وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراً
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مُبَشِّراً kelimesi hitap zamiri كَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَذ۪يراً kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مُبَشِّراً kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَاكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراً
وَ , istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümlede مَٓا nefi harfi ve اِلَّا istisna edatı ile oluşmuş kasr, muhatap Peygamber Efendimizin sadece müjdeci ve uyarıcı olduğunu vurgulu bir dille ifade etmektedir.
اَرْسَلْنَاكَ fiilinin mef’ûlü maksûr/mevsuf, مُبَشِّراً maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Kasr, hal sahibi ile hal arasındadır.
Burada da hitap mümin olan Resuledir (sav). Ancak müşriklerin inatçı kalplerini değiştirebileceğini zanneden peygamber, uyarmaktan ve müjdelemekten öte başka şeyler yapabileceğini zanneder makamına konmuştur. Bu durumda şüphe eder menzilinde olduğu için üslup, kasr şeklinde gelmiştir. Bu; bilenin, cahil menzilesine konulmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَنَذ۪يراًۢ , hal olan مُبَشِّراً ’e matuftur. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
مُبَشِّراً (Müjdeleyici) - نَذ۪يراًۢ (Korkutucu) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Biz, seni ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere gönderdik yani Biz, seni cennet ile müjdeleyen cehennem ateşinden korkutup uyaran bir kimse olarak gönderdik. Biz, seni bir vekil yahut onları imana zorlayan bir zorlayıcı olarak göndermedik. (Kurtubî)
Surenin başından beri yalnız sakındırmadan bahsedilmesi, müjdeyi dinlemedikleri içindir. (Elmalılı Hamdi Yazır)