Neml Sûresi 86. Ayet

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...

Onlar görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّا elbette biz
4 جَعَلْنَا yarattık ج ع ل
5 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
6 لِيَسْكُنُوا istirahat etmeleri için س ك ن
7 فِيهِ içinde
8 وَالنَّهَارَ ve gündüzü ن ه ر
9 مُبْصِرًا aydınlık yaptık ب ص ر
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي vardır
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَاتٍ ayetler ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir kavim için ق و م
15 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن
 

Bu ve devamındaki âyetlerde kıyamet hallerinden bir kesit verilmektedir. Bu âyetlere getirilen yorumlara göre kıyamet gününde mahlûkatın diriltilip mahşer yerinde toplandığında her ümmetin içinden dünyada peygamberleri yalancılıkla itham edip Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olanlar (veya bunların liderleri) çıkarılarak başka bir yerde toplanacak ve özel olarak hesaba çekileceklerdir. Dünyada Allah’ın kevnî ve vahyî âyetleri üzerinde düşünmeden O’na ortak koşmaları ve bunun sonucu olarak Allah’a ve kullarına karşı işlemiş oldukları haksızlıklar sebebiyle ağır bir şekilde cezaya çarptırılacaklardır (Râzî, XXIV, 218; Şevkânî, IV, 148; İbn Âşûr, XX, 42). Elmalılı Muhammed Hamdi ise bu âyetlerin dâbbetü’l-arz olayını anlatan âyetin hemen ardından geldiğini dikkate alarak bu olayın kıyâmet-i kübrâdan önce meydana gelecek küçük veya orta bir kıyamet olduğunu söylemektedir (V, 3705).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 209
 

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ 

 

Hemze istifhâm harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  أَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

جَعَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  جَعَلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri,  مظلما  (Karanlık) şeklindedir. 

لِ  harfi,  يَسْكُنُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

يَسْكُنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  يَسْكُنُوا  fiiline mütealliktir. 

لنَّهَارَ  atıf harfi  وَ ‘la  الَّيْلَ ‘e matuftur.  مُبْصِراًۜ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mukaddem haberine müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  لِقَوْمٍ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ  ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و  ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Hemze, takrirî istifham anlamındadır. Yani böyle bir şey olamaz, görmemiş olmanız mümkün değil anlamındadır. Soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلَمْ  يَرَوْا , dikkat çekme ve azarlama ifadesidir. Burada  يَرَوْا  (görmek) kelimesi, ‘bilmek, idrak etmek’ anlamındadır. 

Bu görme, kalbî görmedir. Çünkü gece ve gündüz her ne kadar gözle görülen nesneler ise de onların böyle kılınmaları, akıl ile idrak edilen şeyler kabilindendir. (Ebüssuûd)

الرُّؤْيَةُ ‘nin kalben görmek manasında olması mümkündür ve ”أنّا جَعَلْنا“ cümlesi iki mef’ûlünün yerini almıştır. Yaratılışın bizzat varlıklarının Allah’a delalet etmesine rağmen nasıl olur da geceyi onlar için bir dinlenme ve gündüzü de çalışmak için apaydınlık yaptığımızı bilmezler. Burada bilmek manasını ihtiva eden fiiller arasından  الرُّؤْيَةِ ‘nin seçilmiş olması, buradaki bilginin apaçık görülen (المُبْصَرَةِ) olarak vasfedilecek bilgilerden olmasındandır. (Âşûr) 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve müteakip isim cümlesi olan  اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ , faide-i haber talebî kelamdır. Masdar-ı müevvel,  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Sebep  bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ  ‘le masdar yaptığı  لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir.

Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Ayette ihtibak sanatı vardır.  وَالنَّهَارَ مُبْصِراً  cümlesinde önceki cümlenin delaletiyle  جَعَلْنَا  fiili zikredilmemiştir. 

İhtibâk, bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, c. II, s. 163, Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Bu ayette sırasıyla cem’ (جَعَلْنَا), tefrik (الَّيْلَ  ve  النَّهَارَ) ve taksim (لِيَسْكُنُوا  ve  مُبْصِراًۜ) sanatları vardır. 

