اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
3 | عَلَا | ululandı (zorbalığa kalktı) |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
6 | وَجَعَلَ | ve böldü |
|
7 | أَهْلَهَا | halkını |
|
8 | شِيَعًا | çeşitli gruplara |
|
9 | يَسْتَضْعِفُ | eziyordu |
|
10 | طَائِفَةً | bir zümreyi |
|
11 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
12 | يُذَبِّحُ | kesiyordu |
|
13 | أَبْنَاءَهُمْ | oğullarını |
|
14 | وَيَسْتَحْيِي | ve sağ bırakıyordu |
|
15 | نِسَاءَهُمْ | kadınlarını |
|
16 | إِنَّهُ | çünkü o |
|
17 | كَانَ | idi |
|
18 | مِنَ | -dan |
|
19 | الْمُفْسِدِينَ | bozguncular- |
|
Mûsâ dünyaya geldiği sırada Mısır’ın yönetimini elinde bulunduran Firavun, ülkesinin sınırlarını genişletmiş, bu durum onu şımartmıştı. O, Kur’an’da değişik yönlerden eleştirilmekle birlikte asıl eleştirilen yönü tanrılık taslaması, kendini herkesten üstün görmesidir. Firavun, halkını tabakalara bölmüş, 4. âyette de işaret buyurulduğu üzere özellikle İsrâil asıllı olanlara insanlık onuruna yakışmayacak şekilde muamele etmiştir. Bu sebeple aynı âyetin son cümlesinde onun fesad çıkaranlardan olduğu ve normal düzeni bozduğu ifade edilmektedir. Mısır’da çoğalıp kendisine isyan edeceklerinden kaygılandığı için İsrâil asıllı olanların erkek çocuklarına kıyım uyguladı. Ayrıca insanları ağır işlerde çalıştırıp özellikle yaşlıların ölümüne sebep oldu (bilgi için bk. Bakara 2/49; A‘râf 7/103).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 215-216Daufe ضعف: ضَعْفٌ kuvvet sözcüğünün zıddıdır. Fiil olarak zayıf ve güçsüz idi ya da o hale geldi anlamında ضَعُفَ şeklinde kullanılır.
Zayıf, güçsüz, kolay kırılır ve dayanıksız olana da ضَعِيفٌ denir ve çoğulu ضِعافٌ ve ضُعَفاء şekillerinde gelir.
ضَعْفٌ, yani zayıflık ve güçsüzlük nefiste, bedende ve hâlde de olabilir. El- Halil şöyle demiştir: Dammeli ضُعْفٌ sözcüğü bedendeki zayıflıkla/güçsüzlükle ilgili, fethalı ضَعْفٌ sözcüğü ise akıl ve reydeki zayıflıkla/güçsüzlükle ilgili kullanılır.
İstif'al babı formundaki إسْتِضْعافٌ kullanımı zayıf, güçsüz ve dayanıksız bulmak anlamı taşır.
ضِعْفٌ sözcüğüne gelince birbirine denk iki miktarın birleşmesi anlamına gelir ve yalnızca sayılar için kullanılır. Mufâale ve tef'il babı formlarıyla (مُضاعَفَة - تَضْعِيفٌ) bir nesneye kendisinin bir ya da daha fazla mislinin; benzerinin veya katının eklenmesi kastedilir. Bazıları ise mufâale babındaki kullanımının tef'il den daha mübalağalı olduğunu ifade etmişlerdir.
Netice olarak bu köke ait iki farklı temel anlam vardır. Bu duruma da Âli İmran, 3/130 ayeti misal verilebilir: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ Bir görüşe göre bu ayette geçen aynı köke ait lafızlar te'kid/pekiştirme amacıyla gelmiştir. Diğer bazılarına göre ise bilakis مُضاعَفَة sözcüğü ضِعْفٌ kökünden değil, aksine ضَعْفٌ kökünden gelir. Buna göre de ayetin manası şöyledir: 'Sizin bir ضَعْفٌ (iki katına çıkarma) olarak gördüğünüz şey aslında bir ضِعْفٌ dur yani bir eksiltmedir.'(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 52 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zayıf, zaaf ve zâfiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. فِرْعَوْنَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَا فِي الْاَرْضِ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عَلَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فِي الْاَرْضِ car mecruru عَلَا fiiline mütealliktir. وَ atıf harfidir.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَهْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شِيَعاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَسْتَضْعِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. يَسْتَضْعِفُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi ضعف ’dir.
طَٓائِفَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru يَسْتَضْعِفُ fiiline mütealliktir.
يُذَبِّـحُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَبْنَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
يَسْتَحْـي۪ mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. يَسْتَحْـي۪ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi حىى ’dir
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
نِسَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُذَبِّـحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ذبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
ل harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur.
مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُفْسِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً
Ayetin ilk cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan عَلَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle habere atfedilmiştir. شِيَعاً ’daki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
اِنَّ فِرْعَوْنَ ِifadesi mücmeli tefsir etme kabilinden istînâf cümlesidir. Sanki biri “Musa ve Firavun’un önemli haberleri nasıldır?” diye sormakta, Allah Teâlâ da akla gelen bu soruyu اِنَّ فِرْعَوْنَ diyerek cevaplamaktadır. (Keşşâf)
عَلَا kelimesi, ‘tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı’ anlamlarına gelip bununla, o kralın kuvvet ve kudreti kastedilmiştir. Yerde büyüklük taslamak ise idare ettiği beldede böyle oldu, dünyanın her tarafında değil... demektir. (Fahreddin er-Râzî)
يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ
طَٓائِفَةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse işaret eder.
Aynı üslupta gelen يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ cümlesi يَسْتَضْعِفُ cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَبْنَٓاءَهُمْ (Oğullarını) sözünün karşılığında بناتهم (kızları) yerine نِسَٓاءَهُمْۜ (Kadınlarını) buyurulması, kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
يُذَبِّـحُ fiili, تفعيل babındadır. Bu bab fiile, çokluk anlamı katmıştır.
يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ cümlesiyle يَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Muzari fiil, teceddüd ve hudusa delâlet eder. (Vakafat, s. 84)
Burada Allah Teâlâ bize Firavun’dan haber veriyor. Ayet-i kerimede erkek çocukları öldürüp kız çocukları diri bırakma fiili Firavun’a isnad edilmiş. Halbuki Firavun emir veriyor, adamları bu işi yapıyordu. İşte fiili yapma işinde emiri veren ve emre uyan arasındaki yakınlıktan dolayı fiil; emri veren ve böylece sebep olan Firavun’a isnad edilmiş. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle ve devamı نَتْلُو cümlesinin veya نَبَإ مُوسى وفِرْعَوْنَ cümlesinin beyanıdır. Büyük önem ve tehlike arz eden bir haber olduğunu belirtmek için çeşitli dersler içerecek şekilde önce özet olarak sunulmuştur. Haberin önemi dolayısıyla tekid harfiyle başlamıştır. (Âşûr)
اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye veya beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
يَسْتَضْعِفُ fiili, جَعَلَ ’deki zamirden hal yahut شِيَعاً kelimesinin sıfatı veya yeni bir sözdür. يُذَبِّـحُ da يَسْتَضْعِفُ fiilinden bedeldir.
اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ [Gerçekten bozgunculardandı.] ifadesi, haksız olarak çocukları boğazlayıp öldürmenin sadece bozguncuların işi olduğunu göstermektedir. (Keşşâf)
Yine bu ifade, öldürme işinin sadece bir fesat olup Allah’ın kazasını def etme hususunda bir tesirinin bulunmadığını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)