Furkan Sûresi 29. Ayet

لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً  ...

“Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ gerçekten
2 أَضَلَّنِي o beni saptırdı ض ل ل
3 عَنِ -den
4 الذِّكْرِ Zikir- ذ ك ر
5 بَعْدَ sonra ب ع د
6 إِذْ
7 جَاءَنِي bana gelen ج ي ا
8 وَكَانَ zaten ك و ن
9 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
10 لِلْإِنْسَانِ insan için ا ن س
11 خَذُولًا yüzüstü bırakandır خ ذ ل
 
Kur’an’ın muhtelif yerlerinde ve özellikle bu sûrenin 2. âyetinde belirtildiği üzere göklerin ve yerin egemenliği Allah’ındır ve O’nun egemenliğine hiç kimse ortak olamaz. Şu halde bu âyetteki “İşte o gün (âhiret) egemenlik Rahmân’ındır” ifadesinden, dünyada egemenliğin Allah’tan başkasına ait olduğu gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Ancak bir kurumun sahibinin o kurumda çalıştırdığı yöneticilere kendi konumlarına ve görevlerine uygun olarak belirli yetkiler vermesi, karar ve icra özgürlüğü tanıması gibi ilâhî irade de dünyada insanlara sınırlı bir egemenlik alanı belirlemiş, ilâhî yasalara saygı çerçevesinde dünya hayatında verilen sınırlı imkânlar içinde kendi düzenlerini yine kendileri kurma, eylemlerini seçip yapma özgürlüğü vermiş; bu suretle onları belirtilen konulardaki seçim ve eylemlerinden dolayı sorumlu tutup sınavdan geçirmeyi murat etmiştir. Aksi halde inançlarını, düşünce ve eylemlerini seçme ve gerçekleştirme hususunda hiçbir özgürlük alanı bulunmayan birini sorumlu tutup iyilik ve kötülükler hususunda imtihana tâbi tutmak, iyilik yapanları ödüllendirirken kötülük yapanları cezalandırmak âdil olmazdı. Nitekim pek çok âyet bu gerçeğe işaret ettiği gibi Allah’ın insanlara en büyük armağanı olan akıl da böyle düşünmektedir. Gerek bu sûrede gerekse Kur’an’ın bütününde âhiret inancına ısrarla vurgu yapılmasının sebebi de insanların bu yetkilerini doğru kullanmalarını, çünkü bundan sorumlu tutulacaklarını zihinlerine yerleştirmektir. Esasen, diğer bütün varlıklardan farklı olarak özellikle insanın yeryüzünde halife olarak yaratıldığını bildiren âyetler de genellikle bu çerçevede yorumlanmaktadır. Şunu da önemle belirtmek gerekir ki Allah’ın insanlara tanıdığı bu sınırlı egemenlik, yetki ve özgürlük de yine O’nun mutlak egemenliği içinde kalmaktadır. Nitekim O, dilediği zaman, dilediği insanlardan bu imkânları kısmen veya tamamen geri alabilmekte; nihayet insanlara verdiği hayatı geri almakla onun dünyadaki sınırlı egemenliğine de son vermiş olmaktadır. “O gün (âhiret günü) inkârcılar için çok zor bir gün olacaktır.” Çünkü onlar, Allah’ın kendilerine bahşettiği söz konusu yetkiyi, egemenliği, özgürlüğü sorumluluk bilinciyle ve akıllıca kullanmamışlar; kendilerine bu imkânları bağışlayan Allah’ı tanıyıp O’na şükür ve minnet borçlarını gerektiği şekilde ödememişlerdir. Dünyada iken akıl ve iz‘anlarını kullanarak Peygamber’in davetine uyup onunla birlikte, onun gösterdiği yoldan gitmeleri gerekirken zararlı duygularına ve hırslarına kapılarak yanlış kişileri dost edinip onların yolundan gitmişler; böylece inkâr ve isyan yolunu seçmişlerdir. İşte bütün gerçeklerin apaçık ortaya çıkacağı hesap gününde onlar, kendi kendilerine duydukları öfke ve pişmanlık duygularıyla ellerini ısırarak haktan sapmış olmanın acısını ve elemini yaşayacaklardır. Zira dünyada görülmez şeytanların ve şeytan tabiatındaki kötü önderlerin, kendilerine uyanlara âhirette verecekleri şey sadece “yapayalnız ve yardımcısız” bırakılmaktır. Kur’an dilinde bu acı âkıbetin adı hızlândır. 29. âyetteki hazûl kelimesiyle aynı kökten olan hızlân dinî bir terim olarak, “Allah’ın, kendi buyruklarına karşı gelen insanlardan yardımını kesmesi, onları yapayalnız ve yardımcısız bırakması” anlamına gelir (daha fazla bilgi için bk. İlyas Çelebi, “Hızlân”, DİA, XVII, 419-420). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 119-120
 

لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَضَلَّن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Mütekellim zamir  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَنِ الذِّكْرِ  car mecruru  اَضَلَّن۪ي  fiiline mütealliktir. بَعْدَ  zaman zarfı,  اَضَلَّن۪ي  fiiline mütealliktir. 

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَن۪ي  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً

 


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  الشَّيْطَانُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  

لِلْاِنْسَانِ  car mecruru  خَذُولاً ’e mütealliktir.  خَذُولاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup mansubdur.  

خَذُولاً  mübalağalı ism-i faili kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

الإضْلالُ  haktan uzaklaşmak manasına müsteardır. (Âşûr)

الذِّكْر , Kur’an-ı Kerim veya şehadet kelimesidir. (Âşûr)

الذِّكْرِ  ile kasıt, “Allah'ı zikirden yahut Kur'an'dan veya Resulullah'ın va'z-u nasihatından” demektir. Yine bir kimsenin kelime-i şehadeti söyleyip İslam'a girişi de kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)

Zaman zarfı  اِذْ  ve akabindeki cümle,  اَضَلَّن۪ي ’ye müteallık olan zaman zarfı  بَعْدَ ’nin muzafun ileyhidir. Zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  جَٓاءَن۪ي  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Bu kelam, mezkûr temennisinin gerekçesinin beyanı mahiyetindedir. Kelamın başında yeminin zikredilmesi, hatasını, pişmanlığını ve hayıflanmasını ziyadesiyle beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)

 

 وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولاً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  لِلْاِنْسَانِ, ihtimam için amili  خَذُولاً ’e takdim edilmiştir. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

الخَذْلُ : Yardımsız bırakmaktır. خَذُولًا  (hazûl) ondan mübalağa kipidir. Yani gerek cinlerden, gerek insanlardan olsun şeytan insanın hayrına dost olmaz, kendi hesabına bir felakete düşürmek için dost görünür; sonunda da başı sıkıntıya girince onu yardımsız bırakır, çekiliverir. (Elmalılı) 

كَانَ nin haberinin, isminin bir cüzü olduğu düşünüldüğünde, şeytanın, felaket içinde yüzüstü, yardımsız bırakmak özelliğinin onun ayrılmaz bir parçası olduğu anlaşılır.

Bu kelam, makabli için bir açıklama mahiyetindedir. Bu cümle ya doğrudan doğruya Allah kelamındandır yahut zalimin kelamının devamıdır. Buna göre bunu söyleyen zalim, dostunu şeytanî vasıfların en özeti olan saptırmakla vasıflandırdıktan sonra onu şeytan olarak vasıflandırmıştır. Yahut şeytandan İblis’i kastetmiştir. Çünkü vesvesesi ve iğva ile kendisini saptıranların dostluğuna ve hidayetçi olan Resulullah’ın muhalefetine sevk eden İblistir. Şeytanın, onu yüzüstü bırakmakla vasıflandırılması da zımnen bildiriyor ki şeytan ona dünyada vaatlerde bulunuyor ve ahirette ona faydalı olacağı umudunu ona veriyordu. Bu, İblis’in haline daha uygundur. (Ebüssuûd)