Neml Sûresi 65. Ayet

قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ  ...

De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَا
3 يَعْلَمُ bilmez ع ل م
4 مَنْ kimse
5 فِي
6 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
7 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
8 الْغَيْبَ gaybı غ ي ب
9 إِلَّا başka
10 اللَّهُ Allah’tan
11 وَمَا ve
12 يَشْعُرُونَ bilmezler ش ع ر
13 أَيَّانَ ne zaman
14 يُبْعَثُونَ dirileceklerini ب ع ث
 

Rivayete göre putperestler, Resûlullah’ın peygamberliğini reddetmek için ona kıyametin ne zaman kopacağına dair bir soru yöneltmişler; bunun üzerine inen âyette kıyametin gayb olaylarından olduğu, Allah’tan başka kimsenin onu bilemeyeceği açıklanmıştır (İbn Âşûr, XX, 19; gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3). Âhiret hayatı insanın bu dünyada algılayabileceği alanın ötesinde yer alan bir gerçek olduğu için insanlar onu bilemez ve tam olarak tasavvur edemezler. Ancak 66. âyette putperest Araplar’ın bu bilgisizliği, kuşkuculuğa, hatta inkâra kadar götürdükleri bildirilmektedir. Ama onlar, âhirette gerçekle karşı karşıya geldiklerinde bilgileri tamamlanacaktır. Bu sebeple Kur’an, ölümden sonraki hayat hakkında bilgi verirken genellikle temsilî bir üslûp kullanmaktadır. “Onlar âhiretten yana kördürler” cümlesi, inkârcıların, âhiret hayatının ilâhî ilimdeki yaratma planının mantıkî bir sonucu olduğu gerçeğini idrakten âciz bulunduklarını ifade eder. Hakkıyla düşünselerdi insandaki sorumluluk ve adalet duygusu ve düşüncesinin ancak mutlak adaletin tecelli edeceği bir âhiret hesabı ve mahkemesiyle anlam kazanacağını, yerine oturacağını anlarlardı. Müfessirler “Hayır, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır” meâlindeki cümlede geçen ve “yetersiz kalmıştır” anlamına gelen “iddâreke” fiilinin farklı kıraatine göre cümleye şöyle de mâna vermişlerdir: “Hayır, onların âhiret hayatı hakkında bilgileri yoktur” (Şevkânî, IV, 170; İbn Âşûr, XX, 22).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 202-203
 
 
Hz. Âişe:” Kim Muhammed Aleyhisselâmın, yarın olacak şeyleri haber verdiğini ileri sürerse, Allah’a büyük iftira etmiş olur” dedikten sonra bu âyeti okumuştur. 
( Müslim, İman 287; Tirmizi, Tefsir 6/5).
 

قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli .. لَا يَعْلَمُ ‘dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la  السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur.  الْغَيْبَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

اِلَّا  istisna edatı, غير  manasındadır.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, ism-i mevsûl  مَنْ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَيَّانَ يُبْعَثُونَ  cümlesi, amili  يَشْعُرُونَ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَيَّانَ  zaman zarfı, amili  يُبْعَثُونَ  fiiline müteallik olup mahallen mansubdur. 

يُبْعَثُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

 

قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ  cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur. Car mecrur  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

İstisna muttasıldır. (Âşûr) 

Cümlenin takdiri şöyledir: لا يعلم الغيب أحد إلّا الله  (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez). Veya istisna edatı  غير  veya  لكن  manasındadır. Bu durumda istisna munkatı’ dır. Lafza-i celâl, ism-i mevsûlden bedel veya onun sıfatı olur. (Mahmud Safî)

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

يَعْلَمُ  - غَيْبَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ferrâ da şöyle demiştir: غير anlamındaki istisna edatından sonra (müstesnanın) merfû gelmesi, bu edattan önceki ifadelerin cahd (inkâr, red) olmasından dolayıdır. Bunu nasb ile okuyanlar da istisna olmak üzere nasb etmişlerdir. (Kurtubî) 

  

 وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

 

Cümle  وَ ’la mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstifham ismi  اَيَّانَ , cümlede zaman zarfı manasında olmak üzere  يُبْعَثُونَ۟  fiiline mütealliktir. 

Meçhul bina edilerek mef’ûlün vurgulandığı  يُبْعَثُونَ۟  cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmişlerdir.

يُبْعَثُونَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

مَا يَشْعُرُونَۙ - يُبْعَثُونَ۟  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

‘Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler’ manasındaki  اَيَّانَ  lâfzı  اَيَّ  ve  آنَ 'dan oluşmuştur. Hemzenin kesri ile  إياَن  de okunmuştur.  يُبْعَثُونَ 'daki zamir ismi mevsûl  مَنْ 'e yahut kâfirlere racidir. (Beyzâvî)    

يُبْعَثُونَ - يَشْعُرُونَ  kelimeleri arasında,  يَشْعُرُونَ - يَعْلَمُ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayette olduğu gibi  اَيَّانَ  ile gelecek zamanda vuku bulacak dehşet verici şeyler sorulmuştur. Buna göre, mes’ul-i anhın (sorulan şey/kişi) tazim edilmek ve korkunç gösterilmek istendiği makamlarda soru edatlarından  اَيَّانَ  gelir. Sekkaki’ye (626/1229) göre  اَيَّانَ  sadece bu makamlarda kullanılır. Fakat nahiv alimlerinin meşhur görüşüne göre, tazim makamının haricinde de kullanılır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslûbu)