فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَهُمُ | onlara gelince |
|
3 | الْحَقُّ | hak |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِنَا | katımızdan |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
8 | أُوتِيَ | verilmeli |
|
9 | مِثْلَ | benzeri |
|
10 | مَا | ne |
|
11 | أُوتِيَ | verildiyse |
|
12 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
13 | أَوَلَمْ |
|
|
14 | يَكْفُرُوا | inkar etmemişler miydi? |
|
15 | بِمَا | şeyi |
|
16 | أُوتِيَ | verilen |
|
17 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلُ | daha önce |
|
20 | قَالُوا | dediler |
|
21 | سِحْرَانِ | iki büyü! |
|
22 | تَظَاهَرَا | birbirine destek olan |
|
23 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
24 | إِنَّا | elbette biz |
|
25 | بِكُلٍّ | hepsini |
|
26 | كَافِرُونَ | inkar ederiz |
|
Allah Teâlâ insanoğlunu yarattıktan sonra ona doğru yolu gösterecek kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Eğer bunu yapmamış olsa ve insanların yanlış yolda gitmelerinden dolayı gerek dünyada gerekse âhirette başlarına sıkıntılar gelseydi, o zaman Allah’a karşı doğru yolu göstermediği şeklinde bir mazeret ileri sürebilirlerdi. 47. âyet insanların bu tür mazeretlere sığınmamaları için peygamberler ve kitaplar gönderildiğini ifade etmektedir. Ancak peygamber ve kitap geldiğinde de çokları iman etmemiş, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri için helâk olup gitmişlerdir. Nitekim 48. âyet Hz. Peygamber ve Kur’an geldiğinde Mekke müşriklerinin de inkârda direndiklerini, Mûsâ’ya toptan indirilmiş olan Tevrat’ın benzeri bir kitabın Hz. Muhammed’e de indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Oysa Mûsâ’ya indirilmiş olan kitap da inkâr edilmişti. Ayrıca Hz. Muhammed’in peygamberliğini yalanlayanlar Mûsâ’yı da yalanlamış sayılırlar. Çünkü her ikisi de özünde farklı olmayan inanç ve hayat ilkelerini savunmuş, birbirini teyit etmişlerdir. Nitekim müşrikler, “Birbirini destekleyen iki sihir!” sözleriyle hem Tevrat’ın hem de Kur’an’ın sihir olduğunu iddia etmişler, ardından her ikisini de reddettiklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Âyette “... diyecek olmasalardı ...” diye çevrilen kısmın devamı belli olduğu için ifade edilmesine gerek görülmediği anlaşılmakta ve tefsirlerde cümlenin devamı, “... seni göndermezdik” veya “... hemen cezalarını verirdik” şeklinde takdir edilmektedir (Şevkânî, IV, 204).
48. âyette “Birbirini destekleyen iki sihir!” diye çevirdiğimiz cümleyi farklı kıraate göre, “Birbirini destekleyen iki sihirbaz!” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Bu takdirde söz konusu ithamın sahibi olan inkârcılar, Mûsâ ile Hârûn’u veya Mûsâ ile Peygamber efendimizi kastetmiş olurlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 233فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ عِنْدِنَا car mecruru جَٓاءَ filine mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْلَٓا اُو۫تِيَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr) لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri; أوتيه (Ona verilen) şeklindedir.
