اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَا | iyi bilinki |
|
2 | إِنَّ | şüphesiz |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
4 | مَا | olanlar |
|
5 | فِي |
|
|
6 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
7 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
8 | قَدْ | andolsun |
|
9 | يَعْلَمُ | bilir |
|
10 | مَا | ne iş |
|
11 | أَنْتُمْ | sizin |
|
12 | عَلَيْهِ | üzerinde olduğunuzu |
|
13 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
14 | يُرْجَعُونَ | döndürül(üp götürül)dükleri |
|
15 | إِلَيْهِ | O’na |
|
16 | فَيُنَبِّئُهُمْ | onlara haber verir |
|
17 | بِمَا | ne |
|
18 | عَمِلُوا | yaptıklarını |
|
19 | وَاللَّهُ | Allah |
|
20 | بِكُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şeyi |
|
22 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
Lafza-i celâl لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru مَا ’nın mahzuf sılasına mütealliktir.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’a matuftur.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْتُمْ عَلَيْهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ
Zaman zarfı يَوْمَ muzâf olup atıf harfi وَ ’la ism-i mevsûl مَٓا ’ya matuftur. يُرْجَعُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru يُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle يُنَبِّئُهُمْ fiiline müealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. إنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin başına gelen tenbih edatı اَلَٓا, devamında gelecek söze dikkat çekmiş ve cümleyi tekid etmiştir.
Cümle bu surenin tamamında geçen şeyler için tezyîldir. Tenbih harfi ile başlaması kelamın bittiğini bildirmek ve bu harften sonra söylenenlerin farkında olmaları için bir uyarıdır. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksûrun aleyh/mevsuf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ maksûr/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.
لِلَّهِ kelimesindeki lâm; mülk manası içindir, ما ism-i mevsûlu umumi manalıdır, görünen ve görünmeyen mevcudatı ifade eder. (Âşûr, Yunus Suresi 55)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
قَدْ يَعْلَمُ مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nin sılası olan اَنْتُمْ عَلَيْهِ, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. عَلَيْهِ, mahzuf habere mütealliktir.
قَدْ harfi sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mazi fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Âşûr, Enam Suresi 33)
Allah Teâlâ, içinde bulundukları ikiyüzlülüğü ve din karşıtlığını kesinlikle bildiğini vurgulamak için fiilin başına قَدْ edatı getirmiştir. Kesin bilginin varacağı yer tehdidi de kesinleştirmektir. Çünkü قَدْ edatı muzari fiilin başına geldiğinde رُبّمَا (çoğu kez) anlamına gelir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
ما أنْتُمْ عَلَيْهِ cümlesinin manası, hayır ve şerden kendisini kaplayan tüm haller demektir. İsti’la harfi olan عَلَي, hakim olmak manasında müsteardır. (Âşûr)
وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ
يَوْمَ önceki cümlede mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’ya atfedilmiştir.
يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi konumundaki يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا, harfi-cer بِ ile birlikte يُنَبِّئُهُمْ fiiline müteallıktır. Sılası olan عَمِلُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا cümlesi karşılık vermekten kinayedir. Çünkü ceza vermedikten sonra yaptıklarını haber vermenin bir manası yoktur. (Âşûr)
عَمِلُواۜ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hakk'ın, وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا ifadesindeki hitap ve gaib sıygalarının, iltifat yoluyla münafıklar için kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi ayetteki وَيَوْمَ يُرْجَعُونَ اِلَيْهِ ifadesinin umumi, فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ ifadesinin ise münafıklara yönelik bir ifade olması da muhtemeldir. “Allah'a rücu etmenin, O'nun hükmünden başka bir hükmün” bulunmadığı bir yere, makama dönmek anlamına geldiği açıktır. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)
Ayet daha önce hitap şeklinde iken haber verme üslubuna geçilerek: O'na döndürülecekleri gün onlara neler yaptıklarını haber verecektir şeklinde gaibe dair haber üslubuna geçmektedir ki bu anlatım şekline: Hitabu't-Telvin (çeşitlendirme suretiyle hitap) ismi verilir. (Kurtubî)
يُرْجَعُونَ - عَمِلُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeyin bilgisine sahiptir. Bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şey yoktur. بِكُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. (Âşûr)
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Son cümle, bir çok ayette aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Bu cümle hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ: Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)