اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki لِلْمُؤْمِن۪ينَ sıfat olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُق۪يمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir. İkinci هُمْ munfasıl zamiri birinciyi tekid için gelmiştir. يُوقِنُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُوقِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُوقِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi يقن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Önceki ayetteki لِلْمُؤْمِن۪ينَ için sıfat olan اَلَّذ۪ينَ , bahsi geçenleri tazim ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir.
İsm-i mevsûlun sılası يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ cümlesi, يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi olan وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ , sıla cümlesine matuftur Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir هُمْ , tekid için gelmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالْاٰخِرَةِ , amili olan يُوقِنُونَ fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, S. 190-191)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tekid amacıyla tekrarlanan هُمْ zamirinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلَّذ۪ينَ ’de cem’ edilen inananların özellikleri namazı kılmak, zekatı vermek, ahirete inanmak olarak sayılmıştır. Bu üslup cem' ma’at-taksim sanatıdır.
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ cümlesindeki ikinci هُمْ fasl zamiridir. Kasr ifade eder. Kasr-ı izafîdir. (Âşûr)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ cümlesindeki هُمْ zamiri lafzi tekid yoluyla birinci zamiri tekrardır.
Fahreddin Râzî şöyle der: Bu cümle ara cümlesi olup sanki şöyle denilmiştir: İnanan ve iyi amel işleyen o kimseler, ahirete de kesinkes inananlardır. Ahirete ancak iman ile iyi ameli birleştirenler gerçek manada kesinkes inanırlar. Çünkü ahiret korkusu onları zorluklara katlanmaya teşvik eder.
Ebu Hayyân şöyle der: Namaz kılmak ve zekat vermek yenilenen ve bütün zamanı kapsamayan ibadet oldukları için, sıla cümlesi fiil olarak geldi. Ahirete iman ise sabit ve pekiştirilerek وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ denildi. Devamlılığa delalet etmesi için mübtedanın haberi fiil olarak geldi.
Şayet Ahirete yakînen iman edenler de onlardır ifadesinin, öncesiyle irtibatı nedir? dersen şöyle derim: Bunun اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası cümlesinden sayılması da, cümlenin tamamlanıp, bunun ara cümle olması da muhtemeldir. Buna göre adeta, “İman edip, namazı dosdoğru kılma ve zekâtı verme gibi yararlı işler yapanlar var ya, işte ahirete kesin olarak inananlar onlardır” denmiş olmaktadır ki makbul görüş budur. Nitekim bunun başlangıç cümlesi olarak kurulup, هُمْ (onlar) mübtedasının tekrarlanması ve sonuç olarak mananın ahirete yakînen inananlar ancak iman ve salih ameli birleştiren bu kimselerdir; çünkü akıbet endişesi onları zor işleri üstlenmeye güdülemektedir” şeklinde olması da buna delildir. (Keşşâf)
Bu ayet, müminleri methetmektedir. Burada namaz ile zekât zikre tahsis edilmiş, çünkü ikisi, imanın karineleri ve bedenî ve mali ibadetlerin kuturları (çekici lokomotif görevi gören) olup diğer salih amelleri de arkalarından getirmektedir. (Ebüssuûd)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ Bu cümle itiraziyyedir. Sanki şöyle denilmiştir: Hakkıyla ahirete inananlar, iman edenler ve salih ameller yapanlardır, başkaları değildir. (Ebüssuûd)