Furkan Sûresi 48. Ayet

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُوراًۙ  ...

O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.  (48 - 49. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O
2 الَّذِي ki
3 أَرْسَلَ gönderdi ر س ل
4 الرِّيَاحَ rüzgarları ر و ح
5 بُشْرًا müjdeci ب ش ر
6 بَيْنَ arasında (önünde) ب ي ن
7 يَدَيْ ellerinin (önünde) ي د ي
8 رَحْمَتِهِ rahmetinin ر ح م
9 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
10 مِنَ -ten
11 السَّمَاءِ gök- س م و
12 مَاءً bir su م و ه
13 طَهُورًا tertemiz ط ه ر
 
İnkârcıların, nefsânî tutkularını tanrılaştırırcasına akıl ve iz‘an yolundan saptıklarını bildirerek bu tutumun yanlışlığını vurgulayan âyetlerin ardından bu bölümde de insanın aklına, irfanına ve basiretine hitap eden deliller ortaya konmakta; insanın her an içinde yaşadığı tabiat olaylarındaki yaratıcı kudrete işaret eden ontolojik düzenden, bu düzeni kuran ve sürdüren ilâhî yasalardan bazı örnekler verilmekte; bu suretle insanlar, Kur’an’ın temel hedefi olan Allah’a imana ve hidayet yoluna davet edilmektedir. 50. âyetteki “... kendilerine” diye çevirdiğimiz beynehüm ifadesi lafzî olarak “aralarında” anlamına gelir. Ancak biz, bu ifadenin Türkçe anlatım tarzına en uygun karşılığının tercih ettiğimiz şekilde olduğunu düşünüyoruz. Bu âyet, Kur’an’da bazı bilgilerin, uyarıların, ibretli olayların vb. anlatımların yer yer aynı ifade kalıplarıyla sık sık tekrar edilmesinin sebebini de ortaya koymaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 130
 

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki  هُوَ ‘ye matuftur. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَرْسَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الرِّيَاحَ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بُشْراً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَيْنَ  mekân zarfı,  بُشْراً ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  يَدَيْ  muzâfun ileyh olup cer alameti  يْ ‘dir. İzafetten dolayı tesniye  نَ ‘u mahzuftur.  رَحْمَتِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَرْسَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

   

 وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُوراًۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

طَهُوراً  kelimesi,  مَٓاءً ‘nin sıfatı olup lafzen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل  ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً طَهُوراًۙ

 

 

Önceki ayete matuf olan bu ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle kasrla tekid edilmiştir. 

İki taraf da yani mübteda da haber de marife olduğu için cümle, kasır ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babındadır. Müsnedin tarifi ihtisas ifade eder. (Âşûr) 

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası  …  اَرْسَلَ الرِّيَاحَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

Müsnedin, ismi mevsûlle marife olması, kasr-ı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بُشْراً  kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Ayetin metnindeki "بُشْراً/ Müjde" kelimesi, diğer bir kıraate göre, "نُشْرًَا" olarak okunmuştur ki buna göre bulutları yayan rüzgârlar, demek olur. (Ebüssuûd)

Kur’an-ı Kerim’de rüzgâr kelimesi hep rahmet bağlamında ise cemi, azap bağlamında ise müfred gelmiştir. (er-Ragıb el-Isfahânî, Müfredât, s. 370)

 بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ  [Rahmetinin önünde]  terkibinde güzel bir istiare vardır. Yüce Allah burada  يَدَيْ  (iki el) kelimesini, bir şeyin önünde olan nesne için müstear olarak kullanmıştır. Nitekim sen şöyle dersin:  بَيْنَ يَدَيْ ألمَوْضُعَ  (konunun önünde) بَيْنَ يَدَيْ ألصورة  (Surenin önünde) (Safvetü’t Tefasir) 

Rahmetin Allah Teâlâ’ya ait zamire izafe edilmesi, tazim ve teşrif ifade eder.

رَحْمَتِه۪ۚ  ibaresi yağmurdan kinayedir.

Ayetteki,  بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۚ  [Rahmetinin önünden] ifadesi "O'nun rahmeti demek olan yağmurdan önce..." demektir. Araplar,  يَدَيْ  (iki el) kelimesini, "önünde, önde bulunma" manalarında kullanırlar. (Fahreddin er-Râzî)

وَأَنزَلۡنَا مِنَ ٱلسَّمَاۤءِ مَاۤءࣰ طَهُورࣰا  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أَنزَلۡنَا  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır. 

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

مَٓاءً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

طَهُورࣰا , mef’ûl olan  مَاۤءࣰ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ٱلسَّمَاۤءِ  -  مَاۤءࣰ  -  الرِّيَاحَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَرْسَلَ الرِّيَاحَ  (Rüzgarları gönderdi) cümlesinden sonra gelen  وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ  (gökten indirdik) cümlesinde, yüceltme ifade etmek için 3. şahıs ki­pinden 1. şahıs kipine dönüş sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir) 

اَنْزَلْنَا  (İndirmişizdir)  fiilinde azamet kipinin (biz) kullanılması, yağmurun yağdırılmasına pek önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü rüzgârların gönderilmesinin neticesi budur. Yani biz, azametimizle, tertip ettiğimiz rüzgârların gönderilmesiyle yukarıdan, tertemiz bir su indirmişizdir. Bazılarının, "yani kendisi temiz olan ve başkasını da temizleyen bir su" diye tefsir etmeleri de bu suyun tertemizliğini izah içindir. (Ebüssuûd)

Kurtubî şöyle der:  طَهُوراًۙ  (çok temiz) kipi,  طهيرًَا  (te­miz) kipinin mübalağa sıygasıdır. Dolayısıyle bu suyun temiz ve temizle­yici olması gerekir.

Allah Teâlâ’nın nimetlerinden biri olan kevni ayetlerden bahsedildiği bu ayette, bu mananın içine insanlara, Allah’ın nimetlerinin hatırlatılması gizlenerek idmâc yapılmıştır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an’da Anlamsal Bedî’ Sanatları)

Arapça'da  طهيرًَا  kelimesi ya sıfat olarak kullanılır. Nitekim "tahur bir sudur" denilir. Yahut da cins isim olarak kullanılır. Nitekim peygamberimizin (sav): "Toprak, müminin tahûrudur / temizleyicisidir." (Ebu Dâvûd, Kitabu't-Tahâret, Bab: 137) hadisinde cins isim olarak kullanılmıştır. Tahûr kelimesi, taharet (abdest alma) manasında da kullanılmaktadır.

Nitekim peygamberimizin (sav): "Namaz, ancak tahûr ile olur" buyurmaktadır.  (Ebüssuûd)

Ayette gökten indirilen suyun tahûr olarak vasıflandırılması, nimetin tam olduğunu ve ondan sonraki nimetin de tam olacağını zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)