اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
زَيَّنَّا cümlesi اِنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
زَيَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru زَيَّنَّا fiiline mütealliktir. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَهُونَۜ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْمَهُونَۜ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi آمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan لَا يُؤْمِنُونَ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ ve lam-ı muzahlaka sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَيَّنَّا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , siyaktaki önemine binaen meful olan اَعْمَالَهُمْ ’a takdim edilmiştir.
اَعْمَالَهُمْ de amellerin (اَعْمَالَ), onlara (هُمْ) izafe edilmesi, onların bu amellere memur olmaları ve o amellerin, kendilerine vâcip olmaları itibarıyladır. (Ebüssuûd)
Önceki ayetteki وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ cümlesiyle bu ayetteki لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Amellerin süslenmesi ifadesinde istiare vardır. Ameller süslenerek güzelleşen elle tutulur bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisinin de nefse hoş görünmesidir.
فَ ile اِنَّ ’nin haberine atfedilen فَهُمۡ یَعۡمَهُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette amellerin tezyini Allah’a isnad edilmişken aynı surenin ilerleyen kısımlarındaki وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ (Neml /24) ayetinde amellerin süslenmesi şeytana isnad edilmiştir. Bu durumu değerlendiren müfessir Zemahşerî, her iki isnadın birbirinden farklı olduğunu, şeytanın kötü işleri tezyindeki failliğinin hakîkî, Allah’ın amelleri tezyinindeki failliğinin ise mecâzî olduğunu kaydeder.
Birinci ayetteki mecazî isnad, beyan ilmindeki iki farklı şekilde çözümlenebilir. Birincisi Allah’ın insanlara uzun ömür ve bol rızık nimetlerini bahşetmesi üzerine, insanların bu imkânları kötülükte kullanmaları ve neticede sorumluluklarından uzaklaşmaları cihetiyle istiare, ikincisi ise şeytana kötü işleri güzelleştirmek için mühlet tanıması ve onu salıvermesi cihetiyle mecaz-ı hükmîdir.
Ayetteki bir diğer ihtimal ise fiillerin iyi işler olarak tahsis edilmesinden sonra hakikat anlamıyla Allah’a isnad edilmesidir. Buna göre anlam Allah iyi işleri güzelleştirdi olur. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Bundan önce müminlerin halleri beyan edildikten sonra burada da kâfirlerin halleri beyan edilmektedir.
Yani Kur’an'da belirtildiği veçhile ahirete ve onda, salih amellerden dolayı mükâfatlar ve kötü amellerden dolayı da azap verileceğine inanmayanlar yok mu, biz, onların kötü işlerini kendilerine süslü göstermişizdir. Nitekim biz tabiatlarını bu işlere iştahlı ve bu işleri nefis için cazip kılmışızdır. Nitekim Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde buyurur ki: "Cehennem, şehvetlerle kuşatılmıştır. (Ebüssuûd)
عْمَهُ ; şaşıp kalmak, hayret etmek, tereddüt etmek demektir, tıpkı yolunu şaşıranın durumu gibi. (Fahreddin er-Râzî)