Nûr Sûresi 41. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ  ...

Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’ı
5 يُسَبِّحُ tesbih ederler س ب ح
6 لَهُ onu
7 مَنْ kimseler
8 فِي olan
9 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
10 وَالْأَرْضِ ve yerde olan ا ر ض
11 وَالطَّيْرُ ve kuşlar ط ي ر
12 صَافَّاتٍ saflar halinde uçan ص ف ف
13 كُلٌّ her biri ك ل ل
14 قَدْ andolsun
15 عَلِمَ bilir ع ل م
16 صَلَاتَهُ kendi du’asını ص ل و
17 وَتَسْبِيحَهُ ve tesbihini س ب ح
18 وَاللَّهُ ve Allah
19 عَلِيمٌ bilmektedir ع ل م
20 بِمَا şeyleri
21 يَفْعَلُونَ onların yaptıkları ف ع ل
 
Tesbih, Allah Teâlâ’yı, kendine mahsus yüce sıfatlarıyla anmaktır, dar mânada O’nu, yakışmayan sıfatlardan tenzih etmektir, her çeşit noksanlıktan uzak ve berî olduğunu ifade etmektir. İnsanlar ve melekler gibi şuurlu varlıkların bu bilince dayalı bir tercihle tesbih etmeleri mümkündür, vâkidir. Diğer canlı, cansız varlıkların tesbihi ise ya hal diliyle, varlık ve hareketlerindeki özellik ve incelikleri gözler önüne sermek, programlandıkları gibi davranmak suretiyle olmaktadır veya Allah’ın kendilerine verdiği, bizim anlayamadığımız özel bir dil ile ifade edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 88
 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ 

 

 اَ istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubdur.  يُسَبِّـحُ  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُسَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü  يُسَبِّـحُ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

الْاَرْضِ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الطَّيْرُ  atıf harfi و ’la  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlüne matuftur.

صَٓافَّاتٍ  hal olup  nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

يُسَبِّـحُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ 

 

Cümle öncesinde geçen  مَنْ  ism-i mevsûlünün hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  عَلِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

صَلَاتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَسْب۪يحَهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. 

 

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٖيمٌ  haber olup lafzen merfûdur.  

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. يَفْعَلُونَ fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen taaccüp ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayetin başındaki hemze istifhâm-ı inkârîdir. İstifham edatları birtakım karîneler sebebiyle asli manalarının (soru) dışına çıkarak pek çok farklı anlamda kullanılır.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi   اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّـحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ , masdar teviliyle تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.  Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi  اَنَّ ’nin haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَبِّـحُ  fiilinin faili olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in, irabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Car mecrur  لَهُ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü   السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

السَّمٰوَاتِ’tansonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Tesbih edenlerin yeryüzü ve gökyüzünde olanla, kanat çırpan kuşlar olarak sayılması taksim sanatıdır. Tesbih etmekte cem’ edilmişlerdir.

يُسَبِّـحُ - وَتَسْب۪يحَهُ  ve  عَلِمَ - عَل۪يمٌ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307) 

صَٓافَّاتٍ  (havada kanatlarını açıp yayarak) demektir. Alime fiilindeki zamir, ya hepsine ya da Allah'a racidir;  صَلَاتَهُ ve وَتَسْب۪يحَهُۜ (kendi duasını, kendi tesbihini) ifadesindeki zamirler de aynıdır. Salat, dua demektir. Allah’ın kuşlara kendi dua ve tesbihlerini ilham etmesi uzak görülemez. Nitekim akıllı varlıkların nerede ise bulamayacağı birtakım dakik bilgileri Allah onlara ilham etmiştir. (Keşşâf) 

Tesbih, hem gözle görmeyi hem de kalp ile bilmeyi içine alır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu hitap, Resulullah (sav) için olup Allah'ın, ona nûr mertebelerinin en yükseğini ve en parlağını indirdiğini ve zahir âlem ile bâtın âlemin en ince ve küçük sırlarını beyan ettiğini bildirmektedir. (Ebüssuûd)

 

كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ 

 

Fasılla gelen cümle, öncesinde geçen  مَنْ  ism-i mevsûlden, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi hal sahibinin durumunun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كُلٌّ  mübtedadır. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil sıygasındaki  قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُ  cümlesi,  كُلٌّ ’un haberidir. Faide-i haber talebî kelamdır. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. 

وَتَسْب۪يحَهُ , tezâyüf nedeniyle  صَلَاتَهُ ’ya atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Dua, tesbihten önce zikredilmiş, çünkü duanın mertebesi ondan öndedir. (Ebüssuûd)

Akıllıların tesbihi hakikidir. Kuşların tesbihi ise mecaz-ı mürseldir. Tenzihe delalet eder. O halde burada tesbih kelimesi hem hakiki hem mecazi manada kullanılmıştır. Bu nedenle, ikinci cümleyle aralarında bir fark vardır. Bu iki grup, yani akıllılarla kuşlar arasındaki farkı halletmek için salat ve tesbih zikredilmiştir. (Âşûr)

كُلٌّ  kelimesiyle bu iki grup birleştirilse de akıllılların tesbihi olarak salat kelimesi kullanılmıştır. Çünkü onların tesbihi hakikidir. Burada salat kelimesiyle kastedilen dua manasıdır. Ki dua etmek akıllıların özelliklerindendir. Tesbih kuşların bir hali değildir. Mecazi olarak akıllıların sesine delalet etmek üzere zikredilmiştir. Ve eğer bu arzu edilmeseydi şöyle denirdi: Herkes tesbihini bildi veya herkes duasını bildi. (Âşûr)

Hal lisanını, söz lisanı mertebesinde kabul ederek akıl sahiplerine mahsus bulunan ve tenzih mertebelerinin en kuvvetlisi ve zahiri olan tesbih ile onu ifade buyurmuş ve bu manayı, akıl sahipleri için kullanılan harfi  مَنْ , akıl sahipleri olmayanlar için kullanılan harfe  مَا  tercih etmekle de tekid etmiştir. (Ebüssuûd)

 

 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

 

 

وَ , istînafiyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned olan  عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ’e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  يَفْعَلُونَ ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

عَل۪يمٌ - عَلِمَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Cümle “Allah Teâlâ yaptıklarını bilir” anlamının yanında “Bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

عَلِمَ (İlim) fiili ise salatını-duasını bilen akıllılar ile tesbihlerini bilen kuşların farkını göstermek manasındadır, çünkü kuşların tesbihi şuursuz ve amel kastı olmaksızındır. (Âşûr)