اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْلُكْ | sok |
|
2 | يَدَكَ | elini |
|
3 | فِي |
|
|
4 | جَيْبِكَ | koynuna |
|
5 | تَخْرُجْ | çıksın |
|
6 | بَيْضَاءَ | bembeyaz |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | غَيْرِ | olmaksızın |
|
9 | سُوءٍ | bir kusur |
|
10 | وَاضْمُمْ | ve çek |
|
11 | إِلَيْكَ | kendine |
|
12 | جَنَاحَكَ | kanadını (kollarını) |
|
13 | مِنَ |
|
|
14 | الرَّهْبِ | korkudan (açılan) |
|
15 | فَذَانِكَ | işte bunlar |
|
16 | بُرْهَانَانِ | iki delildir |
|
17 | مِنْ | -nden |
|
18 | رَبِّكَ | Rabbi- |
|
19 | إِلَىٰ |
|
|
20 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’a |
|
21 | وَمَلَئِهِ | ve onun adamlarına |
|
22 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
23 | كَانُوا | olmuşlardır |
|
24 | قَوْمًا | bir kavim |
|
25 | فَاسِقِينَ | yoldan çıkan |
|
Mûsâ ateşin bulunduğu yere vardığında, ateş zannettiği o ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu görmüştür. Bu nur, onun ilâhî huzura çağrılmasına vesile kılınmış ve bu mazhariyete erdikten sonra Mûsâ’ya vahiy gelmiş, mûcizelerle donatıldığı kendisine gösterilerek Firavun’a gitmesi emredilmiştir.
“Vadinin sağ tarafı” tabiri, izâfî olarak Mûsâ’nın gidiş yönüne göre –ki batı yönünde gidiyordu– verilmiş bir isim olabileceği gibi, Arap geleneğine göre kıbleye dönüldüğünde sağda kalan tarafı da ifade edebilir (İbn Âşûr, XX, 112-113). Bununla birlikte “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” anlamına da gelmektedir. Yüce Allah burada mübarek (bereketli) bir bölgede yer alan vadinin, üzerinde ağaç da bulunan sağ tarafından gelen bir sesle, “Ey Mûsâ! Muhakkak ki ben, evet, ben âlemlerin rabbi olan Allahım” diye seslenerek Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuşmuş, böylece Mûsâ da bu ilâhî sesi duymanın korkulu heyecanını burada yaşamıştır.
30. âyette bildirilen mübarek bölgeden maksat Hz. Mûsâ’ya vahyin ilk indiği yerdir. Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin burada verilmesi ve Allah Teâlâ’nın onunla konuşmuş olması sebebiyle burası mübarek kılınmıştır (Elmalılı, V, 3730; ayrıca bk. Neml 27/8).
İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilmiş olan Hz. Mûsâ, dokuz mûcize ile desteklenmiştir Ancak bunlardan sadece ikisi burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/103-108,130-136; Tâhâ 20/16-24, 65-69; İsrâ 17/101; Neml 27/12). 32. âyetteki “Korkudan açılıp savrulan kollarını normal konuma getir” cümlesi beklenmedik bir anda korkutucu bir şeyle karşılaşan ve gayri ihtiyarî olarak elini kolunu açıp kendini koruma durumuna geçen insanın, korku sebebi ortadan kalktıktan sonra kolunu indirerek kendini toparlamasını ve sâkinleşmesini dile getiren deyim olup 31. âyetin son cümlesine paralel düşmektedir (krş. Zemahşerî, III, 175). Her iki âyet de görevini korkusuzca yerine getirebilmesi için Hz. Mûsâ’ya ilâhî güvencenin verilmiş olduğunu ifade eder (bu konuda ayrıca bk. Tâhâ 20/17-24; Neml 27/7-12).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 226-227
اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ
Fiil cümlesidir. اُسْلُكْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
يَدَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ي جَيْبِ car mecruru اُسْلُكْ filine mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen تَخْرُجْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تسلك يدك تخرج (Elini sokarsan … çıkar) şeklindedir.
تَخْرُجْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بَيْضَٓاءَ kelimesi تَخْرُجْ ’daki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ غَيْرِ car mecruru بَيْضَٓاءَ ’daki zamirin haline mütealliktir. سُٓوءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ
Ayet atıf harfi وَ ’la اُسْلُكْ ’e matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Fiil cümlesidir.
اضْمُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اِلَيْكَ car mecruru اضْمُمْ fiiline mütealliktir.
جَنَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الرَّهْبِ car mecruru اضْمُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ
فَ istînâfiyyedir. İsm-i işaret ذَانِكَ , mübteda olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. بُرْهَانَانِ mübtedanın haberi olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru haberin mahzuf sıfatına mütealliktir. اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذهب (Git) şeklindedir.
فِرْعَوْنَ gayr-ı munsarıf olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَلَا۬ئِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.
