اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Hz. Sâlih inkârcı kavmine Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak bu nimetlere şükretmek, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmek, haddi aşıp yeryüzünde fesad çıkaranların peşinden gitmemek gerektiğine ve bu nimetleriyle birlikte dünyanın ebedî olmadığına dikkat çekerek uyarıda bulunmaktadır.
“Ustaca” diye çevirdiğimiz 149. âyetteki fârihîn kelimesi, “şımararak” anlamına gelen ferihîn şeklinde de okunmuştur (Şevkânî, IV, 108). Buna göre âyetin meâli “Şımararak dağlardan evler oyup yapmaya devam edebileceğinizi mi sanıyorsunuz?” şeklinde olur. Birinci anlama göre âyet Semûd kavminin dağlardaki kayaları ustaca yontarak ve oyarak sağlam evler yapmış olduklarını, ikinci anlama göre ise zengin, güçlü ve kuvvetli oldukları için dağları ve kayaları rahatlıkla oyarak ve yontarak evler yaptıklarını, bundan dolayı da şımardıklarını ifade eder (bilgi için bk. A‘râf 7/74).
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Hemze istifhâm harfidir. Fiil cümlesidir. تُتْرَكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle تُتْرَكُونَ fiiline mütealliktir. هٰهُنَٓا işaret ismidir. هُنَٓا mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir.
اٰمِن۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمِن۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi أمن olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başındaki harf, takriri istifham hemzesidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp azarlama kınama anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte تُتْرَكُونَ fiiline mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. Mekân zarfı olan هٰهُنَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اٰمِن۪ينَۙ kelimesi تُتْرَكُونَ ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Allah'ın nimetlerini işaret eden هٰهُنَٓا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي مَا هٰهُنَٓا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla nimetler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nimet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın nimetlerinden faydalanmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
ف۪ي مَا هٰهُنَٓا ifadesi, “bu mekanda daimî olarak bulunan nimetlerin içinde” demektir. (Keşşâf)
O sizi... uzun bir ömür boyu yaşattı (Hud, 11/61) ayeti delil teşkil etmektedir. Salih (a.s) bu tutumları dolayısıyla onları azarlayarak dedi ki; Siz dünyada ölümsüz olarak kalacağınızı mı zannediyorsunuz? (Kurtubî)
Ayetteki bu ifade, "Bu yerde, bulunduğunuz bu nimetler üzere bırakılacağınızı mı sandınız" demektir. Sonra (as) bunu "Bağların, pınarların içinde..." diyerek tefsir etmiştir. Bu da bir şeyi mücmel (özet) zikredip, sonra tafsil etme (detaylı anlatma) kabilindendir. (Fahreddin er-Râzî-Keşşâf)