وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَصْبَحَ | ve başladılar |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | تَمَنَّوْا | ve isteyenler |
|
4 | مَكَانَهُ | onun yerinde olmayı |
|
5 | بِالْأَمْسِ | dün |
|
6 | يَقُولُونَ | demeğe |
|
7 | وَيْكَأَنَّ | vay demek ki |
|
8 | اللَّهَ | Allah |
|
9 | يَبْسُطُ | bollaştırıyor |
|
10 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
11 | لِمَنْ | kimseye |
|
12 | يَشَاءُ | dilediği |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
15 | وَيَقْدِرُ | ve kısıyor |
|
16 | لَوْلَا | olmasaydı |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | مَنَّ | lutfetmesi |
|
19 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
20 | عَلَيْنَا | bize |
|
21 | لَخَسَفَ | yere batırırdı |
|
22 | بِنَا | bizi de |
|
23 | وَيْكَأَنَّهُ | demekki gerçekten |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يُفْلِحُ | iflah olmaz |
|
26 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
“Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz” ifadesi, suçluların yaptıklarından sorumlu olmayacakları veya onların hesapsız kitapsız cehenneme sürüklenecekleri anlamına gelmez. Bu ifade, söz konusu suçluların yapıp ettiklerinin suç ve günah olduğunun âşikâr olarak bilinmesi sebebiyle akıbetlerinin de bir felâket olduğunun apaçık gerçek olarak bilindiği anlamına gelmekte ve sarsıcı bir uyarı maksadı taşımaktadır.
Dünya hayatına düşkün olanlar Karun’un servet ve ihtişamını gördükçe onun şanslı bir insan olduğunu düşünüyor ve onun yerinde veya onun kadar zengin biri olmak istiyorlardı. İlim ve irfan sahibi kimseler ise onları kınayarak bu tür özentilerin yersiz olduğunu söylüyorlardı. Zira dünyadaki servet geçici, âhiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıydı (krş. Kehf 18/46; A‘lâ 87/16-17). 80. âyete göre âhirette bu nimetlere kavuşabilmek için iman, sâlih amel ve sabır sahibi olmak gerekmektedir.
Karun, evi barkı ve bütün servetiyle birlikte yerin dibine batırıldı. Daha önce onun ihtişamına imrenip özenenler bunu görünce söylediklerine pişman oldular ve Allah’ın verdiği rızka razı olmak gerektiğine, nankörlerin iflah olmayacaklarına kanaat getirdiler.
Karun kıssası, servet ve gücüne güvenerek, kendini imtiyazlı ve büyük görüp Allah’a isyan, insanlara karşı haksızlık eden ve bu suretle sınırı aşanlar için asırları aşıp gelen bir ibret tablosu, bir öğüt levhasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 246-247
Vey وي :
وَيْ kelimesi geçmiş bir olay üzerine yanıp yakılma, hüzün, pişmanlık duyma, keder, teessüf ve hayret etme manaları taşır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de edat olarak 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vay, eyvah ve vahdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْبَحَ nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has müşterek ism-i mevsûl اَصْبَحَ ’nın ismi olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَمَنَّوْا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَكَانَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur. بِالْاَمْسِ car mecruru تَمَنَّوْا fiiline mütealliktir.
يَقُولُونَ fiili اَصْبَحَ ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ’dır. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
وَيْ isim fiil أتعجب manasında muzari fiildir.
كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar.
اللّٰهَ lafza-i celâl كَاَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَبْسُطُ fiil cümlesi كَاَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْسُطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru mahzuf hale mutealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقْدِرُ atıf harfi و ‘la يَبْسُطُ fiiline matuftur.
اَصْبَحَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ
لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır.) şeklindedir.
مَنَّ fetha üzere mebni, mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْنَا car mecruru مَنَّ fiiline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. خَسَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِنَا car mecruru خَسَفَ fiiline mütealliktir.
وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
وَيْ kelimesi أتعجب manasında muzari isim fiildir.
Yapı itibariyle isim olan, mana itibariyle fiil kabul edilen kelimelerdir. Çekimleri yoktur. Fiil gibi amel ederler. (Fail ve mef’ûl alırlar.) Mazi, muzari ve emir manalı olarak gelebilirler.
