فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | أَتَاهَا | oraya gelince |
|
3 | نُودِيَ | şöyle seslenildi |
|
4 | مِنْ | -ndan |
|
5 | شَاطِئِ | kıyısı- |
|
6 | الْوَادِ | vadinin |
|
7 | الْأَيْمَنِ | sağdaki |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْبُقْعَةِ | yerdeki |
|
10 | الْمُبَارَكَةِ | mübarek |
|
11 | مِنَ | -tan |
|
12 | الشَّجَرَةِ | ağaç- |
|
13 | أَنْ | diye |
|
14 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
15 | إِنِّي | muhakkak ben |
|
16 | أَنَا | benim |
|
17 | اللَّهُ | Allah |
|
18 | رَبُّ | Rabbi |
|
19 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Mûsâ ateşin bulunduğu yere vardığında, ateş zannettiği o ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu görmüştür. Bu nur, onun ilâhî huzura çağrılmasına vesile kılınmış ve bu mazhariyete erdikten sonra Mûsâ’ya vahiy gelmiş, mûcizelerle donatıldığı kendisine gösterilerek Firavun’a gitmesi emredilmiştir.
“Vadinin sağ tarafı” tabiri, izâfî olarak Mûsâ’nın gidiş yönüne göre –ki batı yönünde gidiyordu– verilmiş bir isim olabileceği gibi, Arap geleneğine göre kıbleye dönüldüğünde sağda kalan tarafı da ifade edebilir (İbn Âşûr, XX, 112-113). Bununla birlikte “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” anlamına da gelmektedir. Yüce Allah burada mübarek (bereketli) bir bölgede yer alan vadinin, üzerinde ağaç da bulunan sağ tarafından gelen bir sesle, “Ey Mûsâ! Muhakkak ki ben, evet, ben âlemlerin rabbi olan Allahım” diye seslenerek Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuşmuş, böylece Mûsâ da bu ilâhî sesi duymanın korkulu heyecanını burada yaşamıştır.
30. âyette bildirilen mübarek bölgeden maksat Hz. Mûsâ’ya vahyin ilk indiği yerdir. Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin burada verilmesi ve Allah Teâlâ’nın onunla konuşmuş olması sebebiyle burası mübarek kılınmıştır (Elmalılı, V, 3730; ayrıca bk. Neml 27/8).
İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilmiş olan Hz. Mûsâ, dokuz mûcize ile desteklenmiştir Ancak bunlardan sadece ikisi burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/103-108,130-136; Tâhâ 20/16-24, 65-69; İsrâ 17/101; Neml 27/12). 32. âyetteki “Korkudan açılıp savrulan kollarını normal konuma getir” cümlesi beklenmedik bir anda korkutucu bir şeyle karşılaşan ve gayri ihtiyarî olarak elini kolunu açıp kendini koruma durumuna geçen insanın, korku sebebi ortadan kalktıktan sonra kolunu indirerek kendini toparlamasını ve sâkinleşmesini dile getiren deyim olup 31. âyetin son cümlesine paralel düşmektedir (krş. Zemahşerî, III, 175). Her iki âyet de görevini korkusuzca yerine getirebilmesi için Hz. Mûsâ’ya ilâhî güvencenin verilmiş olduğunu ifade eder (bu konuda ayrıca bk. Tâhâ 20/17-24; Neml 27/7-12).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 226-227
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتٰيهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَتٰي fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نُودِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مِنْ شَاطِئِ car mecruru نُودِيَ fiiline mütealliktir. الْوَادِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَيْمَنِ kelimesi الْوَادِ ’nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْبُقْعَةِ car mecruru نُودِيَ fiiline mütealiktir.
الْمُبَارَكَةِ kelimesi الْبُقْعَةِ ’nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الشَّجَرَةِ car mecruru مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ ’den bedel-i işti’mâldir.
اَنْ tefsiriyyedir. يَا nida harfidir. مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup elif üzere mukadder damme ile mebni mahallen mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada müfred alem olduğu için mebni münadaya girer ve mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
Nidanın cevabıdır. İsim cümlesidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ isim cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir اَنَا mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl, mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. رَبُّ kelimesi اللّٰهُ lafza-i celâl’in sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْعَالَم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ
Ayetler arasındaki meskutun anh sebebiyle mahzuf bir cümleye atfedilen ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. لَمَّٓا zaman zarfı, حين (...dığı zaman) manasında şart edatıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَتٰيهَا şart cümlesidir. Cevap cümlesine müteallik olan لَمَّا ’nın muzafun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi … نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
نُودِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْاَيْمَنِ kelimesi الْوَادِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Derken oraya gelince mübarek bir yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaçtan, ‘Ya Musa, alemlerin Rabbi olan Allah benim ben’ diye nida olundu.” ifadesine gelince bil ki: شَاطِئِ الْوَادِ “vadi tarafından” demektir. Çünkü o nida vadi tarafından, ağaç tarafından, Musa’nın (a.s.) sağ yanından gelmişti. Ayetteki, مِنَ الشَّجَرَةِ lafzı شَاطِئِ الْوَادِ ifadesinden bir bedel-i iştimaldir. Çünkü o ağaç, vadinin o kenarında idi. Bu tıpkı,
لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ şeklindeki (Zuhruf Suresi, 33) ayetindeki bedel gibidir. Cenab-ı Hakk bu ayette o bölgeyi “mübarek” diye nitelemiştir. Çünkü Hz. Musa’nın (a.s.) peygamberliğinin başlangıcı ve Allah'ın ona konuşması, orada olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
مِنَ الشَّجَرَةِ car mecruru, مِنْ شَاطِئِ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Burada birinci مِنْ de, ikinci مِنْ de ibtida-i gaye içindir yani vadinin yamacındaki ağaçtan Musa’ya bir nida geldi manasındadır. مِنَ الشَّجَرَةِ ifadesi, مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ ifadesinden bedel-i iştimâldir; zira ağaç o yamaçta bitmekteydi. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
مِنَ الشَّجَرَةِ derken مِنْ harf-i ceri ibtida-i gaye içindir. Yani ağaçtan çıkan kelimeleri işitmiştir. مِنَ الشَّجَرَةِ cümleciğinin الْوَادِ kelimesinin ikinci sıfatı veya hal olması da caizdir. (Âşûr)
الشَّجَرَةِ kelimesindeki harf-i tarif cins içindir. Belirli bir ağaçtan bahsedildiği için nekre gelmemiştir. Daha önce bahsedilmediği için ahd ifade etmez. (Âşûr)
Tefsir edatı اَنْ ’i takip eden اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۙ cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Musa’dır.
Nidanın cevabı olan اِنّ۪ٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبُّ الْعَالَم۪ينَ , lafz-ı celâlin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
رَبُّ الْعَالَم۪ينَ izafeti muzâfun ileyhin şan ve şerefine işaret eder.
Allah Teâlâ’dan رَبُّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi 5)
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
اللّٰهُ lafza-i celâli ve رَبُّ isimlerinde tecrîd sanatı vardır.
الْبُقْعَةِ kelimesi, yanındaki araziden bir başka türlü olan arazi parçası demektir.
الْمُبَارَكَةِ olması, Allah Teâlâ'nın özellikle ayet ve nurlarının orada ortaya çıkmış olması, yani peygamberliğin ve Allah ile konuşmanın burada meydana gelmiş olması sebebiyledir. (Elmalılı)