يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
يُلْقُونَ fiili الشَّيَاط۪ينُ ’nün hali olarak mahallen merfudur veya اَفَّاكٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُلْقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. السَّمْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَكْثَرُهُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَاذِبُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُلْقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَاذِبُونَ sülâsi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Önceki ayette geçen الشَّيَاط۪ينُ ’den, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ cümlesi makabline matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010 S. 190 191)
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada kulak verirler ifadesi şeytanların sıfatlarıdır. Onların çoğu ise kâhinlere racidir, şeytanlara raci olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
Şayet يُلْقُونَ ‘nin îrabdaki konumu nedir?” dersen şöyle derim: Hal olarak mansub konumda olması caizdir; yani kulak kabartıcı olarak inerler. Veya كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ ifadesinin sıfatı olarak cer konumundadır; çünkü كُلِّ اَفَّاكٍ çoğul anlamındadır. Yahut cümleye onunla başlanıldığından dolayı, bir mahalli olmaması da caizdir; sanki (Palavracılara niçin inerler?) (İstinaf cümleleri, mukadder bir soruya cevap niteliğindedir) denmekte; (Şöyle şöyle yaparlar) diye cevap verilmektedir. (Keşşâf)
إلْقَي السَّمْعَ ifadesi iki tevilden birine göre istiâredir. O da bu istiare ile yer halkından bazılarını doğru yoldan saptırmak amacıyla süsleyip püsleyecekleri, batılı hak gösterecek şekilde değiştirecekleri gök haberlerini işitmek için kulaklarını meşgul etmeleri, dinlemeyi sürdürmelerinin kastedildiğidir. Halbuki onlar, bunları işitmekten ve bilmekten uzaktırlar. Bu ifade söz sahibinin, diğerine, ألْقَيْتُ إلَيْكَ السَمعَ (Sana kulak verdim) demesi gibidir ki kulağımı senin konuşmana verdim, onu senin konuşmanı dinlemenin dışında hiçbir şeyle meşgul etmedim demektir.
Ayetin diğer tevili ise buradaki işitmenin (السَّمْعَ) işitilen şey (مسموعَ) anlamında olmasıdır. Tıpkı علم ‘in (bilmek, bilgi) معلوم (bilinen şey) anlamında olması gibi. Buna göre ayetin tevili şöyle olur: Şeytanlar, Mele-i a'ladan işittiklerini iddia ettikleri haberleri, vesvese yoluyla ve şeriati kötülemek amacıyla Hz. Peygamber’in -ona ve ehline selam olsun- düşmanlarından olan bir müfteri ve günahkâra aktarırlar. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Eğer, "Cenab-ı Hak, onların her birinin yalancı olduklarını bildirdikten sonra, daha niçin, Onların çoğu yalancıdır buyurmuştur" denilirse, ben derim ki: اَفَّاكٍ , hep yalan söyleyen manasında değil, çoğu zaman yalan söyleyen demektir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, onların cinlerden şeytanlardan naklettikleri şeyler hususunda, söyledikleri sözlerinin bazısının doğru olduğunu, ama çoğunun bir iftira olduğunu bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)