Hac Sûresi 5. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ  ...

Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz, onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 إِنْ eğer
4 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
5 فِي içinde
6 رَيْبٍ kuşku ر ي ب
7 مِنَ -ten
8 الْبَعْثِ yeniden dirilmek- ب ع ث
9 فَإِنَّا (bilin ki) biz
10 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattık خ ل ق
11 مِنْ -tan
12 تُرَابٍ (önce) toprak- ت ر ب
13 ثُمَّ sonra
14 مِنْ -den
15 نُطْفَةٍ nutfe(sperm)- ن ط ف
16 ثُمَّ sonra
17 مِنْ -dan
18 عَلَقَةٍ alaka(embriyo)- ع ل ق
19 ثُمَّ sonra
20 مِنْ -ndan
21 مُضْغَةٍ bir çiğnem et parçası- م ض غ
22 مُخَلَّقَةٍ biçimlenmiş خ ل ق
23 وَغَيْرِ ve غ ي ر
24 مُخَلَّقَةٍ biçimlenmemiş خ ل ق
25 لِنُبَيِّنَ açıkça göstermek için ب ي ن
26 لَكُمْ size
27 وَنُقِرُّ ve tutarız ق ر ر
28 فِي
29 الْأَرْحَامِ rahimlerde ر ح م
30 مَا
31 نَشَاءُ dilediğimizi ش ي ا
32 إِلَىٰ -ye kadar
33 أَجَلٍ bir süre- ا ج ل
34 مُسَمًّى belirtilmiş س م و
35 ثُمَّ sonra
36 نُخْرِجُكُمْ sizi çıkarırız خ ر ج
37 طِفْلًا bir bebek olarak ط ف ل
38 ثُمَّ sonra
39 لِتَبْلُغُوا ermeniz için ب ل غ
40 أَشُدَّكُمْ güçlerinize ش د د
41 وَمِنْكُمْ ve içinizden
42 مَنْ kimi
43 يُتَوَفَّىٰ öldürülür و ف ي
44 وَمِنْكُمْ ve içinizden
45 مَنْ kimi de
46 يُرَدُّ itilir ر د د
47 إِلَىٰ
48 أَرْذَلِ en kötü çağına ر ذ ل
49 الْعُمُرِ ömrün ع م ر
50 لِكَيْلَا hale gelmesi için
51 يَعْلَمَ bilmez ع ل م
52 مِنْ
53 بَعْدِ sonra ب ع د
54 عِلْمٍ bilen kimse iken ع ل م
55 شَيْئًا bir şey ش ي ا
56 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
57 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
58 هَامِدَةً kurumuş ölmüş ه م د
59 فَإِذَا zaman
60 أَنْزَلْنَا biz indirdiğimiz ن ز ل
61 عَلَيْهَا onun üzerine
62 الْمَاءَ suyu م و ه
63 اهْتَزَّتْ titreşir ه ز ز
64 وَرَبَتْ ve kabarır ر ب و
65 وَأَنْبَتَتْ ve bitirir ن ب ت
66 مِنْ
67 كُلِّ her ك ل ل
68 زَوْجٍ çifti ز و ج
69 بَهِيجٍ güzel ب ه ج
 

Allah’ın kudreti ve dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağı hususunda tartışmaya girişen inkârcıların zihinlere sokmaya çalıştığı şüpheler ve insanoğlunu ateşe sürüklemek için var gücüyle çaba harcayan şeytanın vesveseleri karşısında duyulacak tereddüt ve kuşkuların akılcı bir biçimde gözden geçirilmesi istenmekte, bu konuda yapılacak değerlendirmenin sağlıklı olabilmesi için apaçık örnekler ve kanıtlar ortaya konmaktadır. Bu örnek ve kanıtlar insanın kendisinden ve en yakın çevresinden seçilmiştir.

