وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْلَا | keşke olmasalardı |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | تُصِيبَهُمْ | başlarına geldiği zaman |
|
4 | مُصِيبَةٌ | bir felaket |
|
5 | بِمَا | yüzünden |
|
6 | قَدَّمَتْ | yaptıkları (günahları) |
|
7 | أَيْدِيهِمْ | kendi elleriyle |
|
8 | فَيَقُولُوا | diyecekler |
|
9 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
10 | لَوْلَا | keşke |
|
11 | أَرْسَلْتَ | gönderseydin |
|
12 | إِلَيْنَا | bize |
|
13 | رَسُولًا | bir elçi |
|
14 | فَنَتَّبِعَ | uysaydık |
|
15 | ايَاتِكَ | ayetlerine |
|
16 | وَنَكُونَ | ve olsaydık |
|
17 | مِنَ | -den |
|
18 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
Allah Teâlâ insanoğlunu yarattıktan sonra ona doğru yolu gösterecek kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Eğer bunu yapmamış olsa ve insanların yanlış yolda gitmelerinden dolayı gerek dünyada gerekse âhirette başlarına sıkıntılar gelseydi, o zaman Allah’a karşı doğru yolu göstermediği şeklinde bir mazeret ileri sürebilirlerdi. 47. âyet insanların bu tür mazeretlere sığınmamaları için peygamberler ve kitaplar gönderildiğini ifade etmektedir. Ancak peygamber ve kitap geldiğinde de çokları iman etmemiş, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri için helâk olup gitmişlerdir. Nitekim 48. âyet Hz. Peygamber ve Kur’an geldiğinde Mekke müşriklerinin de inkârda direndiklerini, Mûsâ’ya toptan indirilmiş olan Tevrat’ın benzeri bir kitabın Hz. Muhammed’e de indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Oysa Mûsâ’ya indirilmiş olan kitap da inkâr edilmişti. Ayrıca Hz. Muhammed’in peygamberliğini yalanlayanlar Mûsâ’yı da yalanlamış sayılırlar. Çünkü her ikisi de özünde farklı olmayan inanç ve hayat ilkelerini savunmuş, birbirini teyit etmişlerdir. Nitekim müşrikler, “Birbirini destekleyen iki sihir!” sözleriyle hem Tevrat’ın hem de Kur’an’ın sihir olduğunu iddia etmişler, ardından her ikisini de reddettiklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Âyette “... diyecek olmasalardı ...” diye çevrilen kısmın devamı belli olduğu için ifade edilmesine gerek görülmediği anlaşılmakta ve tefsirlerde cümlenin devamı, “... seni göndermezdik” veya “... hemen cezalarını verirdik” şeklinde takdir edilmektedir (Şevkânî, IV, 204).
48. âyette “Birbirini destekleyen iki sihir!” diye çevirdiğimiz cümleyi farklı kıraate göre, “Birbirini destekleyen iki sihirbaz!” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Bu takdirde söz konusu ithamın sahibi olan inkârcılar, Mûsâ ile Hârûn’u veya Mûsâ ile Peygamber efendimizi kastetmiş olurlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 233Savebe صوب : صَوابٌ sözcüğü iki anlamda kullanılır:
1- Bir nesnenin kendi zâtı açısından; Bir şey akıl ve şer'in gerektirdiği ölçüde kendi içinde övülmüş ve beğenilmiş ise صَوابٌ kullanılır.
2- Kastettiği şekilde maksadına ulaştığında bu kasteden kişi göz önünde bulundurularak kullanılır ve bu da farklı şekillerde olur: a-Kişinin güzel bir şeyi kastedip onu yapması.b- Kişinin yapılması iyi olan bir şeyi kastedip de içtihat ettikten sonra sevab olduğuna inandığı başka bir şeyi yapmasıdır. 'Her müctehid isabet etmiştir' Hadisi Şerifinde buyurulduğu gibi. c- Kişinin doğru/sevab bir şeyi kastedip harici nedenlerden dolayı kendisinden hata sâdır olmasıdır. Örneğin bir ava atmayı kastettiği halde yanlışlıkla bir insanı vurması gibi. d- Kişinin işlenmesi fena ve çirkin bir şeyi maksad edindiği halde aksinin sâdır olması. Bu durumda o kimse maksadında hata yapmış ama bulduğu şey de isabet etmiş olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 77 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri isabet, tasvip ve musibettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
لَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la مَا كُنْتَ بِجَانِبِ cümlesine matuftur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (Vardır.) şeklindedir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; ما أرسلنا رسلا إليهم (Onlara bir resul göndermedik.) şeklindedir.