فَاسِق۪ينَ kelimesi قَوْماً ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ
Ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayetin ilk cümlesi olan اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ cümlesi, takdiri …إن تسلك يدك تخرج (Elini sokarsan … çıkar) olan şartın cevabıdır. ف karinesi olmadan gelen cümle, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَيْضَٓاءَ kelimesi تَخْرُجْ ’deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ car mecruru, تَخْرُجْ ’deki failin mahzuf ikinci haline mütealliktir. Yanlış anlamaya mahal vermemek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
اُسْلُكْ - تَخْرُجْ kelimelerinde ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ
Cümle atıf harfi وَ ’la … اُسْلُكْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ, ihtimam için mef’ûl olan جَنَاحَكَ’ye takdim edilmiştir.
مِنَ الرَّهْبِ sözündeki مِنَ harfi ibtidaiye için, اِلَيْكَ sözündeki إلى harfi mecâzî intihâ içindir. (Âşûr)
مِنَ الرَّهَبِ sözü ولّى مُدْبِرًا sözüne mütealliktir. مِنَ harfi ta’lil içindir. Korku sebebiyle arkasına dönüp kaçtı, demektir. (Âşûr)
وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ [Elini kendine çek] cümlesinde kanat manasındaki جَنَاحَ kelimesi, el manasındaki يَدَ kelimesinden kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü insanın eli, kuşun kanadı gibidir. (Safvetu’t Tefasir)
واضْمُمْ إلَيْكَ جَناحَكَ cümlesi korkudan uçmasından bedel olarak kuşun halini temsil eder. (Âşûr)
Burada جَنَاحَ kelimesi mecâzi mürseldir. Bu kelimeden maksat insanın elidir. (Âşûr)
Ellerini yapıştırmak deyiminden, asa yılana dönüşürken yiğitlik ve cesaret göstermek murat edilmiş de olabilir. Bu da kuşun durumundan istiare edilmiştir. Çünkü o korktuğu zaman kanatlarını açar, emin olup da rahatladığı zaman onları indirir. (Beyzâvî, Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk'ın وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ ifadesine gelince, bu konuda en güzel sözü söyleyen, Keşşâf sahibi olup, o şöyle demiştir: "Bunun iki anlamı vardır:
a) Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s.) için asayı yılan haline çevirince, Hz. Musa (a.s.) dehşete kapıldı ve tedirgin oldu, korktu. Bir şeyden korkan kimsenin yaptığı gibi eliyle ondan korunmaya, sakınmaya çalıştı. Bunun üzerine ona, “Elinle ondan korunmada, düşmanlarına karşı senin için bir zillet ve nakısa (kusur) bulunmaktadır. Onu attığında o nasıl yılan haline geliyorsa aynı şekilde, elinle sakınacağın yerde onu koltuğunun altına sok. Sonra da şu iki şeyin meydana gelmesi için, onu bembeyaz çıkarıver.. Bu iki şey de sana karşı bir nakısa (kusur) olan şeyden sakınma ve bir başka mucize izhar etme... Buradaki cenah kelimesinden maksat, eldir. Çünkü insanın iki eli, kuşun iki kanadı mesabesindedir. Kişi, sağ elini sol koynuna soktuğunda, kanadını kendine yapıştırmış olur.
b) “Kanadın kendine çekilmesi”yle, kuşun davranışından istiare yapılarak, asanın yılana çevrilmesi sırasında titreyip korkmasın diye, Hz. Musa’nın (a.s.) serinkanlı olması, kendine hakim olması ve metin, cesur davranmasıdır. Çünkü kuş korktuğunda, iki kanadını yayar ve onları salıverir. Aksi halde ise kanatları gövdeye yapışık ve kendine doğru çekilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ
فَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek önemini vurgular ve tazim ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Hz. Musa’ya ait zamirin رَبِّ ismine izafesi ona destek ve teşrif içindir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
A’cemî alem olan فِرْعَوْنَ kelimesi kesra yerine fetha almıştır.
Yani bu asa mucizesi ile beyaz el mucizesi, firavuna ve adamlarına gösterilmek üzere Rabbin tarafından verilmiş kesin ve gayet açık iki delildir. Çünkü onlar, zulüm ve düşmanlık sınırları dışına çıkmış bir güruh olmuşlardır. Bundan dolayı da seni bu iki kesin ve parlak mucize de kendilerine göndermemize müstahak olmuşlardır.
فَذَانِكَ kelimesi şeddesiz ve şeddeli okunmuştur; şeddesiz olan ذَاك ’nin, şeddeli olan ise ذلك ’nin tesniyesidir. (Keşşâf)
اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen bu son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. قَوۡمࣰا فَـٰسِقِینَ şeklindeki sıfat tamlaması كَانَ ’nin haberidir.
فَـٰسِقِینَ kelimesi, قَوۡمࣰا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
قَوْماً ’in ism-i fail kalıbında gelen فَاسِق۪ينَ ile sıfatlanması, bu özelliğin devamlı olduğuna, fasıklığın onlarda sabit olduğuna, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığına işaret etmiştir.
İsm-i failin önünde كان yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.
(Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)