Öldükten sonra dirilmenin aklen kabul edilebilirliğini ve Allah’ın buna kadir olduğunu görmek için dikkatleri iki şeye yöneltmek yeter:

1. İnsanın kendisinin nasıl dünyaya geldiği ve hangi aşamalardan geçtiği,

2. Kuru toprağın yağmurla canlanması ve türlü türlü bitkiler vermesi. İnsanın yaratılış aşamaları toprak, nutfe, alaka ve belli belirsiz et parçası (mudga) şeklinde sıralanmıştır. Topraktan yaratılma ile insanoğlunun ilk atası Hz. Âdem’in yaratılışının kastedildiği görüşünün yanı sıra, insan vücudundaki elementlerle bedenin beslenmesi arasındaki ilişkiyi öne çıkaran yorumlar da vardır. Nutfenin Kur’an’da farklı bağlamda farklı anlamlarda kullanıldığı görülür. İnsanın meydana gelmesini sağlayan iki ana unsurdan erkeğin spermi veya bu spermin aşıladığı yumurta (zigot) mânasında anlaşılması mümkündür. Alaka kelimesinin başka âyetlerdeki kullanımı ve embriyonik gelişmeye ilişkin bilgiler dikkate alındığında bu kelimeyle aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin kastedildiği anlaşılmaktadır. 5. âyette et parçası anlamındaki mudganın sıfatı olarak geçen ve “belli belirsiz” şeklinde çevirdiğimiz iki kavramdan ilki (muhallaka) tefsirlerde, “biçimi belirli hale gelmiş, kendisine ruh üflenmiş, tam, tamamlanmış, normal doğumla sonuçlanan, kusursuz noksansız biçimde”; ikincisi (gayru muhallaka) ise “biçimi henüz belirli hale gelmemiş, kendisine henüz ruh üflenmemiş, henüz tamamlanmamış, rahim tarafından dışarı atılan, düşük yapılan, kusuru noksanı olan” gibi farklı mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVII, 116-117; Râzî, XXIII, 8; Şevkânî, III, 491).

Muhammed Esed’in âyetin bu kısmına “(temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün öğeleriyle) henüz tamamlanmamış” şeklinde mâna vermesi (II, 667-668) bu iki sıfattan ilkinin olumlu, ikincisinin olumsuz olmasını izah açısından mantıkî görünmekle beraber; bu yorumu İbn Abbas ve Katâde’nin açıklamalarına dayandırması isabetli değildir ve bu konuda kaynak gösterdiği Taberî ile Beyzâvî incelendiğinde, Esed tarafından bu kaynakların yanlış anlaşıldığı görülmektedir.

Zira Taberî’nin Katâde’den naklettiği yorum birinci kelime için “tam”, ikinci kelime için “tam olmayan” şeklindedir (XVII, 117); Beyzâvî ise bu konuda İbn Abbas’tan bir nakilde bulunmamıştır (IV, 288-289).

İbn Abbas’tan bu ifadeyle ilgili olarak nakledilen yorum da, birinci kelime için “yaratılışı tamamlanmış”, ikinci kelime için “yaratılışı tamamlanmamış” şeklindedir (Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, IV, 288; Hâzin’in tefsiri, Mecmû‘a mine’t-tefâsîr içindeki Beyzâvî tefsirinin hemen altında yer aldığı için Esed bu ibareyi Beyzâvî tefsiri kapsamında görmüş olabilir). Âyette insanların bulundukları duruma hangi aşamalardan geçerek geldiklerine değinildiğine göre birinci kelimeyi “normal doğumla sonuçlanan durumlar”, ikincisini de “düşük hali” olarak anlamak isabetli görünmemektedir (Râzî, XXIII, 8).

