Furkan Sûresi 49. Ayet

لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً  ...

O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.  (48 - 49. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِنُحْيِيَ diriltelim diye ح ي ي
2 بِهِ onunla
3 بَلْدَةً bir ülkeyi ب ل د
4 مَيْتًا ölü م و ت
5 وَنُسْقِيَهُ ve onunla sulayalım diye س ق ي
6 مِمَّا
7 خَلَقْنَا yarattığımız خ ل ق
8 أَنْعَامًا hayvanlardan ن ع م
9 وَأَنَاسِيَّ ve insanlardan ا ن س
10 كَثِيرًا birçoğunu ك ث ر
 
İnkârcıların, nefsânî tutkularını tanrılaştırırcasına akıl ve iz‘an yolundan saptıklarını bildirerek bu tutumun yanlışlığını vurgulayan âyetlerin ardından bu bölümde de insanın aklına, irfanına ve basiretine hitap eden deliller ortaya konmakta; insanın her an içinde yaşadığı tabiat olaylarındaki yaratıcı kudrete işaret eden ontolojik düzenden, bu düzeni kuran ve sürdüren ilâhî yasalardan bazı örnekler verilmekte; bu suretle insanlar, Kur’an’ın temel hedefi olan Allah’a imana ve hidayet yoluna davet edilmektedir. 50. âyetteki “... kendilerine” diye çevirdiğimiz beynehüm ifadesi lafzî olarak “aralarında” anlamına gelir. Ancak biz, bu ifadenin Türkçe anlatım tarzına en uygun karşılığının tercih ettiğimiz şekilde olduğunu düşünüyoruz. Bu âyet, Kur’an’da bazı bilgilerin, uyarıların, ibretli olayların vb. anlatımların yer yer aynı ifade kalıplarıyla sık sık tekrar edilmesinin sebebini de ortaya koymaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 130
 

لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً

 

لِ  harfi ta’liliyyedir.  نُحْيِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

نُحْيِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  بِه۪  car mecruru  نُحْيِيَ  fiiline mütealliktir.

بِ  sebebiyyedir.  بَلْدَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَيْتاً  kelimesi  بَلْدَةً ‘nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُسْقِيَهُ  atıf harfi  وَ ‘la  لِنُحْيِيَ ‘ye matuftur. و , matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُسْقِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَنْعَاماً  veya  اَنَاسِيَّ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقْنَٓا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْعَاماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنَاسِيَّ  atıf harfi  وَ ‘la  اَنْعَاماً ‘e matuftur.  كَث۪يراً  kelimesi  اَنَاسِيَّ ‘nin sıfatı olup lafzen mansubdur. 

اَنَاسِيَّ  kelimesi müntehe’l cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُحْيِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ‘dır.

نُسْقِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سقي ‘dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً 

 

Ayet, önceki ayetin devamıdır. Sebep bildiren cer harfi  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir. Fiilin muzari fiil sıygada gelmesi, cümleye hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği olayı gözümüzün önünde canlandırmıştır.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim içindir.

بَلْدَةً ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

Ayetteki  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

مَيْتاً , mef’ûl olan  بَلْدَةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Ayet-i kerimede geçen  مَيْتاً  kelimesinin müzekker ve müennesi aynıdır (veya) Allah (cc) mekân manasına itibarla bunu müzekker getirmiştir. Yine ayet-i kerimede geçen  اَنَاسِيَّ  kelimesi insanın çoğuludur. Aslı  اَنَاسِيين ‘dır.  ن  harfi  يَ 'ye ibdal edilmiş ya da o  يَ 'ye idgâm edilmiştir. Veya  إنْسِيِّنَ  kelimesinin çoğuludur.

Fahreddin er-Râzî şöyle der: İnsanların hayatı, yurtlarının ve hayvanlarının hayatına bağlı olduğu için,  اَنْعَاماً  (hayvanlar) ve  اَنَاسِيَّ  (insan­lar) kelimeleri nekre olarak getirilmiştir. İnsanların çoğu vadi ve nehirlere yakın şehirlerde toplanırlar. Dolayısıyla onlar yağmur sularını içmeye muhtaç olmazlar. İnsanların bir çoğu da çöllerde yaşarlar. Bunlar içmek için sadece yağmur yağdığında su bulabilirler. Bunun içindir ki Yüce Allah,  اَنْعَاماً  ve  اَنَاسِيَّ كَث۪يراً  (hayvanlar ve birçok insanları…) diye buyurdu.  فعيل  vezni ile çokluk kastedildiği için  كَث۪يراً  kelimesi, insanların sıfatı olmuştur.

