اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kim? |
|
2 | خَلَقَ | yarattı |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
4 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
5 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | مِنَ | -ten |
|
8 | السَّمَاءِ | gök- |
|
9 | مَاءً | su |
|
10 | فَأَنْبَتْنَا | ve bitirdik |
|
11 | بِهِ | onunla |
|
12 | حَدَائِقَ | bahçeler |
|
13 | ذَاتَ | gönül açıcı |
|
14 | بَهْجَةٍ | gönül açıcı |
|
15 | مَا | olmayan |
|
16 | كَانَ | mümkün |
|
17 | لَكُمْ | sizin için |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | تُنْبِتُوا | bitirmeniz |
|
20 | شَجَرَهَا | bir ağacını (bile) |
|
21 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
22 | مَعَ | ile beraber |
|
23 | اللَّهِ | Allah |
|
24 | بَلْ | hayır |
|
25 | هُمْ | onlar |
|
26 | قَوْمٌ | bir kavimdir |
|
27 | يَعْدِلُونَ | (haktan) sapan |
|
Sûrenin başından buraya kadar anlatılan kıssalarda peygamberlerin ve getirdikleri mesajın önemi vurgulandıktan sonra bu âyetlerde de Allah’ın varlığı, birliği ve sonsuz kudretini gösteren kozmik deliller sıralanmakta, müşriklerin âhiret hakkındaki inanç ve tutumları tenkit edilmektedir. 59. âyette Allah, Hz. Peygamber’e bu âyetleri okumaya başlarken kendisine lutfettiği peygamberlik ve diğer nimetlerinden dolayı Allah’a hamdetmesini ve davetini tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlere salâtü selâm getirmesini emretmektedir. Şevkânî, âyette geçen “Allah’ın seçkin kıldığı kullar” ifadesini genel anlamda yorumlar ve hem peygamberlerin hem de onlara iman eden müminlerin bu zümreye girdiğini söyler (IV, 141). Yazılı veya sözlü herhangi bir hitabede bulunurken sözün başında Allah’a hamdetme, bu buyruğa dayalı olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine salâtü selâm getirme geleneği zamanımıza kadar devam etmiştir.
61. âyette iki deniz arasına konulduğu bildirilen engelden maksat, tuzluluk oranı farklı denizleri birbirinden ayıran sınırdır. Özgül ağırlığı farklı olan yani birinin suyu diğerine nisbetle daha tuzlu olan iki su kütlesi yan yana durdukları halde aralarında görünmeyen bir perde varmış gibi birbirine karışmamakta ve birleşimlerindeki farklılık değişmemektedir (krş. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20; bu âyette geçen diğer konular hakkında bilgi için bk. Nahl 16/14-16).
Önceki âyetlerde Allah’ın kudretini göstermek için dış âlemden deliller getirilmişti; 62. âyette ise Allah’ın insanlar üzerindeki iki türlü tasarrufundan bahsedilerek kudretinin sonsuzluğuna delil getirilmektedir. Bunlar: a) Allah’ın, ihtiyaçtan dolayı kendisine dua edenin duasını kabul edip imdadına yetişmesi, sıkıntılarını gidermesi; b) İnsanları yeryüzünün yöneticileri yapması veya nesilleri birbirinin ardından getirerek yeryüzünün sahipleri kılmasıdır.
Behece بهج: بَهْجَة kelimesi ten rengi güzel olmak ve sevincin zuhur etmesi anlamlarına gelir. Fiil olarak بَهُجَ şeklinde kullanılırken, ismi faili de بَهِيجٌ dur.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Behçet, Behiç, Behice ve İbtihaç'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يخلق (Yaratmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlün bih olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْبَتْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. بِه۪ car mecruru اَخْرَجَ fiiline mütealliktir. حَدَٓائِقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müntehe’l cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.
ذَاتَ kelimesi حَدَٓائِقَ ’nın sıfatı olup, beş isimden olduğu için nasb alameti eliftir. بَهْجَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ
مَا كَانَ لَكُمْ cümlesi حَدَٓائِقَ ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin mahzuf muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
تُنْبِتُوا fiili نَ ’un hazfi ile mensub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُنْبِتُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
İsim cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir.
بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Arapçada atıf harflerinden biri olan ام biri muttasıl, biri munkatı’ olmak üzere iki kısımdır. Muttasıl olan ام , soru “hemzesi” karşısında edilgen bir “terdîd” yani iki ihtimalli bir mana ifade eder. Munkatı' olan ام ise cümlenin başına gelerek بَلْ gibi idrâb (sözü başka yöne çevirme) ile “ ا “ hemze yani soru manasına gelir, ancak “Şu sizin askerleriniz, hani kimlerdir?” (Mülk Suresi, 20) gibi önünde açık bir soru edatı bulunduğu zaman hemze yani soru, var saymaya gerek olmaksızın yalnız بَلْ manasına idrâb olur. Yani bir sözden bir söze geçmeyi ifade eder. Biz bunların ikisini de ‘yoksa’ diye tercüme ediyorsak da ‘yoksa’ aslı itibariyle manasında bir şartıyye olduğundan doğrudan doğruya değil, dolayısıyla bir tercüme oluyor. Bunun için muttasıl ام ’e uygun olsa bile munkatı’ ام ’e her zaman uygun düştüğü iddia edilemeyecektir. Bu sebepten بَلْ yerinde “hayır, yok, daha doğrusu, fakat” tabirlerinden birini kullanıyoruz. (Elmalılı)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. يَعْدِلُونَ fiili قَوْمٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَعْدِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümleye dahil olan اَمَّ munkatı’ yani hemze ve بَلْ manasındadır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ’in sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen kınama manası ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme anlamı olduğu için için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ’in haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يخلق (yaratmayan gibi) şeklindedir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesi, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
مَٓاءً ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
السَّمٰوَاتِ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifade mana itibariyle az öncekinin kapsamı içerisindedir. Böyle bir soruda onları azarlama manası ile Yüce Allah'ın kudretine, ilâhlarının da acizliklerine dikkat çekme anlamı vardır. (Kurtubî)
Bu tereddüdün mercii, kâfirlerin Allah tarafından susturulmasına, onların sakat görüşlerinin çürütülmesine ve onların tahkir edilmesine tarizdir. Zira pek açık bir gerçektir ki onların Allah'a ortak koştuklarında bir hayır ihtimali yoktur ki onların Allah'a ortak koştukları nesneler ile kendi hayrından başka hayır olmayan ve yegâne ilâh olan Allah arasında bir karşılaştırma yapılabilsin. (Ebüssuûd)
Bu istifham, takrir için olup onları zorunlu olarak hakkı ikrar etmeye sevk etmektedir. Zira asgarî temyize sahip olan hiçbir kimse, bütün mahlukları yaratan ve her birine onun layık olduğu faydaları bahşeden Allah'ın, o mahlukların en değersizinden ve aşağısından (putlardan) hayırlı olduğunu, hatta onların ortak koştukları nesnelerde kesinlikle hiçbir hayır bulunmadığını kabul etmemek kudretine malik değildir. (Ebüssuûd)
فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ
فَ ile öncesine atfedilmiş bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
ذَاتَ kelimesi حَدَٓائِقَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , mef’ûle ihtimam için takdim edilmiştir..
بَهْجَةٍۚ ’deki tenvin, kesret ve nev içindir.
حَدِيقَةٍ : İçinde su bulunan, göz bebeği gibi kıymetli bahçe, bostan.