Görme fiilinin yani  مُبْصِراًۜ  kelimesinin gündüze isnad edilmesi, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

يَرَوْا  -  مُبْصِراًۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  الَّيْلَ  -  النَّهَارَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

إبْصَاروَالنٌَهار  ifadesinde istiare vardır. Gündüzün görmek ile nitelenmesinin maksadı, o gündüz içinde görme organına sahip varlıkların görmesi ve onların gözlerinin ışınlarının (görme duyusunun) gündüzün ziyası ve aydınlığı sayesinde görülür varlıklara ulaşmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)   

[Biz, geceyi dinlenmeleri için kıldık “uyku ve kararla” gündüzü de çalışmaları için görücü (aydınlık) kıldık]  مُبْصِراًۜ  aslında  لِيَبْصَرُ فِيهِ  ‘görmeleri için’ demektir. Bunda görme ondan ayrılmayacak şekilde gündüzün yaratılışında olan bir hal kılınmakla mübalağa yapılmıştır (herkes onda gördüğü için o da her zaman görür gibi olmuştur). "Şüphesiz bunda mümin bir toplum için gerçekten ibretler vardır” çünkü o üç şeye delalet etmektedir (tevhide, haşre ve peygamber göndermeye). (Beyzâvî) 

Burada gecenin koyu sükuneti ve sonrasında onu takip eden gündüzün ortaya çıkışı üzerinden, temsilî bir anlatımla ölüm ve ondan sonraki hayata dair bir hatırlatma vardır. (Âşûr)

Buradaki 86. ayet,  ووَقَعَ القَوْلُ عَلَيْهِمْ (neml/85) ifadesi ile ويَوْمَ يُنْفَخُ في الصُّورِ (neml/87) ifadesi arasında gelmiş bir muteriza cümlesidir. Ta ki var olan delillerle o tehdit (vaîd) gözlerinde canlansın. Nitekim hakka olan çağrı kimi zaman korkutma ile kimi zaman ise yalnızca dikkat çekmekle olur. (Âşûr)

Burada istifham, onların hallerine taaccüpten kinayedir. (Âşûr)

المُبْصِرُ  kelimesi أبْصَر  fiilinden ism-i faildir ve  رَأى  manasındadır. Gündüzün  مُبْصِرٌ   ile vasıflandırılması da mecâz-ı aklîdir. Çünkü görmeyi sağlayan şey, gündüzün nurudur(ışığıdır). Kelime eğer  أبْصَرَهُ (onu gördü) örneğindeki gibi müteaddi gelirse hemze ile kullanılır. (Âşûr) 

   

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim,  لِقَوْمٍ ’deki tenvin ise muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bu ayetle ilgili şöyle iki soru sorulabilir:

Birinci Soru: Görme işinin, insanlara ait olduğu halde gündüze nispet edilmesinin sebebi nedir?

Cevap: Bu vasfın, görmenin gündüz mükemmel ve tam oluşuna dikkat çekmek içindir.

İkinci Soru: Cenab-ı Hak niçin "Sükun bulmaları için geceyi..." demiş de aynı şekilde onda görebilsinler diye gündüzü" dememiştir?

Cevap: Çünkü gecede sükunet, ondan beklenen asıl maksattır. Ama gündüz görme işi ise asıl maksat olmayıp, dinî ve dünyevî birtakım menfaatleri elde etmeye sebeptir.

Hak Teâlâ'nın, "Bunda, iman edecek kimseler için elbette kat'i ibretler vardır" ifadesine gelince, her ne kadar bu ayetler herkes için bir delil ve ibret ise de sadece müminler bunları kabul ettiği, -daha önce de belirtildiği gibi-, sadece onlar bundan istifade ettiği için Cenab-ı Allah sadece "iman edecek kimseler için..." buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Bil ki Allah Teâlâ, kesin delillerle kudret ve ilminin kemâlini anlatmış, sonra bunlara haşrin (dirilişin) mümkün olduğu meselesini dayandırmış, sonra Kur'an'ın mucize oluşundaki yönü ortaya koymuş, sonra buna dayalı olarak, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini anlatmış, sonra bu ayetlerde de Kıyametin kopuşunun mukaddimelerinden (alametlerinden) bahsetmiştir. Cenab-ı Hak bu konudaki sözü, peygamberlik müessesesini ispattan sonraya bırakmıştır. Çünkü bu şeyler ancak sadık bir peygamberin sözü ile bilinebilir. Bu, son derece güzel bir sıralamadır. (Fahreddin er-Râzî)

إنَّ في ذَلِكَ لَآياتٍ  cümlesi, değişen gece ve gündüzün Allah’ın vahdaniyetine ve ba’se delil olmasına rağmen bu delili görmeyen hallerine duyulan taaccübün sebebi olarak gelmiştir. (Âşûr)