Manayı fiillerin gelme sebebi; fiilden daha kuvvetli, daha şiddetli oldukları içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar. هُ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. يُفْلِحُ fiil cümlesi كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُفْلِحُ damme ile merfû muzari fiildir. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
يُفْلِحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târiz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ
Ayet önceki ayetteki …فَخَسَفْنَا بِه۪ cümlesine matuftur. Nakıs fiil اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nakıs fiil اَصْبَحَ ’nın ismi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nın sılası olan تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.
يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesi, اَصْبَحَ ’nın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ cümlesine dahil olan وَيْ kelimesi, أعجب manasında muzari isim fiildir.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
كَاَنَّ ’nin haberi olan يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşterek ismi mevsûl مَنْ, mecrur mahalde olup harf-i cerle birlikte يَبْسُطُ fiiline müteallıktır. Sıla cümlesi يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru, مَنْ mevsûlu için temyiz veya mukadder aid zamirin haline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâya aid zamire muzâf olan عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.
وَيَقْدِرُۚ cümlesi aynı üslupta gelerek …يَبْسُطُ الرِّزْقَ cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesiyle وَيَقْدِرُۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu iki cümle arasında ihtibâk sanatı vardır. İlk cümledeki الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ ifadesi ikinci cümlede hazf edilerek يَقْدِرُۚ fiili ile yetinilmiştir.
İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 82)
يَبْسُطُ - يَقْدِرُۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ [Dün onların yerinde olmayı temenni ederler…] cümlesinde kinaye vardır. Yüce Allah, dün kelimesini yakın geçmiş zamandan kinaye olarak kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Ayetteki, “وَيْ, demek ki…” deyimine gelince bil ki وَيْ kelimesi, كأن ’den ayrı bir kelime olup hatayı görmek ve pişmanlığı ifade için kullanılan bir kelimedir. Binaenaleyh onlar, “Ne olurdu, Karun'a verilen servet gibi bizim de malımız olsaydı.” (Kasas Suresi, 79) deyip sonra onun yere batırıldığını görünce, hatalarını anlayıp önce “وَيْ”, dediler; sonra da “Demek ki Allah, kullarından kimi dilerse ona ikram olsun diye değil, ilâhi irade, hikmetine göre onun rızkını genişletiyor, dilediğinin de onu hor ve hakir kılmak için değil, aksine onu denemek, imtihan etmek için hikmeti ve kazası gereği rızkını daraltıyor.” dediler. (Fahreddin er-Râzî)
الأمْسُ kelimesi mecaz-ı mürsel yoluyla mutlak geçmiş zaman için kullanılmıştır. مَكانُ kelimesi de mecazen sahibinde yerleşmiş bir hal için kullanılmıştır. (Âşûr)
لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ
Mekulü’l-kavle dahil olan istînâf cümlesidir. Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır.
اَنْ ve akabindeki مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا cümlesi masdar teviliyle mübtedadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
لَ , şartın cevabının başına gelen harftir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَخَسَفَ بِنَاۜ cümlesi, şartın cevabıdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا , şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Lafza-i celâlin zamir makamında zahir olarak tekrar zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
İstînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümlede وَيْ fiili, أعجب manasında muzari isim fiildir.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin ismi هُ /hu şan zamiridir.
كَاَنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri MeânÎ İlmi)
الْكَافِرُونَ۟, ism-i fail kalıbında gelmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Ayette وَيْ taaccüp fiilinin tekrarı mütekellimin şaşkınlık ve pişmanlığının fazlalığına işaret etmektedir.
وَيْكَاَنَّ tekrarında ıtnâb, مَنَّ - مَنْ ve مِنْ kelimeleri arasında cinas vardır.
يُفْلِحُ - خَسَفَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Kûfelilere göre وَيْكَ kelimesi وَيْلكَ anlamında olup “Kâfirlerin asla felah bulamadığını bilmiyor musun!” demektir. كَ ’nin وَيْ kelimesine katılmış hitap harfi olması da mümkündür. اَنَّهُ ifadesi لانه manasında olmaktadır. ويلك ’deki ل , bu sözün kimin için söylendiğini beyan eder; zira وَىْ (vay be, vah) denilince “Kime?” diye sorulmakta; muhatap da “Sana dedi” demektedir. Ya da bu ifade “Kâfirler felah bulamaz, bu böyledir; işte Karun yere batırılmış!” demektir. Kisâî gibi bazıları وَىْ üzerinde vakfedip كَاَنَّهُ ’dan başlarken Ebu Amr gibi ويلك üzerinde vakfedenler de vardır. (Keşşâf)