وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | مُوسَىٰ | Musa |
|
3 | رَبِّي | Rabbim |
|
4 | أَعْلَمُ | daha iyi biliyor |
|
5 | بِمَنْ | kimin |
|
6 | جَاءَ | getirdiğini |
|
7 | بِالْهُدَىٰ | hidayet |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | عِنْدِهِ | kendisinin yanı- |
|
10 | وَمَنْ | ve kime |
|
11 | تَكُونُ | ait olacağını |
|
12 | لَهُ | onun |
|
13 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
14 | الدَّارِ | bu (dünya) evin(in) |
|
15 | إِنَّهُ | muhakkak ki |
|
16 | لَا | olmaz |
|
17 | يُفْلِحُ | iflah |
|
18 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u yanına alarak, Allah’ın emrini tebliğ etmek ve İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarmak üzere Firavun’a gitti ve gereken tebliği yaptı. Fakat kibirlerine mağlûp olan Firavun ve adamları onun gösterdiği mûcizelerin sihir olduğunu, atalarının zamanında da böyle bir şeyin varlığını işitmediklerini ileri sürerek getirdiği ilâhî mesajı reddettiler. Oysa daha önce Hz. Yûsuf da Mısır’da peygamber olarak Allah’ın dinini tebliğ etmişti (bk. Yûsuf 12/36 vd.). Kıssanın bu safhası özet olarak verilmekte, diğer sûrelerde ise Firavun, adamları ve sihirbazlarla Mûsâ arasında cereyan eden konuşmalar ve gelişen olaylar geniş bir şekilde anlatılmaktadır (bilgi için bk. A‘râf 7/103-138).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 228-229
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبّ۪ٓي ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبّ۪ٓي mübteda olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَ بِالْهُدٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِالْهُدٰى car mecruru جَٓاءَ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. مِنْ عِنْدِه۪ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, ikinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَكُونُ nakıs merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لَهُ car mecruru تَكُونُ ’nun mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
عَاقِبَةُ kelimesi تَكُونُ ’nun muahhar ismi olup lafzen merfûdur. الدَّارِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يُفْلِحُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُفْلِحُ damme ile merfû muzari fiildir. الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
يُفْلِحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki قَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبّ۪ٓي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Musa, şan ve şeref kazanmıştır.
Müsned olan اَعْلَمُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harfi-cerle birlikte اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. Sılası olan جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
عِنْدِه۪ izafeti عِنْدِ için tazim ifade eder.
Birinciye matuf olan ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَاقِبَةُ الدَّارِ, muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam ifade edenعَاقِبَةُ الدَّارِ izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
عَاقِبَةُ الدَّارِ ifadesi, istenen sonucu demektir, çünkü yurttan kast edilen dünyadır; onun esas akibeti de cennettir. Zira o, ahirete geçiş için yaratılmıştır. Bundan doğrudan kast edilen de sevaptır, azap ise dolaylı kast edilmiştir. (Beyzâvî)
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَّهُ ’deki هُ şan zamiri olup اِنَّ ’nin ismidir.
Mercii olmayan şan zamiri, ancak اِنَّ ile gelir ve kelama zerafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir. Müsnedün ileyh; şan zamiri olarak da gelebilir. Bu durumda, garabete delalet eder. Bu durumda muhatap bundan sonra gelen şeyi merak eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi, 1)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُفْلِحُ - الظَّالِمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı, يُفْلِحُ - بِالْهُدٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مَنْ ’in tekrarında - مِنْ ’le aralarında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
إنَّهُ لا يُفْلِحُ الظّالِمُونَ cümlesi; bütün geçen manaları destekler. Musa’nın (a.s.) hak üzere olduğunu anlamış, bu da gücünü zayıflatmış, kurtulmasının imkânsızlığı dolayısıyla kalbini korku sarmıştır. إنَّهُ ’daki zamir şan zamiridir. Arkasından gelen mananın tehlikesine ve önemine işaret eder. (Âşûr)