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مُوسٰى naib-i fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ يَكْفُرُوا cümlesi atıf harfi وَ ile mukadder istînâfa mütealliktir. Takdiri, أصدقوا ولم يكفروا (Doğru söylediler ve inkâr etmediler mi?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَكْفُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَكْفُرُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مُوسٰىۜ naib-i fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلُ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. سِحْرَانِ mahzuf mübtedanın haberi olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Takdiri, هُمَا (O ikisi) şeklindedir. تَظَاهَرَا fiili سِحْرَانِ ‘nın sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَظَاهَرَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
تَظَاهَرَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki قَالُوا cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِكُلٍّ car mecruru كَافِرُونَ ’a mütealliktir. كَافِرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ
فَ , atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا şart cümlesi, cevap cümlesine müteallık olan لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
عِنْدِنَا izafeti عِنْدِ ‘yi tazim içindir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahi olan لَوْلَٓا tahdid harfidir
مِثْلَ ’nın muzâfun ileyhi müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası اُو۫تِيَ مُوسٰى , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى [Ona, Musa'ya verilenin bir benzeri verilseydi ya] cümlesi teşvik ifade eder. Buradaki لَوْلَٓا teşvik ifade eden هلا manasınadır. Yoksa, bir şeyin varlığından dolayı diğer şeyin olamayacağını ifade eden bir harf değildir. (Safvetu’t Tefasir)
اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ
Atıfla gelen cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri … أصدقوا (Doğru söylediler ve inkar etmediler mi?) şeklindedir.
Hemze inkarî istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüp manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte يَكْفُرُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مَٓا - اُو۫تِيَ - مُوسٰى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam da onların iddialarını reddetmekte ve söylediklerinin, kendilerini hakka irşad eden bir talep olmadığını, sırf inat olarak söylendiğini ortaya koymaktadır. Yani onlar, bu hakkı inkâr ettikleri gibi, Musa'ya (a.s.) verilen kitabı da inkâr etmemişler miydi? (Ebüssuûd)
قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan سِحْرَانِ تَظَاهَرَا cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُمَا (O ikisi) olan mübteda mahzuftur.
تَظَاهَرَا۠ cümlesi, سِحْرَانِ için sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
تَظَاهَرَا۠ fiili مفاعلة babında gelerek fiile işteşlik manası katmıştır.
Aynı üslupta gelen وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ cümlesi, öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلٍّ , amili olan كَافِرُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
كُلٍّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
إِنَّ ’nin haberi olan كَافِرُونَ ‘nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَظَاهَرَ السِحرَين ifadesi, tüm Kûfe kurrasınca böyle okunur ve bu istiare olur. Çünkü yardımlaşma ve destekleşme anlamına gelen ألتظاهر cisimlerin sıfatlarındandır. ألتظاهر ’un gerçek anlamı sırt sırta vermek olduğundan yardımlaşma, dayanışma ve birbirini desteklemek anlamı istiaredir. Sihir ise bir arazdır. İfadeyle anlatılmak istenen ise, Musa’nın (a.s.) getirdiği hayret verici mucize ayetler, açık alametlerden sonra bizim peygamberimize (sav) gelen kelam hakkında müşriklerin söylediği sözü aktarmaktadır. Burada ألتظاهر ’nin anlamı ‘’ikisi benzeşme yoluyla birbirine yardım ettiler, ikinci birinciyi onaylayıcı, sonraki öncekini destekleyici oldu’’ şeklindedir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
بِكُلٍّ ifadesi, ikisini de anlamındadır. Bu tefsirde مِنْ قَبْلُ ifadesini اَوَلَمْ يَكْفُرُوا ifadesine bağlıyorum; ancak اُو۫تِيَ ifadesine de bağlayabilirim. O zaman mana şöyle olur: Bu sözü söyleyen Mekkeliler, Muhammed’i (sav) ve Kur’an’ı inkâr ettikleri gibi Musa’yı ve Tevrat’ı da inkâr etmişlerdir. Hazret-i Musa ve Muhammed (sav) hakkında (Bunlar birbirini destekleyen iki büyücüdürler) ya da iki kitap (Tevrat ve Kur’an) hakkında (Birbirini destekleyen iki büyüdür) demişlerdir. (Keşşâf)
اُو۫تِيَ fiilinin tekrarı gelenlerin önemine binaendir.
قَالُٓوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr, يَكْفُرُوا - كَافِرُونَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların bu kelamı, Kur’an ile Tevrat'ı sihir olarak vasıflandırmalarından anlaşılan küfürlerini tasrih ve tekid etmektedir. Bu da onların küfür ile azgınlıkta ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir.( Ebüssuûd)