Burada insanın geçirdiği aşamaların sıralandığı belli olmakla beraber, bu iki sıfatı birbirine bağlayan “ve” bağlacının bir sıralama anlamı taşıyıp taşımadığı açık değildir. O sebeple belirtilen kelimelerin yukarıda kaydedilen (normal doğum – düşük hali dışındaki) diğer yorumların her birine ihtimali bulunduğu söylenebilir. Bununla beraber âyetin bu kısmına “tedrîcî yaratma sürecine bağlı” anlamının verilmesi de (yakın bir tercüme için bk. Jacques Berque, Le Coran, s. 351) kanaatimizce embriyonik gelişmeyle ilgili bilgilere ve buradaki ifade akışına uygundur. “Bebek olarak çıkarırız” ve “yetişkinlik çağına erişirsiniz” anlamındaki cümleler arasında gramer açısından değişik bağlar kurulmuş olmakla beraber, bunlar arasında nedensellik bağının bulunduğu görüşü daha kuvvetli görünmektedir (İbn Âşûr, XVII, 200). Bundan dolayı âyetin anılan kısmı, “Sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz” şeklinde çevrilmiştir. Hemen ardından kimilerinin erken vefat ettirildiği belirtildiğinden, bu ifadenin bebek olarak dünyaya gelen her insanın yetişkinlik çağına ulaşması sonucunu içerdiği ileri sürülemez (“ömrün en düşkün çağı” diye çevrilen “erzel-i ömür” deyimi hakkında bk. Nahl 16/70). Âyetin “yeryüzünü kupkuru ve cansızken” şeklinde çevirdiğimiz kısmına Elmalılı Muhammed Hamdi “arzı da... sönmüş kül halinde” anlamını vermiş ve bunu (özetle) şöyle açıklamıştır: Bu uyarı ilk bakışta, güneşin harareti karşısında arzın kuruduğunu gösterir. Bununla birlikte bu ifadeyi benzetme yoluyla değil hakiki mânasına göre anlamak hem maksadı daha açık bir biçimde ortaya koyar hem de zamanımızın bilimsel teorileri bu anlama daha uygundur. Zira bilimsel tesbitlere göre arz vaktiyle yanar bir ateş olduğundan, toprak esas itibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde sertleşmiş ve çökelmiş biçimidir; bu durum hayatın tam zıddıdır (V, 3383-3384). 

 
Riyazus Salihin, 397 Nolu Hadis
İbni Mes’ûd radıyallahu anh dedi ki:
Bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdîk ve kabul edilmiş olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi ve şöyle buyurdu :
“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı hâline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olacağını yazmakla emrolunur.”
Abdullah İbni Mes’ûd der ki: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemîn ederim ki, sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesâfe kalır da, sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesâfe kalır; sonra anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devâm eder de, neticede cennete girer.
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 6, Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbni Mâce, Mukaddime 10)
 

Tafele طفل :  طَفْلٌ çocuk demektir. Körpeliği, bedeninin yumuşaklığı ve narinliği devam ettikçe böyle denir. Çoğul olarak أطْفالٌ şeklinde gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tıfıl, etfâl ve Tufeylîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Behece بهج : بَهْجَة  renk ya da ten güzelliği ve sevincin ortaya çıkmasıdır. İsmi faili olarak بَهِيجٌ gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Behçet, Behiç, Behice ve İbtihaçtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ

 

يَٓا   nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ  cümlesidir.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي رَيْبٍ  car mecruru     كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. 

مِنَ الْبَعْثِ  car mecruru  رَيْبٍ ’e mütealliktir.

Şartın cevabı mahzuftur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم في ريب.. فانظروا في ما حولكم فإنّا خلقناكم (Eğer şüphede iseniz etrafınıza bakın çünkü sizi biz yarattık.) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

خَلَقْنَاكُمْ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

خَلَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ تُرَابٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

مِنْ نُطْفَةٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

مِنْ عَلَقَةٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

مِنْ عَلَقَةٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.       

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

مِنْ مُضْغَةٍ  car mecruru  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.  مُخَلَّقَةٍ  kelimesi  مُضْغَةٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada مُخَلَّقَةٍ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

غَيْرِ  kelimesi atıf harfi و ’la  makabline matuftur.  مُخَلَّقَةٍ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  لِنُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَلَقْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir. 

نُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, كمال قدرتنا (Kudretimizin kemâli) şeklindedir.

لَكُمْ  car mecruru  نُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır.

مُخَلَّقَةٍ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef ‘il babının ism-i mef’ûludur.

نُبَيِّنَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  نُقِرُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.  فِي الْاَرْحَامِ  car mecruru نُقِرُّ  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَشَٓاءُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  نُقِرُّ  fiiline mütealliktir.  مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ   tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُخْرِجُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. طِفْلاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُقِرُّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  قرر ’dir.

نُخْرِجُكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُسَمًّى  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.


ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ 

 

ثُمَّ   tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir

لِ  harfi,  تَبْلُغُٓوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri,  ثمّ نعمّركم لتبلغوا (Sonra …. ulaşmanız için sizi yaşatırız.) şeklindedir. 

تَبْلُغُٓوا  fiili  ن un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَشُدَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ

 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُتَوَفّٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُتَوَفّٰى  elif üzere mukadder fetha ile merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

مِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُرَدُّ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُرَدُّ  merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

اِلٰٓى اَرْذَلِ  car mecruru  يُرَدُّ  fiiline mütealliktir. الْعُمُرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِ  ta’liliyyedir.  كَيْ  masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Veya zaiddir.

كَيْ  ve  لِكَيْ  sadece muzari fiilin önüne gelir ve masdar manası verir, onu nasb ederek gelecek zamana çevirir.

كَيْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُرَدُّ  fiiline mütealliktir. 

Mef’ûlün leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:

1) كَيْ  ve  لِكَيْ  ile başlayan fiil cümleleri.

2) Lam-ı ta’lil  (لِ )  (لِاَنْ)  ile başlayan fiil cümleleri.

3) Sebep bildiren  حَتَّى  ile başlayan fiil cümlesi.

4) لِاَنَّ  ile başlayan isim cümlesi.

لِكَيْلَا يَعْلَمَ  cümlesi burada  لِكَيْ  ile başladığı için mef’ûlün lehdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَعْلَمَ  fiiline mütealliktir.  عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mecrurdur.

يُتَوَفّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  تَرَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  هَامِدَةً  hal olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzâriler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi),

اَنْزَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir.  

الْمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı  اهْتَزَّتْ  cümlesidir.

اهْتَزَّتْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

وَ  atıf harfidir.  رَبَتْ   mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. 

وَ  atıf harfidir.  اَنْبَتَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  

مِنْ كُلِّ  car mecruru  اَنْبَتَتْ  fiiline mütealliktir.  زَوْجٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بَه۪يجٍ  kelimesi  زَوْجٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

اهْتَزَّتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هزز ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَنْبَتَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نبت ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

هَامِدَةً  kelimesi sülâsî mücerred olan همد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan  اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. 

Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Allah Teâlâ’nın kullarına çağrıda bulunurken son derece etkili ve beliğ bir üslup kullanması beyan ettiği hakikatlerin önemli olduğunu vurgulamak ve bunların muhataplar tarafından fark edilerek gerekli mesajı almalarını sağlamak içindir. Ancak insanların çoğu bundan gafildirler. (Beyzâvî)

Müspet mazi sıygadaki nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden  اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ  cümlesi, şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي رَيْبٍ  nakıs fiil  كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  رَيْبٍ ’deki tenvin, kıllet içindir.

ف۪ي رَيْبٍ  ibaresindeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan şüphenin, zarfiyyet özelliği yoktur. Şüphe ile şüphe duyan insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Şartın cevabı mahzuftur.  فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ  cümlesi, mukadder cevabın ta’lili hükmündedir.  اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s.107) Fiil azamet zamirine isnadla, tekid edilmiştir.  تُرَابٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

Takdiri,  فانظروا في ما حولكم  (...etrafınıza bakın) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Car mecrur  مِنْ نُطْفَةٍ  ile  مِنْ عَلَقَةٍ  ve  مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ, atıf harfi  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Cihet-i câmia, tezâyüftür.

