اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | çünkü |
|
2 | تَلَقَّوْنَهُ | siz onu alıveriyorsunuz |
|
3 | بِأَلْسِنَتِكُمْ | dillerinizle |
|
4 | وَتَقُولُونَ | ve söylüyorsunuz |
|
5 | بِأَفْوَاهِكُمْ | ağızlarınızla |
|
6 | مَا | bir şeyi |
|
7 | لَيْسَ | hiç olmayan |
|
8 | لَكُمْ | sizin |
|
9 | بِهِ | hakkında |
|
10 | عِلْمٌ | bilgi(niz) |
|
11 | وَتَحْسَبُونَهُ | ve onu sanıyorsunuz |
|
12 | هَيِّنًا | önemsiz bir iş |
|
13 | وَهُوَ | oysa o |
|
14 | عِنْدَ | yanında |
|
15 | اللَّهِ | Allah |
|
16 | عَظِيمٌ | büyüktür |
|
Hevene هون : هَوانٌ kelimesi iki anlama gelir. Birincisi: İnsanın kendisine verilen şeylere karşılık kendini kontrol edip, alçak gönüllü davranmasıdır. Bu övgüye değer bir hareket tarzıdır. İkincisi: Birinin güçlü ve kendini hafife alarak küçümseyen bir kimsenin karşısında zilleti kabul etmektir. Bu da kişinin yerildiği bir davranış kalıbıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu sözcüğün geçtiği yerlerde her iki manaya uygun ayeti kerimeler bulunmaktadır. Yine şu iş falan kimseye kolay geldi anlamında هانَ الأمْرُ عَلَى فُلانٍ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 26 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ihanet ve ehven-i şerdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ
اِذْ zaman zarfı, mukadder söze mütealliktir. Takdiri; أذنبتم أو أثمتم إذ تلقّونه (Onu duyduğunuzda günah işlediniz.) şeklindedir. تَلَقَّوْنَهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَلَقَّوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَلْسِنَتِكُمْ car mecruru تَلَقَّوْنَهُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَلَقَّوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi لقي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ
Fiil cümlesidir. تَقُولُونَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
تَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاَفْوَاهِكُمْ car mecruru ism-i mevsûl مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ لَكُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. بِه۪ car mecruru عِلْمٌ’in haline mütealliktir. عِلْمٌ kelimesi, لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ
Cümle atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. تَحْسَبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هَيِّناًۗ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ
وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ cümlesi تَحْسَبُونَهُ ’deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ zaman zarfı olup عَظ۪يمٌ’e mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَظ۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ
Fasılla gelen bu ayette اِذْ ’in amili, önceki ayetteki مَسَّكُمْ veya اَفَضْتُمْ fiilidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Keşşâf sahibi ayetin başındaki اِذْ edatının ya مَسَّ fiilinin ya da اَفَضْتُمْ fiilinin mef'ûlü fîh'i (zaman zarfı) olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üslupta gelen وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ cümlesi, muzâfun ileyh olan تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bir söz zaten ağızla söylendiği halde bu ayette söylemek fiiliyle birlikte ağız lafzının da zikredilmesi, ıtnâb babındandır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’in sılası olan لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ cümlesi لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عِلْمٌ, muahhar ismidir.
لَيْسَ ’nin ismi olan عِلْمٌ ’daki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyaktaki nekre, umum ve şümule işarettir.
وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ Bir söz zaten ağızla söylendiği halde bu ayette söylemek fiiliyle birlikte ağız lafzı da zikredilmiştir. Bundan maksat, münafıkların Hz. Aişe’ye (ra) attıkları iftiranın ne kadar büyük bir şey olduğunun ifade edilmesidir. (Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu/Ali Bulut)
تَلَقّيِ ألخَبِيث بِاللسَان ifadesinde istiare vardır. Allahu alem, bununla kastedilen mana şöyledir: Siz bu iftirayı aranızda konuşup duruyorsunuz ve adeta bu iftira, üzerinde durmak ve ortalığa yaymaktan sevinç duyarcasına aranızda dilden dile dolaşıyor. Bu ifade birimizin şu sözüne benzer: قَدْ تَلَقَّيْتُ أمْرَ فَلاَنٌ بِرَاحة وَإسْتَقْبَلْتُهُ بكِلْتَا يَدَيَّ (Falancanın emrini avucumun içiyle aldım, onu her iki elimle karşıladım.) Bu sözüyle o, falancanın emrini kesin olarak kabul ettiğini veya bundan dolayı çok sevindiğini bildirmiş oluyor. إذَا تَلَقُونَُهُ şeddesiz, ل ’ın kesresi ve ق ’ın zammesi ile إذَا تَلِقُونَهُ şeklinde de kıraat edilmiştir ki (O iftirayı hızla yalan ortamında hızla dolaştırırsın) demektir. Hızla gitti anlamında وَلَق - يَلِقَ denir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Aynı üslupta gelen وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناًۗ cümlesi, اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Mef’ûl olan هَيِّناًۗ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder.
وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ
Ayetin son cümlesi تَحْسَبُونَهُ fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عِنْدَ اللّٰهِ , konudaki önemine binaen, amili olan عَظ۪يمٌ’ya takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan عَظ۪يمٌ kelimesi, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
هَيِّناًۗ - عَظ۪يمٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İhtimam için amili olan عَظ۪يمٌ ’e takdim edilen عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, mekân zarfı عِنْدَ ’ye tazim ifade eder.