إحياءُ الْبلد الميت  ifadesinde istiare vardır. Burada  الْبلد ’nin ölü olmakla nitelenmesi iki şekilde yorumlanmıştır: Ya belde kuraklığın ve yağmursuzluğun pençesinden kurtulamamasından, aşırı kuraklık çekmesinden dolayı ölüye benzetilmiştir veya oradaki bitki ve ağaçların, onları besleyen suyun kesilmesinden dolayı ölmüş olmasıyla ölümle nitelenmesi güzel olmuştur. Çünkü su onları besleyen anne, onları emziren süt anne gibidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

البَلْدَةُ : Arazi, toprak manasındadır. Canlılık ve ölüm vasıfları ile vasıflandırılmaları, sulak veya kurak olmalarından mecazdır. Çünkü sulak araziler, içlerinde çeşit çeşit nebatat bittiği için adeta canlıya benzerler. Kurak araziler ise içerisine ekilen veya içerisindeki bitkiler kuruyup öldüğü için ölüye benzetilmektedir. (Âşûr)


وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً

 

Masdar-ı müevvele matuf bu cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  نُسۡقِیَهُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  خَلَقۡنَاۤ أَنۡعَـٰمࣰا وَأَنَاسِیَّ كَثِیرࣰا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

خَلَقۡنَاۤ  ve  نُسۡقِیَهُۥ  fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

مِمَّا ‘daki  مِنْ  harf-i ceri, teb’iz (yani bir kısım) manasındadır.  مَا  ism-i mevsûldür. Yani yarattıklarımızdan bazısı anlamındadır. (Âşûr)

أَنۡعَـٰمࣰا  ve  أَنَاسِیَّ  kelimelerindeki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

كَث۪يراً  kelimesi  اَنَاسِيَّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Suyun indirilme gayesinin bütün olasılıklarının ölü beldeleri canlandırmak, insanları ve hayvanları sulamak şeklinde zikredilmesi taksim sanatıdır.

اَنْعَاماً  -  اَنَاسِيَّ  ve  لِنُحْيِيَ  مَيْتاً  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette Cenab-ı Hak önce  بَلْدَةً مَيْتاً  şeklinde toprağın, ardından  اَنْعَاماً  şeklinde hayvanların, sonra da  اَنَاسِيَّ  şeklinde insanların sulanmasını zikretmiştir. Sıralamanın bu şekilde olmasındaki hikmeti Beydâvî şöyle açıklar: “Hayvanlar insanların vazgeçemeyecekleri şeylerdir. En çok onlardan faydalanırlar, geçimleri de büyük oranda onlara bağlıdır. Bu yüzden onları sulamak insanlara içirmekten önce zikredilmiştir. Nitekim toprağın sulanması da hayvanlardan önce söylenmiştir, çünkü o da hayvanların hayat ve yaşamlarının sebebidir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

Davar ve mal (en'am) denilen hayvanlar, insanların temel malları olduğundan ve insanların menfaatlerinin çoğu ve geçimleri bunlara bağlı olduğundan, onların sulanması, insanların sulanmasından önce zikredilmiştir. Nasıl ki aynı sebepten dolayı toprağın ihyası da hayvanlardan önce zikredilmiştir. Zira toprağın ihyası, o hayvanların hayatının ve geçiminin sebebidir. (Ebüssuûd)

Ayetteki  اَنْعَاماً  -  اَنَاسِيَّ  kelimelerini nekre getirip, onları "çok" diye tavsif etmenin hikmeti nedir?

Cevap: Bu, "İnsanların birçoğu vadi ve nehir kıyılarında, suların fayda sağladığı kıyılara yakın şehirde yerleşmişlerdir. Binaenaleyh bu insanlar yağmur sayesinde sulanmaya fazla muhtaç değillerdir, onlardan pek çoğu ise çöllerde ve vahalarda yerleşmişlerdir. Binaenaleyh onlar, içecek suyu ancak yağan yağmurdan elde edebilmektedirler. İşte Hak Teâlâ'nın "Onunla ölü bir toprağa can verelim diye" cümlesi ile kastedilen budur. Allah Teâlâ bununla, suyun kolayca elde edildiği yerlerden uzak olan kimselerin bazı beldelerini kastetmiştir. Ayetteki "çok" kelimesinin  نُسْقِيَهُ  (sulayalım) kelimesiyle ilgili olması da muhtemeldir. Çünkü canlılar suya zaman zaman ihtiyaç hissederler. Bitkiler ise böyle değildir. Onlara belli bir miktar su yeter. Hatta o yeterli sudan fazlasını almaları, onlara zarar verir. Canlılar ise yaşadıkları müddetçe zaman zaman suya ihtiyaç hissederler. (Fahreddin er-Râzî)