Nûr Sûresi 63. Ayet

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

(Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَجْعَلُوا bir tutmayın ج ع ل
3 دُعَاءَ davetini د ع و
4 الرَّسُولِ Rasulün ر س ل
5 بَيْنَكُمْ aranızda ب ي ن
6 كَدُعَاءِ daveti gibi د ع و
7 بَعْضِكُمْ herhangi birinizin ب ع ض
8 بَعْضًا diğerini ب ع ض
9 قَدْ andolsun
10 يَعْلَمُ bilir ع ل م
11 اللَّهُ Allah
12 الَّذِينَ
13 يَتَسَلَّلُونَ sıvışıp gidenleri س ل ل
14 مِنْكُمْ içinizden
15 لِوَاذًا birbirinin arkasına gizlenerek ل و ذ
16 فَلْيَحْذَرِ o halde sakınsınlar ح ذ ر
17 الَّذِينَ kimseler
18 يُخَالِفُونَ aykırı davranan(lar) خ ل ف
19 عَنْ
20 أَمْرِهِ onun emrine ا م ر
21 أَنْ
22 تُصِيبَهُمْ kendilerine uğramasından ص و ب
23 فِتْنَةٌ bir belanın ف ت ن
24 أَوْ yahut
25 يُصِيبَهُمْ onlara çarpmasından ص و ب
26 عَذَابٌ bir azabın ع ذ ب
27 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 
Hz. Peygamber’in dinî emri, çağrısı, talebi Allah’ın emri gibidir; çünkü o, Allah elçisidir. Birçok âyette ona itaat etmenin Allah’a itaat demek olduğu açıkça ifade edilmiştir. Bu tersine çevrildiğinde şu mâna çıkar: Ona itaat etmemek, çağrısına katılmamak, talebini yerine getirmemek Allah’a itaatsizliktir. Bu âyetin lafza bağlı yorumundan şöyle bir sonuç çıkarmak da mümkündür: Hz. Peygamber’i çağırırken, ona seslenirken, hitap ederken edepli olun, birbirinize hitap ederken kullandığınız şekil ve üslûbu kullanmayın (bu konuda ayrıca bk. Hucurât 49/2-3). Hz. Peygamber’in emri Allah’ın emri gibi olduğuna göre ona uymayanların, aykırı hareket edenlerin hem dünyada birtakım belâ ve musibetlerle terbiye edilmeleri hem de âhirette yaptıklarının cezasını görmeleri, din mantığına göre tabiidir. Resûlullah’ın vazifesinin tebliğden ibaret olduğunu bildiren âyetler bizi yanıltmamalıdır. Bunlardan maksat, tebliğ vazifesini yerine getiren Hz. Peygamber’in, buna rağmen inkârda veya günahta ısrar edenlerin yaptıklarından sorumlu tutulmayacağından ibarettir. Kur’an’da olsun olmasın Peygamber’in emrine uymayanlara, aykırı davrananlara dünyada ve âhirette neler yapılacağı, bunların hangi haklardan mahrum kalacakları, nasıl cezalandırılacakları gibi konular başka âyetlerde hükme bağlanmış ayrı meselelerdir. Nitekim bu âyette, birbirlerini siper ederek gizlice Hz. Peygamber’in toplantısını terkedenler ve onun emrine aykırı hareket edenlerin, hem dünyada hem de âhirette cezalandırılacakları ifade edilmektedir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 103-104
 

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

دُعَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الرَّسُولِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   

بَيْنَكُمْ  zaman zarfı,  دُعَٓاءَ الرَّسُولِ ’un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَدُعَٓاءِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.  بَعْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْضاً  kelimesi masdar olan  دُعَٓاءَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.

Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır:

1.Tenvinli olmalıdır.

2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.

3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.

4. Masdarın mef'ûlüne muzâf olmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef'ûl alabilir. Bu ayette  دُعَٓاءَ  kelimesi masdar olarak gelip mef’ûlune muzâf olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَسَلَّلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَتَسَلَّلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْكُمْ  car mecruru  يَتَسَلَّلُونَ  failinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri,  من جماعتكم (Sizin cemaatinizden) şeklindedir.  لِوَاذاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَتَسَلَّلُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  سلل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن يعلم الله أفعالكم (Allah sizin fiillerinizi bilirse) şeklindedir.

