اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | جَعَلَ | yapan |
|
3 | الْأَرْضَ | dünyayı |
|
4 | قَرَارًا | durulacak yer |
|
5 | وَجَعَلَ | ve yapan |
|
6 | خِلَالَهَا | arasında |
|
7 | أَنْهَارًا | ırmaklar |
|
8 | وَجَعَلَ | ve yaratan |
|
9 | لَهَا | üstünde |
|
10 | رَوَاسِيَ | sağlam dağlar |
|
11 | وَجَعَلَ | ve yaratan |
|
12 | بَيْنَ | arasında |
|
13 | الْبَحْرَيْنِ | iki deniz |
|
14 | حَاجِزًا | bir perde olarak |
|
15 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
16 | مَعَ | ile beraber |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | بَلْ | hayır |
|
19 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlar |
|
Sûrenin başından buraya kadar anlatılan kıssalarda peygamberlerin ve getirdikleri mesajın önemi vurgulandıktan sonra bu âyetlerde de Allah’ın varlığı, birliği ve sonsuz kudretini gösteren kozmik deliller sıralanmakta, müşriklerin âhiret hakkındaki inanç ve tutumları tenkit edilmektedir. 59. âyette Allah, Hz. Peygamber’e bu âyetleri okumaya başlarken kendisine lutfettiği peygamberlik ve diğer nimetlerinden dolayı Allah’a hamdetmesini ve davetini tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlere salâtü selâm getirmesini emretmektedir. Şevkânî, âyette geçen “Allah’ın seçkin kıldığı kullar” ifadesini genel anlamda yorumlar ve hem peygamberlerin hem de onlara iman eden müminlerin bu zümreye girdiğini söyler (IV, 141). Yazılı veya sözlü herhangi bir hitabede bulunurken sözün başında Allah’a hamdetme, bu buyruğa dayalı olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine salâtü selâm getirme geleneği zamanımıza kadar devam etmiştir.
61. âyette iki deniz arasına konulduğu bildirilen engelden maksat, tuzluluk oranı farklı denizleri birbirinden ayıran sınırdır. Özgül ağırlığı farklı olan yani birinin suyu diğerine nisbetle daha tuzlu olan iki su kütlesi yan yana durdukları halde aralarında görünmeyen bir perde varmış gibi birbirine karışmamakta ve birleşimlerindeki farklılık değişmemektedir (krş. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20; bu âyette geçen diğer konular hakkında bilgi için bk. Nahl 16/14-16).
Önceki âyetlerde Allah’ın kudretini göstermek için dış âlemden deliller getirilmişti; 62. âyette ise Allah’ın insanlar üzerindeki iki türlü tasarrufundan bahsedilerek kudretinin sonsuzluğuna delil getirilmektedir. Bunlar: a) Allah’ın, ihtiyaçtan dolayı kendisine dua edenin duasını kabul edip imdadına yetişmesi, sıkıntılarını gidermesi; b) İnsanları yeryüzünün yöneticileri yapması veya nesilleri birbirinin ardından getirerek yeryüzünün sahipleri kılmasıdır.
Haceze حجز : حَجْز iki şey arasına ayırıcı bir şey koyarak onların birbirine ulaşmasına mani olmaktır. Hicaz حِجاز denmesinin nedeni Şam ile Bâdiye arasında bir engel olmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri haciz, mahcuz ve Hicaz'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır.
مَنْ müşterek ism-imevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم جَعَلَ (Yapmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ الْاَرْضَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَرَاراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
خِلَالَـهَٓا mekân zarfı جَعَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْهَاراً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. لَهَا car mecrur جَعَلَ fiiline mütealliktir. رَوَاسِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بَيْنَ zaman zarfı جَعَلَ fiiline mütealliktir. الْبَحْرَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
İsim cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir. بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَ mübteda olup lafzen merfûdur. Munfasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَۜ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْدِلُونَۜ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. أَمْ, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatı’ أَمْ’dir.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘in sılası olan جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ’in haberi mahzuftur.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً ile وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ ve وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاً cümleleri, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
جَعَلَ fiilinin tekrarlanması Allah Teâlâ’nın azim kudretini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَنْهَاراً - رَوَاسِيَ - الْبَحْرَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mef’ûl olan قَرَاراً - اَنْهَاراً - رَوَاسِيَ - حَاجِزاًۜ kelimelerindeki tenvin nev, teksir ve tazim içindir. Teksir kemiyet bakımından, tazim ise keyfiyet bakımından üstünlüğü ifade eder.
