olarak müslüman olan bazı bedevî Araplar’ın veya bir yahudinin İslâmiyet’i kabul ettikten sonra işlerinin ters gitmesi karşısında dinden çıkması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (Taberî, XVII, 124-125; Râzî, XXIII, 12-14). Bununla beraber âyetteki tasvirin, hemen her devirde ve her yerde karşılaşılan bir insan tipine dikkat çekmeyi hedeflediği kuşkusuzdur: Evrenin yaratıcısı ve mutlak hâkimi olan Allah’a iman bilincine erişememiş, bazı çevresel etkiler altında veya dünyevî beklentiler uğruna Allah’a kulluk etmeyi “deneyen” fakat O’nu kişisel arzularına uygun bir mâbud olarak göremediği için bütün benliğiyle şirke yönelen, böylece hem dünya hem âhiret mutluluğunu kaybeden insanlar! Devamındaki iki âyette belirtildiği gibi bu kimseler yine de “kulluk etme ve yakarma” ihtiyacından kendilerini alıkoyamamakta, ama bu defa ya hiçbir yararı veya zararı dokunmayacak ya da zararının dokunması çok muhtemel varlıklara yönelmektedirler.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718-719
 
Riyazus Salihin, 1836 Nolu Hadis
Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm İbni Nâşir radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmal etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınırlar koydu, o sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın.”
(Dârekutnî, es-Sünen, IV, 184. Ayrıca bk. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 115)
 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُ 'dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

عَلٰى حَرْفٍ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Takdiri,  مستقرّا على حرف (Ucuna yerleşmiş) şeklindedir.  

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اَصَابَهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur. خَيْرٌ  fail olup lafzen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karinesi olmadan gelen  اطْمَاَنَّ  cümlesi şartın cevabıdır. 

اطْمَاَنّ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِه۪  car mecruru  اطْمَاَنَّ  fiiline mütealliktir.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

خَيْرُ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. 

اَصَابَتْهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur.  فِتْنَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  انْقَلَبَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

انْقَلَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو dir. عَلٰى وَجْهِ  car mecruru  انْقَلَبَ deki  failinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, كافرا (kâfir olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَ  cümlesi hal olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَسِرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  الدُّنْيَا  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْاٰخِرَةَ  kelimesi atıf harfi  وَ la  الدُّنْيَا ya matuftur. 

انْقَلَبَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب dir. 

اَصَابَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  isim cümlesi  ذٰلِكَ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. الْخُسْرَانُ  kelimesi  ذٰلِكَ nin haberi olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ  kelimesi, الْخُسْرَانُ  sıfatı olup merfûdur.

Veya هُوَ  ikinci mübtedadır.  الْخُسْرَانُ  kelimesi هُوَ nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi,  الْخُسْرَانُ  sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i  failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan  عَلٰى حَرْفٍ mahzuf hale mütealliktir. Takdiri,  مستقرّا  (yerleşmiştir) şeklindedir.

Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ'dır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir kastına matuftur.

حَرْفٍۚ ’deki tenvin, tahkir içindir.

“Bir tarafından” manasındaki harf kelimesininin, yalnız bir yönünde anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da bir kişinin darlık ve zorluk zamanında değil de, sadece bolluk ve rahatlık zamanında Allah'a ibadet etmesi demektir. (Kurtubî) 

مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ  [Allah'a kenarda kulluk eden] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah, münafıkları ve dinleri hususunda içinde bulundukları şüphe ve tereddüdü, uçurum kenarında durarak ibadet etmek isteyen kimseye benzetmiştir. Bu, ne parlak bir temsildir! (Safvetu’t Tefasir, Âşûr)


فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ 

 

فَ  istînâf veya atıf içindir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelmiş  اِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ  cümlesi, şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اطْمَاَنَّ بِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Aynı üslupla gelen  اِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi, daha beliğ ve etkilidir.

Hasan el-Basrî şöyle demiştir: Kişinin din konusunda itimat ettiği dayanağı, kalbi ve lisanıdır. Binaenaleyh bu ikisinden biri diğeri ile uyumlu olduğunda, insan dini bakımdan mükemmel olmuş olur. Dolayısıyla o kimse, kalbinden nifak olduğu halde bazı gayelerinden ötürü dili ile mümin olduğunu söylediğinde, onun hakkında zemmetmek  için “O Allah'a bir ‘harf’ üzere (bir taraftan tutarak) tapıyor” denilebilir. (Fahreddin er-Râzî) 

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَ  cümlesi haldir.  Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

اِنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88, 106)

اَصَابَتْهُ - اَصَابَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَيْرٌ  ve  فِتْنَةٌۨ  kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.

الدُّنْيَا - لْاٰخِرَةَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  خَيْرٌۨ - فِتْنَةٌۨ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır. 

فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ [Kendisine bir iyilik dokunursa pek memnun kalır] ile  اِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ [Bir de musibete uğrarsa çehresi değişir] cümleleri arasında güzel bir mukabele vardır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)


ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir amacına matuftur. Kâfirlerin irtidâd ve küfürlerine işarettir. هُوَ, fasıl zamiridir. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafât, s. 119)

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الْخُسْرَانُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemal derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ  cümlesi,  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠  cümlesinden bedel-i iştimâldir.  ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  cümlesi ise  انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠  cümlesi ile şirke düştü anlamındaki انْقَلَبَ  fiilinin failindeki zamire ait hal durumunfa gelen  يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ  (Hac Suresi,12) cümlesi arasındaki mu’tarıza cümlesidir. (Âşûr)

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْخُسْرَانُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ziyan etmesi; korumasız kaldığı ve dinden dönmekle ameli boşa gittiği içindir. Hal olarak nasb ile  خاسراً, fail olarak da ref ile  خاسرون  da okunmuştur. Zamir yerine zâhir isim konulması ziyanını tespit etmek içindir. Ya da merfû olduğu takdirde mahzuf mübtedanın haberidir. (Beyzâvî) 

هُوَ  fasıl zamiridir. Müsnedin marife olarak gelişinden dolayı oluşan kasır ise iddâi kasırdır. İddia edilen şey, apaçık hüsran’ın mahiyetinin onların hüsranıyla sınırlanmış olduğudur. İddiaî kasırdan maksatsa, haberin tahakkukunu sağlamak ve şüpheyi ortadan kaldırmaktır. Fasl zamiri ise bu kasrı tekid eder ve kasredilen haberi güçlendirir. (Âşûr) 

Hüsranda olan bu kimse, dinden dönmekle ismeti (dokunulmazlığı) kalkmış; amelleri boşa gitmiş ve neticede dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, en büyük hüsrandır; bunun ikinci bir benzeri yoktur. (Ebüssuûd)

خَسِرَ - خُسْرَانُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.