Ayetteki  غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ (uzuvları belirsiz olan) ifadesinden murad, noksan olarak veya kusurlu olarak doğan çocuk değil ve buraya kadar açıklanan aşamalar, doğumdan önce ceninin geçirdiği aşamalardır. (Ebüssuûd)

غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ, tezat nedeniyle  مِنْ مُضْغَةٍ ’e atfedilmiştir. Bu atıftaki  ثُمَّ, hakiki terahi ifade eder. Ayette dört kere geçen  مِنْ, ibtidaiyyedir. (Âşûr)

Lam-ı ta’lilin dahil olduğu  لِنُبَيِّنَ لَكُمْۜ  cümlesi, masdar teviliyle  خَلَقْنَاكُمْ  filine mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle teceddüt ve istimrar, fiilin azamet zamirine isnadı ise tazim ifade etmiştir.

مُضْغَةٍ  için sıfat olan  مُخَلَّقَةٍ, ism-i mef’ûl kalıbındadır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُخَلَّقَةٍ - غَيْرِ مُخَلَّقَةٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

نُطْفَةٍ - عَلَقَةٍ - مُضْغَةٍ  kelimelerindeki tenvin kıllet ve tazim ifade eder.

خَلَقْنَاكُمْ - مُخَلَّقَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنَ - ثُمَّ - مُضْغَةٍ  kelimelerinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مِنْ  ve  مَنْ ’lerin tekrarında ve bu kelimeler arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Kavim kâfirdir ve gerçekten şüphe içindedir. Ama  إذا  yerine  اِنْ  gelmiştir. Bu onları azarlamak ve apaçık ba‘s delillerine işaret içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ haşr ve neşr hususunda cahilce o insanların mücadele edip karşı çıktıklarını haber verip onları bu hususta zemmedince haşrın (kıyametin) gerçek olduğuna şu iki bakımdan delil getirmiştir:

1) Önce canlıların yaratılış ile istidlal etmiştir. Bu, [“De ki: Onu, ilk defa yaratan diriltecektir.”] (Yasin Suresi, 79) ve [“Onlar derler ki: ‘Bizi kim yeniden diriltecek?’ De ki: ‘Sizi üç defa yaratan (Allah)!’”] (İsra Suresi, 51) ayetlerinde, mücmel (özet) olarak zikrettiği delile uygundur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Eğer size vadettiğimiz ba's hususunda bir şüpheniz varsa ilk defa sizi yaratmaya kādir olanın, tekrar diriltmeye kādir olacağını anlamak için ilk yaratılışınızı düşününüz.” demiştir.

2) Bitkilerin yaratılışı ile öldükten sonra diriliş hususunda yapılan istidlal, ayetteki “Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman harekete gelir, kabarır.” ifadesi ile yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Hak Teâlâ, ilk yaratılışın şu yedi mertebesini saymıştır:

Birinci mertebe: Bu ayetteki “Şu muhakkak ki Biz sizi topraktan yarattık.” ifadesi ile anlatılmaktadır

İkinci mertebe: Bu, ayetteki “sonra nutfeden” ifadesi ile anlatılan husustur.

Üçüncü mertebe: Bu, ayetteki “sonra da bir alakadan” ifadesi ile anlatılan husustur. “Alaka”, donmuş kan parçası demektir. Su ile donmuş kan parçası arasında çok büyük bir farkın olduğunda şüphe yoktur.

Dördüncü mertebe: Bu “Sonra da yaratılışı belli belirsiz bir lokma etten yarattık ve size apaçık gösterelim diye. Sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar ana rahimlerinde durdururuz.” ifadesinin anlattığı husustur. “Mudğa” bir çiğnemlik küçük et, parçasıdır. “Muhallaka”, noksanlık ve kusurdan uzak, dümdüz, pürüzsüz şey demektir. 

Besince mertebe: Bu ayetteki “Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız.” ifadesi ile anlatılan husustur.

Altıncı mertebe: Bu, ayetteki “Sonra kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz” ifadesi ile anlatılan husustur.

