Nûr Sûresi 43. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ  ...

Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz ki
4 اللَّهَ Allah
5 يُزْجِي sürer ز ج و
6 سَحَابًا bulutları س ح ب
7 ثُمَّ sonra
8 يُؤَلِّفُ birleştirir ا ل ف
9 بَيْنَهُ onların arasını ب ي ن
10 ثُمَّ sonra
11 يَجْعَلُهُ onları yığar (sıkıştırır) ج ع ل
12 رُكَامًا birbiri üstüne ر ك م
13 فَتَرَى sonra görürsün ر ا ي
14 الْوَدْقَ yağmurun و د ق
15 يَخْرُجُ çıktığını خ ر ج
16 مِنْ -ndan
17 خِلَالِهِ arası- خ ل ل
18 وَيُنَزِّلُ ve indirir ن ز ل
19 مِنَ -ten
20 السَّمَاءِ gök- س م و
21 مِنْ -dan
22 جِبَالٍ dağlar- ج ب ل
23 فِيهَا orada
24 مِنْ
25 بَرَدٍ bir dolu ب ر د
26 فَيُصِيبُ vurur ص و ب
27 بِهِ onunla
28 مَنْ
29 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
30 وَيَصْرِفُهُ ve onu öteye çevirir ص ر ف
31 عَنْ -nden
32 مَنْ
33 يَشَاءُ dilediği- ش ي ا
34 يَكَادُ neredeyse ك و د
35 سَنَا parıltısı س ن و
36 بَرْقِهِ şimşeğinin ب ر ق
37 يَذْهَبُ alır ذ ه ب
38 بِالْأَبْصَارِ gözleri ب ص ر
 

  Elefe الف : ألِفٌ alfabe harflerinden biridir. إلْفٌ uyum içinde bir araya gelme ve kaynaşmadır. Ülfet اُلْفَةٌ sözcüğü de buradan gelir. Kaynaşmış olana da ألِيفٌ denir. مُؤَلَّفٌ muhtelif parçalardan bir araya getirilmiş ve öne alınması gerekenlerin öne, arkaya alınması gerekenlerin de arkaya alındığı bir şekilde düzenlenmiş şeydir.

Kureyş suresindeki إيلافٌ sözcüğü anlaştı/uyuştu anlamına gelen آلَفَ fiilinin mastarıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri elf(u selam), elif, ülfet, te'lif, müellif, îtilaf ve Elif'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ 

 

 اَ istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  تَرَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olarak fetha ile mansubdur.  يُزْج۪ي  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُزْج۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

سَحَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir.  Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤَلِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

بَيْنَهُ  mekân zarfı,  يُؤَلِّفُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. 

يَجْعَلُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُكَاماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. الْوَدْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi  الْوَدْقَ ’nin hali olup mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَخْرُجُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مِنْ خِلَالِه۪  car mecruru  يَخْرُجُ  fiiline mütealliktir.


 وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يُنَزِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يُنَزِّلُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ  harfi zaiddir. جِبَالٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  cümlesi  جِبَالٍ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مِنْ  harfi zaiddir.  بَرَدٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

فَ  istînâfiyyedir.  يُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  بِه۪  car mecruru  يُص۪يبُ  fiiline mütealliktir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

يَصْرِفُهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. يَصْرِفُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  يَصْرِفُهُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

يُزْج۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  زجو ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يُؤَلِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ألف ’dir.

يُنَزِّلُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ

 

يَكَادُ   mukarebe fiillerinden olup nakıs, merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

سَنَا  kelimesi,  يَكَادُ ’nun ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

بَرْقِه۪  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ  fiili cümlesi  يَكَادُ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَذْهَبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِالْاَبْصَارِ  car mecruru  يَذْهَبُ  fiiline mütealliktir.

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıyga cümleye istimrar, teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.

Hemze, inkâri istifham anlamındadır. Yani böyle bir şey olamaz, görmemiş olman mümkün değil anlamındadır. Soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i  ârif sanatı vardır.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَاباً , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müteakip  ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ  ve  ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَاماً  cümleleri, aynı üslupla gelerek  اَنَّ ’nin haberi olan  يُزْج۪ي سَحَاباً  cümlesine atfedilmistir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Atıfla gelen  فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪  cümlesi  الْوَدْقَ ’den hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

لَمْ تَرَ - تَرَى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُزْج۪ي - يُؤَلِّفُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ  ifadesi de  فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ  [Bunun üzerine Musa’ya: ‘Asan ile denize vur!’ diye vahyettik; derhal yarıldı. (Şuara Suresi, 63)] ayetinin ifadesi kabilinden olup fiilden sonra neticenin pek süratle hasıl olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)


 وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Cümle  وَ ’la,  فَتَرَى الْوَدْقَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ جِبَالٍ , car mecruru  مِنَ السَّمَٓاءِ ’den bedeldir. Ayetteki ilk iki  مِنَ  ibtidaî gaye, üçüncüsü ise tebyiz ifade eder.

ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  cümlesi  جِبَالٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بَرَدٍ  muahhar mübtedadır.  مِنْ  zaiddir.

Aynı üslupta gelen  فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi … وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi de hükümde ortaklık sebebiyle  وَيُنَزِّلُ  cümlesine atfedilmiştir.

السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ  ibaresi de bir tevile göre istiâredir. Çünkü burada dağlar (جِبَالٍ) ile ağır bulutlar kastedilmiş; onlar yüksek tepelere ve yüce dağlara benzetilmiştir. Yine  مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا  ifadesindeki zamir de dağları değil semayı gösterir. Buna göre ayetin açılımı şöyledir: وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ (Allah, gökteki dağlar[misali bulutlar] dan dolular yağdırır). Yine مِنْ جِبَالٍ ف۪ي السَّمَٓاءِ  (gökteki dağlardan) ifadesinde güdülen maksat, o dağların yeryüzü dağlarından ayrı bir hususiyetinin bulunduğunu belirtmektedir. Çünkü biz  ف۪يهَا ’daki zamiri dağlara döndürecek olsaydık, bu anlatım, dağların (bulutlar) gökten yere inecek dağlar olduğu algısını uyandırırdı. Bu zamiri, semaya döndürdüğümüzde bu karışıklık önlenmiş olur. Yine burada benzetme yoluyla gökteki dağlardan bahsedilmesi de bizi şaşırtan ilginç bir anlatımdır. Çünkü gerçekte dağlar sadece yeryüzünde, toprağın yüzeyinde bulunur. (Kur’an Mecazları Şerif er-Radi)

Şayet  مِنَ السَّمَٓاءِ  ile  مِنْ جِبَالٍ  ve  مِنْ بَرَدٍ (O; dolu yüklü bulut dağlarını gökten indirip) ifadesinde birinci, ikinci ve üçüncü  مِنْ ’ler arasında fark vardır. Birincisi, gayenin başlangıcını bildirirken ikincisi bazı anlamı ifade eder; üçüncüsü ise açıklayıcıdır. Yahut ilk ikisi başlangıç bildirirken, sonuncusu bazı anlamı verir. Mana şöyledir: Allah gökten yani oradaki (bulut) dağlarından dolu indirir. 

Birinci tahlile göre  وَيُنَزِّلُ  fiilinin mef‘ûlü  مِنْ جِبَالٍ  terkibidir (Dağlar indirir anlamında).  مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ  terkibinde iki mana vardır: İlki, Allah’ın yeryüzünde kayalık dağlar yaratması gibi gökte de dolu dağları yaratmasıdır. İkincisi ise dağlarla çokluğu kastetmesidir; nitekim (altını çok olan kimse hakkında) “Falanca altın dağlarına sahiptir.” denilir. (Keşşâf)

يُص۪يبُ بِه۪ (İsabet ettirir) - يَصْرِفُهُ  (Çevirir) kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)  

Farklı görevlerde gelen  مِنْ  harf-i cerleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

مَنْ , يَشَٓاءُ , مِنْ , تَرَ  kelimelerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

Cümledeki birinci  مِنْ , ibtidâ-i gaye içindir. Çünkü, inmenin başlangıcı semâdır. İkinci  مِنْ  teb’îziyyedir; çünkü Allah Teâlâ’nın indirdiği o şey; semadaki dağın bir kısmıdır. Üçüncü  مِنْ  beyâniyyedir. Çünkü o dağın cinsi, “dolu”dur, (o dolu dağıdır). (Fahreddin er-Râzî)

O halde bu harfler arasında cinas da vardır.

Buradan kudretin azametini, hikmetin yüceliğini ve ilahî ilmin enginliğini anlamaya intikal edilerek hüsn-i tahallus olmuştur. (Âşûr)


يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ

 

Cümle  الْوَدْقَ ’nın halidîr. Hal cümleleri manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِ cümlesi  كَاد ’nun haberidir.  كَاد ’nin ismi  سَنَا بَرْقِه۪ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمَٓاءِ - سَحَاباً - بَرَدٍ - الْوَدْقَ -  بَرْقِه۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlede mübalağa sanatı vardır.

Şimşek, hayalen ve aklen gözlerin görmesini giderir. Ama âdeten böyle değildir. Bu yüzden Allah, imkânsızlığı imkâna yaklaştırmak için  يَكَادُ ُ(neredeyse) kelimesini getirmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Bu ayet, ilâhî kudretin kemalini gösteren en kuvvetli delillerdendir. Zira bu, zıddı, zıttan üretmek kabilindendir. (Ebüssuûd)