تُص۪يبَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُص۪يبَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü بِ harf-i ceriyle تُص۪يبَهُمْ fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُص۪يبَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki تُص۪يبَهُمْ ‘e matuftur.
يَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ ‘dir. يَقُولُو fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبَّـنَا münada olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَرْسَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْنَا car mecruru اَرْسَلْتَ fiiline mütealliktir.
رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Nidanın cevabıdır.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, makablindeki tahdidden anlaşılan masdar manasına matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri; هلّا ثمة إرسال فاتّباع الآيات (Mesaj mı var, haydi ayetlere tabi olun) şeklindedir.
نَتَّبِعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. اٰيَاتِكَ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَكُونَ atıf harfi وَ ‘la نَتَّبِعَ ‘ya matuftur. نَكُونَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru نَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْتَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَتَّبِعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ cümlesine atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart üslubundaki cümlenin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesi, masdar tevili ile mahzuf haber için mübteda konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki masdar-ı müevvelin, takdiri موجود (Vardır) olan haberi mahzuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte تُص۪يبَهُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
لَوْلَٓا ’nın, takdiri ما أرسلنا رسلا إليهم (Onlara bir rasul göndermedik.) olan cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
تُص۪يبَهُمْ - مُص۪يبَةٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir.
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. ‘Elleriyle kazandıkları şey’ demektir. Bu, cüzü söyleyip küllü murad etme kabilindendir.
Zemahşerî şöyle der: Amellerin çoğu el ile işlendiği için bütün ameller, ellerin kazanması şeklinde ifade olundu. وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ [Başlarına bir musibet geldiğinde.....] cümlesinde, kelamın akışından anlaşıldığı için cevap hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: (Ey Peygamber! Seni elçi olarak onlara göndermezdik.) Bu, hazif yoluyla îcâz babındandır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir.)
تُص۪يبَهُمْ ‘deki zamir, daha önce kendilerine hiçbir uyarı gelmemiş olan kimseleri ifade etmektedir. بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ [Ellerinin takdim ettiği ile] kastedilen ise şirkten önceki şeylerdir. (Âşûr)
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ 'deki بِ harf-i ceri sebebiyye içindir. (Âşûr)
فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Cümle atıf harfi فَ ile … تُص۪يبَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً cümlesi, nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle mütekellim zamirinin işaret ettiği kişiler, şeref kazandırmıştır. Ayrıca mütekellimin, Allah’ın rubûbiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahi olan لَوْلَٓا tahdid harfidir
Fâ-i sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle, makablindeki tahdidden anlaşılan masdar manasına matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلَا , ‘..meli/malı, değil mi?’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Aynı üslupta gelen وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ cümlesine matuftur. كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ , nakıs fiil كَان ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
Birinci لَوْلَٓا imtinâiyye olup cevabı mahzuftur. İkinci لَوْلَٓا ise tahdîdiyyedir. Bu iki kelime arasında tam cinas ve bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki فَ ’den biri atıf فَ ’sıdır. Emir fiilin yapılmasına sebep olduğundan, لَوْلَٓا da emir hükmünde olup ikinci لَوْلَٓا , فَ ‘nın cevabının başına gelmiştir. İşin yapılmasına sebep olanla işin yapılmasını teşvik eden aynı konumdadır. Mana şöyledir: Şayet daha evvel gerçekleştirdikleri şirk ve günahlar sebebiyle cezalandırıldıklarında “Bize de peygamber gönderseydin!” diyerek bununla, aleyhimize delil getirecek olmasalardı, peygamber olarak seni onlara göndermezdik; yani onlara peygamber göndermemiz bizim onlar üzerinde bir hüccetimiz olsun, onların bizim üzerimizde bir hüccetleri olmasın, diyedir. (Keşşâf, Beyzâvî, Âşûr)
اَرْسَلْتَ - رَسُولاً kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.