Yedinci mertebe: “Kiminiz öldürülüyor kiminiz de bilgiden sonra hiçbir şey bilmemek üzere ömrün en fena devresine gerisin geri itiliyor.” ifadesi ile anlatılan husustur. Bunun manası şöyledir: “Kiminiz, kuvvetine ve tam olmasına rağmen öldürülüyor kiminiz de erzel-i ömür yani ihtiyarlığa ve bunaklığa sevk ediliyor. Böylece de tıpkı çocukluğunun başlangıcında olduğu gibi bünyesi zayıf, aklı tutarsız ve anlayışı az hale geliyor.” (Fahreddin er-Râzî)


وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ مَا نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ 

 

وَ, istînâfiyyedir. Cümle öncesinin beyanı için gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki  نُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. نُقِرُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  نَشَٓاءُ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki  نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً  cümlesi, ...وَنُقِرُّ فِي الْاَرْحَامِ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.  نُخْرِجُكُمْ  fiilinin mef’ûlünden hal olan  طِفْلاً, anlamı açıklamak üzere gelmiş ıtnâb sanatıdır.

ثُمَّ  atıf harfiyle gelen  ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْۚ  cümlesi, gizli  أن ’le masdar tevilindedir. Ta’lil manası veren  لِ  harfiyle birlikte takdiri  نعمّركم  (Sizi yaşatırız) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ’deki  ثُمَّ  atıf harfi rütbeten terahi manasındadır. (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) 

ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً  [Sonra sizi çocuk olarak çıkardık] şeklinde bir haber cümlesinde  نُخْرِجُكُمْ  kelimesindeki  كُمْ  zamirinden muhatapların çoğul olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda hal olan  طِفْلاً  kelimesinin de muktezâ-i zâhire göre çoğul olarak  أطفلا şeklinde gelmesi gerekmektedir. Ancak kelime muktezâ-i zâhire muğayir olarak tekil formda gelmiş, tekil kelimeyle çoğul kastedilmiştir. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberġn Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Bu ayetteki sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız ifadesinde  طِفْلاً [bir çocuk] kelimesini müfred olarak getirmiştir. Çünkü bundan maksadı, çocuk cinsine işaret etmektir.

Sonra kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz ifadesindeki  اَشُدَّ, kuvvetin, aklın ve temyiz gücünün tam olması demek olup müfredi olmayan çoğul kelimelerdendir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً 

 

وَمِنْكُمْ مَنْ  cümlesi, öncesine matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur  مِنْكُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يُتَوَفّٰى, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki …وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى  cümlesine afedilmiştir. 

Masdar harfi  كَيْ ’in dahil olduğu  لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ  cümlesi mecrur mahalde olup  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُرَدُّ  fiiline mütealliktir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُتَوَفّٰى  ve  يُرَدُّ  fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Bu fiiller meçhul bina edilmiştir.  Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

لَا يَعْلَمَ - عِلْمٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْـٔاًۜ  ve  عِلْمٍ ’deki tenvin, kıllet ve umum ifade eder.

Ayette insanın yaratılışı, bütün safhalarıyla  anlatılmıştır. Bu anlatım üslubu taksim sanatıdır.

İçinizden kimisi (küçükken) vefat ettiriliyor, yine içinizden kimisi de biraz ilimden sonra birşey bilmesin diye اَرْذَلِ الْعُمُرِ [ömrün en rezil/ihtiyarlık çağına] doğru geri itiliyor cümlesinde cem' ma’at-taksim ve tefrik sanatı vardır.

Tefrîk; icmâlden sonra tafsîl şeklindeki sanatlardandır. Zikredilen şeylerin bir hükümde ortak olduğu vehmi giderilir. Medh, ağıt, kur yapmak veya alay gibi maksatlarla yapılabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)

وَتَرَى الْاَرْضَ هَامِدَةً  cümlesi  وَ ’la, …إنّا خلقناكم  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هَامِدَةً, mef’ûl olan  الْاَرْضَ ’nın halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Yerin  هَامِدَةً  oluşu, kuruması bitkilerden ve yeşilliklerden uzak oluşu demektir.  (Fahreddin er-Râzî)

