قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | derler |
|
2 | الَّذِينَ | olanlar |
|
3 | حَقَّ | hak |
|
4 | عَلَيْهِمُ | üzerlerine |
|
5 | الْقَوْلُ | söz |
|
6 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
7 | هَٰؤُلَاءِ | şunlardır |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | أَغْوَيْنَا | azdırdıklarımız |
|
10 | أَغْوَيْنَاهُمْ | onları azdırdık |
|
11 | كَمَا | gibi |
|
12 | غَوَيْنَا | kendimiz azdığımız |
|
13 | تَبَرَّأْنَا | uzak olduğumuzu |
|
14 | إِلَيْكَ | sana arz ederiz |
|
15 | مَا | zaten |
|
16 | كَانُوا | onlar değildi |
|
17 | إِيَّانَا | bize |
|
18 | يَعْبُدُونَ | tapanlardan |
|
Birtakım varlıkları veya kişileri Allah’a ortak koşanlar âhirette hesaba çekildiklerinde Allah onlara, “Benim ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz tanrılar şimdi nerede?” diye soracaktır. Allah’ın yargısının aleyhlerine gerçekleştiğini gören kimseler, özellikle toplumlarına yanlış inanç ve değer ölçüleri empoze eden din ve düşünce önderleri, zorba liderler kendileri nasıl öncekilerin telkin ve teşvikleriyle azmış, doğru yoldan çıkmışlarsa onlardan devraldıkları düşünce ve hayat tarzını sonrakilere telkin ederek onları azdırıp yoldan çıkardıklarını itiraf ederler. Bununla birlikte onların kendilerine değil, arzularına kul olduklarını; bu konuda kendilerinin, herhangi bir günahları bulunmadığını da Allah’a arzederler. Ancak örneklik ve telkinleriyle toplumlarının yanlış yola girmelerine sebep oldukları için bu savunmaları işe yaramayacaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 240-241
قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası حَقَّ عَلَيْهِمُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru حَقَّ fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l kavli رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ cümlesi nidanın cevabıdır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İşaret zamiri هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَغْوَيْنَاۚ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ cümlesi mübteda هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَغْوَيْنَاۚ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ
Fiil cümlesidir. اَغْوَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle اَغْوَيْنَاهُمْ ‘e mütealliktir.
غَوَيْنَاۚ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَغْوَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غوي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ
Fiil cümlesidir. تَبَرَّأْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir.Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَۘ car mecruru تَبَرَّأْنَٓا fiiline mütealliktir.
Ta’liliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانُٓوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
اِيَّانَا يَعْبُدُونَ cümlesi كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir اِيَّانَا mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَعْبُدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَبَرَّأْنَٓا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi تبر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Sıla cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , fail olan الْقَوْلُ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Ayette geçen الْقَوْلُ (söz)'den maksat, Cenab-ı Hakk'ın, "Kesinlikle, cehennemi cin ve ins ile dolduracağım" (Secde, 13) hükmünün onlar hakkında gerçekleşmesidir. O halde, tabirinin anlamı, "o sözün gereği kendilerine hak ve vâcip oldu..." demektir. (Fahreddin er-Râzî)
الْقَوْلُ kelimesinde elif lamla marifeliğinin cins için olduğu açıktır (Âşûr)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ , sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle haberî isnad formunda geldiği halde dua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına kelam olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Müsnedin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir içindir.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)
Aleyhlerine hüküm sabit olan reisleri, onların ortakları olan şeytanlardır. Yahut onların, Allah'tan başka ilâh edindikleri, yani bütün emir ve yasaklarında itaat ettikleri reisleridir. Onların aleyhinde hükmün sabit olması, hükmün gereğinin sabit ve tahakkuk etmesi demektir. Bu söz, "Yemin olsun ki, cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım." ayeti ile diğer ceza vaatleri ayetleridir.Bu hüküm, onlara uyanlara da şamil olduğu halde, reislerinin bu hükme tahsis edilmesi, küfürde ve azabı hak etmekte asıl olmalarından dolayıdır. Nitekim bu, "Yemin olsun ki, senden ve sana uyanlardan cehennemi dolduracağını." ayetinden de anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اَغْوَيْنَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin haberi olan اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ cümlesinin mazi fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi, اَغْوَيْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. ما ’nın sılası olan غَوَيْنَا cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için mufassaldır.
اَغْوَيْنَاهُمْ - غَوَيْنَاۚ ve قَالَ - الْقَوْلُ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَغْوَيْنَاۚ - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَغْوَيْنَاهُمْ ifadesi haber, كَ mahzuf masdarın sıfatıdır. İfadenin takdiri şöyledir: اَغْوَيْنَاهُمْ فَغَوَوْ غَيَّا مِثْلَ مَا غَوَيْنَا yani onları azdırdık, onlar da tıpkı bizim azdığımız gibi bir azgınlık ile azdılar! Bununla şunu kastetmektedirler: Bizler, üzerimizdeki azdırıcı güçlerin baskı ve zorlamasıyla -yahut bu güçler bizi azgınlığa çağırarak, bunu bize cazip gösterdikleri için- değil, kendi tercihimizle azdık. (Keşşâf)
تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ
Fasılla gelen istînâf cümlesi, mekulü’l-kavle dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَبَرَّأْنَٓا fiili, لجأنا manasındadır. (Mahmud Sâfî)
مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden, menfi isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِيَّانَا , önemine binaen amili olan تَعْبُدُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
يَعْبُدُونَنا olarak değil de اِيَّانَا zamirin يَعْبُدُونَ fiiline takdimiyle gelen terkip, fasılaya rşayetle birlikte teberri’nin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)
Onlardan berî olduk sana döndük, onlardan ve heveslerine uyarak tercih ettikleri küfürden berî olduk. Bu da geçen cümleyi tespit etmektedir. Bunun içindir ki, atıf edatı almamıştır. [Onlar bize ibadet etmiyorlardı] cümlesi de böyledir. Yani bize ibadet etmiyorlardı, ancak kendi heva ve heveslerine ibadet ediyorlardı. مَا كَانُٓو 'daki مَا edatının masdariye olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)