لْ  emir lâmıdır. لْيَحْذَرِ  sükun üzere mebni meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُخَالِفُونَ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُخَالِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَنْ اَمْرِه۪ٓ  car mecruru  يُخَالِفُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  لْيَحْذَرِ ’in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

تُص۪يبَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِتْنَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُص۪يبَهُمْ  atıf harfi  اَوْ le  تُص۪يبَهُمْ e matuftur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُص۪يبَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’ün sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُص۪يبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Cümle, Nur Suresi 62. ayetteki  إنَّما المُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ  cümlesi ile bu ayetteki  قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا  cümlesi arasında itiraziyyedir. (Âşûr)

كَ , misli manasında  دُعَٓاءِ ’ye muzâf olmuştur. Veya teşbih harfi  كَ  harfi-cer,  كَدُعَٓاءِ  car mecrur olarak, mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.

بَعْضاً  kelimesi, masdar vezninde gelen  دُعَٓاءَ ’nin mef’ûludür.

دُعَٓاءَ ’nin  الرَّسُول ’e muzâf olması masdarın failine muzâf olması gibidir. Masdarın mef’ûlune izafeti gibi de olabilir. Fail çoğul muhatap zamiri olarak takdir edilir. Takdir şöyledir:  لا تَجْعَلُوا دُعاءَكُمُ الرَّسُولَ (Resulü çağırmanızı … gibi yapmayın.) Mana: onları nehyetmektir. (Âşûr)

بَعْضِ  -  دُعَٓاءَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا تَجْعَلُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

 قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاًۚ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا  cümlesi,  إنَّما المُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ  şeklindeki Nur Suresi 62. ayetin nüzul sebebindeki kişileri tehdit olarak gelmiş bir istînâftır. (Âşûr)

قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكم لِواذًا  cümlesi  لا تَجْعَلُوا دُعاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمُ  sözündeki Allah’ın yasakladığı şeylerden caymaya karşı bir uyarıdır. (Âşûr)

Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş ayet müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, tehdit ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kişilerin bilinen şahıslar olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

لِوَاذاً , haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

قَدْ  harfi sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Nahivciler bu harfin dört şekli olduğunu söylerler: Kesinlik ve yakınlık ifadesi için mazi fiilin başına gelir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi, Âşûr, Enam Suresi 33)

Allah Teâlâ Peygamberimizin (s.a.) meclisinden sıvışıp kaçmak isteyen münafıkları bildiğini, tekid ederek bildirmiştir. Bu ayet lâzım-ı fâide-i haber olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَتَسَلَّلُونَ  cemaatten yavaş yavaş ayrılanlar demektir.  تَدَرَّجَ  ve  تَدَخَّلَ  de bunun gibidir. (Saklanarak) çıkıncaya kadar başkasının arkasına geçerek demektir. Ya da izin verilene katılıp onunla beraber gideni, sanki ona tabi imiş gibi hareket edeni. لِوَاذاًۚ , hal olarak mansubdur, feth ile  لَوَازًا  de okunmuştur. (Beyzâvî) 

“Allah, içinizden izin alarak çıkanları siper edinerek sıvışıp gidenleri elbette biliyor.” cümlesi, Peygamberin, bundan önce zikredilen hususlara ilişkin emrine muhalefet edenler için bir tehdittir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, içinde bulundukları ikiyüzlülüğü ve din karşıtlığını kesinlikle bildiğini vurgulamak için fiilin başına  قَدْ  edatı getirmiştir. Kesin bilginin varacağı yer tehdidi de kesinleştirmektir. Çünkü  قَدْ  edatı muzari fiilin başına geldiğinde  رُبَّمَا  (çoğu kez) anlamına gelir. (Keşşâf ve Âşûr) 

يَتَسَلَّلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


 فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

فَ , takdiri  إن يعلم الله أفعالكم  (Allah sizin fiillerinizi bilirse) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Bu kelam, makabline terettüp etmektedir. Zira Allah'ın onların mezkûr hallerini bilmesi, elbetteki bu muhalefetten sakınmalarını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)

Cevap cümlesi  فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan  لْ , gaib emir lamıdır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Ahfeş  عَنْ اَمْرِهٖ  ifadesindeki  عَنْ  harf-i cerinin zaid olduğunu, mananın ise “O'nun emrine muhalefet edenler sakınsın” şeklinde  olduğunu  söylerken başkaları bu ifadenin manasının, “O'nun emrinden yüz çeviren ve sünnetinden meyleden” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh bu demektir ki bu ifadenin başına

عَنْ  harf-i ceri, ayette geçen  يُخَالِفُونَ  fiilinin  يُعْرِضُونَ  manasına gelmesinden dolayı gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لْيَحْذَرِ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُخَالِفُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اَنْ  ve akabindeki  اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ  cümlesi, masdar teviliyle  لْيَحْذَرِ  fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فِتْنَةٌ ’daki tenvin, kesret ve tahayyülü zor bir neve işaret eder.

اَوْ  atıf harfiyle önceki cümleye atfedilen  يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

“Azabın ve fitnenin isabet etmesi” ifadesinde istiare vardır.

عَذَابٌ  ve  فِتْنَةٌ  kelimelerinde taksim,  يُص۪يبَهُمْ ’da cem’ sanatı vardır.

عَذَابٌ ’un nekre oluşu ve  اَل۪يمٌ ’le sıfatlanması onun tahayyül edilemeyecek derecede bir azap olduğunun işaretidir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يُص۪يبَهُمْ , الَّذ۪ينَ   kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ  ve  عَنْ اَمْرِه۪ٓ  denilmesi muhalefetin  اعرض (yüz çevirme) manasına olmasındandır. Ya da müminler değil de onlar onun emrinden yüz çevirirler demek olmasındandır. Bu da  خلفه عن الامر دونه (ötekisi değil de o yüz çevirdi) deyiminden gelir. Mef’ûl hazf edilmiştir. Çünkü maksat muhalifi ve muhalefet edileni açıklamaktır, zamir Allah Teâlâ’ya racidir. Çünkü gerçek emir onundur ya da Resul’e aittir, çünkü zikirden kastedilen odur. (Beyzâvî)

Ayetteki “onun” zamiri Allah içindir, çünkü gerçek amir O'dur. Yahut Resulullah içindir; çünkü zikri maksut olan odur. Yani Allah'ın emrine yahut Peygamberin emrine aykırı davranıp gereğini yapmayanlar, dünyada başlarına bir bela gelmesinden veya ahirette kendilerine dayanılmaz bir azap çatmasından çekinsinler. (Ebüssuûd)

Hz. Peygamberin din hususundaki emirleri, Allah’ın emirleri gibidir. Çünkü o, Allah elçisidir. Ona itaat etmenin Allah’a itaat etme anlamına geldiği bir çok ayet-i kerîmede ifade edilmiştir. O halde ona itaat etmemek de Allah’a itaatsizliktir. Dolayısıyla onun emirlerine aykırı hareket edenlerin cezaya çarptırılmaları tabiidir. Bu ceza dünyada bir bela veya sıkıntıya maruz kalma şeklinde olabileceği gibi ahirette son derece elem dolu bir azaba çarptırılma şeklinde de olabilir. Ayette emrin gereğini terk etmenin, iki azaptan birini getireceğinin ifade edilmesi فَلْيَحْذَرِ  (sakınsın) emrinin vücup için konulduğuna delildir. Çünkü sakınma emri, gerekeni yerine getirmenin şart olduğunu gösterir. Bu da emr-i gaibin vücup anlamında olmasını iktiza eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı) 

“Başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” Yani dünyada bir bela ve sıkıntıya çarpmaktan yahut dünyada olmazsa ahirette kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Burada terdîd (iki ihtimalle anlatmak) yalnız bir güzellik içindir. Yoksa dünya belaları ile ahiret azabının bir araya getirilmesinde bir zıtlık yoktur. (Elmalılı)