Ey insan yeryüzünü yanmış kül olmuş görürsün. Bu ihtar gerçi ilk bakışta yazın güneşin harareti karşısında yeryüzünün, toprağın kupkuru kesildiği durumunu gösterir. Ancak bunu bir benzetme sanatı içerisinde değerlendirmekten ziyade, bir gerçeğin tam ifadesi olarak anlamak daha uygundur. Çünkü böyle bir anlayış maksadı güzel bir şekilde göstereceği gibi çağımızın bu konudaki bilimsel teorilerine de uygun düşecektir. Buna göre yerküresi vaktiyle yanar bir ateş kütlesi olduğundan zamanla sönmüş olan toprak, esas itibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde iken katılaşıp tortulaşmasından ibarettir ki hayatın son derece zıttıdır. Böyle iken üzerine suyu indirdiğimiz vakit, o yanmış olan toprak harekete geçmekte yani atomları ve elementleri bir canlanma gücünü ortaya koyarak canlılığın en açık bir belirtisi olan bir sarsıntı ile harekete geçmekte ve koparıp gelişmekte her güzel çiftten bitkiler bitirmektedir. (Elmalılı) 


 فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ

 

فَ  atıftır. Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberi isnaddır. Şart üslubunda gelen cümlenin haber manalı olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ, şart manalı zaman zarfı  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi, aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Cevap cümlesi اهْتَزَّتْ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

Aynı üsluptaki  وَرَبَتْ  ve  وَاَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍ  cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine atfedilmiştir.

Ayetteki “Her güzel çiftten nice nebat bitirir.” ifadesi, mecazî bir ifadedir. Çünkü bunlar yerden biter. Bunları bitiren ise Allah Teâlâ'dır. Fakat bu bitirme işi, mecazî olarak yere (toprağa) nispet edilmiştir. Buna göre manası, “Ekin ve ağaç gibi her çeşit bitkiden bitirir.” demektir.   بَه۪يجٍ  bir şeyin parlaklığı ve güzel olması demektir. Müberred de “Bu, ‘güzel ve aydınlanmış şey’ demektir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

زَوْجٍ  için sıfat olan  بَه۪يجٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

زَوْجٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ [Üzerine yağmur indirdiğimiz zaman canlanır ve gelişir.] ayetinde latif bir istiare vardır. Yeryüzü, hareketsiz bir şekilde uyuyup da üzerine yağmurun inmesiyle uyanıp kımıldanan ve can­lılık alametleri görünen kimseye benzetildi. Bunda istiâre-i tebeiyye vardır. (Safvetu’t Tefasir)

Allah Teâlâ haşr ve neşr hususunda cahilce o insanların mücadele edip karşı çıktıklarını haber vererek onları bu hususta zemmedince haşrın (kıyametin) gerçek olduğuna şu iki bakımdan delil getirmiştir:

1) Önce canlıların yaratılış ile istidlal etmiştir. Bu, [“De ki: Onu, ilk defa yaratan diriltecektir.”] (Yasin Suresi, 79) ve [“Onlar derler ki: ‘Bizi kim yeniden diriltecek?’ De ki: ‘Sizi üç defa yaratan (Allah)!’’] (İsra Suresi, 51) ayetlerinde, mücmel (özet) olarak zikrettiği delile uygundur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki “Eğer size vadettiğimiz ba's hususunda bir şüpheniz varsa ilk defa sizi yaratmaya kadir olanın, tekrar diriltmeye kadir olacağını anlamak için ilk yaratılışınızı düşününüz.” demiştir.

2) Bitkilerin yaratılışı ile öldükten sonra diriliş hususunda yapılan istidlal, ayetteki “Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman harekete gelir, kabarır.” ifadesi ile yapılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayette Rabbimiz insanın yaratılışını topraktan başlayarak yeniden dirilişe kadar anlatır ve bunu bir örnekle delillendirir. Toprağın durgunluğu anlamındaki  هَامِدَةً (kupkuru) kelimesiyle, canlanıp harekete geçmesi anlamındaki  اهْتَزَّتْ  kelimesi zıt anlamlıdır ve mecâzîdir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

هَامِدَةً - اهْتَزَّتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Ayet, istenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak olan, mezheb-i kelamî sanatının güzel bir örneğidir.