بَهْجَةٍۚ : Göze, gönüle neşe ve sevinç veren güzellik demektir. (Elmalılı)
Ferrâ' dedi ki: حَدَٓائِقَ , duvar ile etrafı çevrilmiş ve başkalarına karşı korunmuş bahçe demektir. Eğer etrafında duvar yoksa ona بستان denilir, حَدَٓائِقَ ismi verilmez. Katade ve İkrime dedi ki; Bahçeler göz alıcı hurma ağaçlarıdır. Göz alıcı olmak ise süs ve güzellik demektir. Onu görenin gözlerini kamaştırır. (Kurtubî)
Ayette خَلَقَ/ اَنْزَلَ fiillerindeki üçüncü şahıstan daha çok tekid ifade eden birinci şahsa yani اَنْبَتْنَا fiiline dönülerek iltifât sanatı yapılmıştır. Beyzâvî buradaki iltifatın yönünü ve edebî nüktesini şu şekilde açıklar: Allah Teâlâ burada اَنْبَتْنَا (biz yetiştirdik) kelimesiyle bu fiilin zatına mahsus olduğunu vurgulamak ve tabiatları birbirine taban tabana zıt olan, içerisinde son derece güzel ve göz alıcı bitkilerin bulunduğu bahçeleri benzer maddelerden yaratmaya kendisinden başka hiçbir varlığın muktedir olamayacağına dikkat çekmek için üçüncü (gaib) şahıstan birinci şahsa (mütekellim) geçiş (iltifat) yapmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
“Ayetteki, ‘Biz ... bitkilerini bitiririz’ ifadesindeki iltifatın (gaibden, mütekellim sıygasına geçişin) hikmeti şudur; İnsanın, göklerin ve yerin yaratıcısının, gökten yağmur indirenin ancak Allah Teâlâ olduğunda şüphesi yoktur. Fakat kalbine, zaman zaman, o ağacı bitirip yerleştirenin kendisi olduğu şüphesi arız olur. Çünkü o şöyle düşünür: ‘Sıcak yere tohumu atan benim. Onu sulayan benim. Onun güneş almasına gayret eden benim. Sebebi yapan, müsebbebin (neticenin) de faili sayılır. O halde, o ağacı bitiren benim.’ Binaenaleyh işte böyle bir şüphe ihtimali söz konusu olunca, Cenab-ı Hakk bu ihtimali ortadan kaldırmak için gaib sıygasından mütekellim sıygası olan, ‘Biz .... bitirdik’ sıygasına geçmiş ve ‘Siz onun bir ağacını bile bitiremezsiniz’ buyurmuştur. Çünkü insan bazan tohum atar, suyunu verir, bu hususta her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanır, güneş almasını sağlar ama yine de istediği gibi bir mahsul elde edemez. İstediği gibi olanlarda ise o şeyin sebebini, yapısını, ölçüsünü ve nasıl olduğunu anlayamaz. Öyle ise o insan nasıl bu işin gerçek faili olabilir? İşte bu İncelikten ötürü, buradaki iltifat sanatı pek yerinde ve güzel olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ
Cümle حَدَٓائِقَ için ikinci sıfattır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لَكُمْ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُنْبِتُوا شَجَرَهَا cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manadadır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama manasında ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bunun da takdiri “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?” şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
Daha önce, onların ortak koştuklarında hiç hayır olmadığı delili ile o müşrikler mağlup edildikten sonra burada da istidlal yoluyla, külli nefiy (olumsuzluk) zımnında, Allah'a ortak koştuklarında İlahlık olmadığını ifade etmekle, o müşrikler susturulmaktadır. Zira asgari temyize sahip olan kimse, onların ortak koştuklarında hiç hayır bulunmadığını inkâr etmeye muktedir olmadığı gibi onlarda asla ilâhlık olmadığını inkâr etmeye de özellikle ilâhlık vasıflarının Allah'tan başkasında bulunmadığını düşündükten sonra muktedir olamaz. Bundan sonra dört kez gelecek bu ifadenin oralardaki izahı da böyledir. (Ebüssuûd)
بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
İdrâb ve ibtidaiyye harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْدِلُونَ fiili haber olan قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Bundan önce müşriklere hitap edilerek onlar kesin delillerle mağlup edildikten sonra burada da onların kötü halleri beyan edilmekte ve bu halleri başkasına hikâye edilmektedir. Yani o müşriklerin âdetleri, hak yoldan tamamıyla yan çizmek ve her hususta istikametten ayrılmaktır. İşte bundan dolayı onlar, yaptıklarını yapıyorlar; apaçık haktan ibaret olan tevhidden yan çiziyorlar ve batıl olduğu apaçık belli olan şirke kapılıyorlar. (Ebüssuûd)