Allah Teâlâ, bu ayette yeryüzünün şu dört faydasını saymıştır:
Birinci fayda, onun bir karargâh oluşudur. Allah Teâlâ, yeryüzünü oval yaratmış ve üzerinde rahat durulabilsin, karar kılınabilsin diye onu düzenlemiştir. Yeri ne fazla sert, ne fazla yumuşak yaratmamış, orta bir halde yaratmıştır. Böylece yeryüzü, üzerinde oturan kimsenin rahatsız olacağı bir taş gibi sert değildir. Yine yer, içine batılıp gidilen bir su ve balçık gibi yumuşak değildir. Işığın aksetmesine kabil olması için kesif ve tozlu yaratmıştır. Eğer yeryüzü saydam olsaydı, ışıklar onda durmaz, o zaman da hiçbir canlının yaşayamayacağı bir soğuklukta olurdu. Güneşin dönme eksenini eğik yaratmıştır. Böyle olmasaydı mevsimlerdeki farklılıklar meydana gelmez, mevsimlerden hasıl olan faydalar da elde edilemezdi. Yeryüzü ölülerin de dirilerin de yer aldığı bir mekân kılınmıştır. Çünkü her çirkin şey onun üzerine atılır ve her güzel şey ondan çıkar.
İkinci fayda, Allah'ın o yeryüzünün aralarında ırmaklar akıtmış olmasıdır ki dört çeşit su çıkmaktadır: Akan gözelerin suyu... Bu, kendisi fazla, fışkırma gücü ileri, yer altı buharlarından kaynaklanan, yeri bu kuvvetiyle delip çıkan ve sonra devamlı olarak akan sulardır.
Durgun gözelerin suları... Bunlar da kuvveti, ancak yeryüzüne çıkacak kadar olan, fakat kuvveti ve kendisi, peşpeşe gelecek derecede olmayan buharlardan olan sulardır.
Nehir ve kanalların suları... Bunlar da yeryüzünü delecek güçte olmayan buharlardan elde edilen sulardır. Bunların üzerinden o toprak kazılıp kaldırıldığında, o buharlar çıkacak bir delik bulurlar ve az bir güç ile yeryüzüne çıkıp akmaya başlarlar.
Kuyuların suları... Bunlar da kanal ve nehir suları gibi yerden kaynayan sulardır. Fakat bunların, bir yere doğru akma imkânı yoktur. Binaenaleyh, yeryüzünün bu sertliğinin olmaması halinde, o buharların yerin altında bir araya gelemeyecekleri anlaşılır. Çünkü eğer o buharlar yerin altında bir araya gelmeselerdi, yerin üstündeki bu gözeler meydana gelemezlerdi.
Üçüncü fayda, Allah'ın yeryüzünde revasih yani kazık gibi çakılmış dağlar yerleştirmesidir. Gözelerin, su birikintilerinin ve madenlerin çoğu ya dağlarda ya da dağlara yakın yerlerde bulunur. Gözelerin dağlarda meydana gelmiş olması şöyle olur: Yer yumuşak ve nemsiz olsaydı oradan buharlar emilip zayi olur ve zikre değer bir su birikmezdi. Demek ki bu buharlar ancak sert toprak altında toplanabilir. Dağlar ise yerin en sert yerleridir. Dolayısıyla bu buharları tutmaya, toplamaya ve böylece de gözelerin esasını oluşturabilecek şeylerin bir araya gelmesine elverişli yerler olurlar. Dağ su deposuna benzer. Dağın huknası buharla doludur ki adeta damıtma işlemi için hazırlanmış imbiğe benzer. Buharın az bir kısmının bile dağılıp kaçmasına imkân vermez. Dağın alt kısmı ise damıtma kazanı durumunda olup kanallardan gelen su orada toplanır. İşte bundan ötürü gözelerin çoğu dağlardan, pek azı da sahralardan fışkırır. Bu az kısmın o sahralardan fışkırması da yine, oraların sert olmasına bağlıdır.
Dördüncü fayda: Allah'ın iki deniz arasına bir perde koymasıdır... Bundan murad, tatlı suyun karışma ile bozulmamasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze, inkârî manadadır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, ikrar manası taşıdığı ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِلٰهٌ ’un tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder.
Bunun da takdiri “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?” şeklindedir. “Allah ile birlikte…” ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi, müsneddir.
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek: hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşrikler de Allah'ı inkâr etmiyorlar. Nitekim [Yemin olsun ki onlara, gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, hiç şüphesiz Allah! derler.] ayeti de bunu ifade etmektedir. Hayır, o müşrikleri asıl susturan delil, ilâhlığın zikredilen zorunlu vasıflarında ortağı olmadıklarını kabul ettikleri nesneleri ibadette ona ortak koşmalarıdır. Sanki şöyle denilmiştir: İlâhlığın hususiyetlerinde ortak olan Allah ile birlikte başka bir ilah var mı ki ibadette ona ortak kılınabilsin! Onların çoğu hiçbir hakikati anlamıyorlar, işte bundan dolayı apaçık olduğu halde içinde bulundukları şirkin batıl olduğunu anlamıyorlar. (Ebüssuûd)