Ankebût Sûresi 23. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
3 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَلِقَائِهِ ve O’nunla buluşmayı ل ق ي
6 أُولَٰئِكَ işte onlar
7 يَئِسُوا ümidi kesmişlerdir ي ا س
8 مِنْ -den
9 رَحْمَتِي benim rahmetim- ر ح م
10 وَأُولَٰئِكَ ve işte
11 لَهُمْ onlar için vardır
12 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
13 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 

Bu bölümün, Hz. İbrâhim ve onun halkıyla ilgili önceki âyetlerin devamı sayılabileceği gibi –bir tür parantez içi ifadesi olarak– Hz. Peygamber ve onun kavmiyle ilgili olabileceği de belirtilmektedir. Her iki durumda da önemli olan, varlığı, oluşu ve hayatı başlatanın da devam ettirenin de Allah olduğunun ortaya konmasıdır. Bu gerçeğin “... görmezler mi?” şeklinde soru ifadesiyle dile getirilmesi ise insanın duyu ve zihin imkânlarını kullanmasının gerekliğine işaret etmektedir. Ayrıca sağlıklı bir şekilde incelenip üzerinde düşünüldüğünde varlığın arkasındaki hikmeti, planı ve o planın sahibini anlama imkânının elde edilebileceğine de işaret vardır. Bu yaratılış olgusunun hatırlatılmasında, –Kur’an’da değişik vesilelerle sık sık altı çizildiği gibi– aynı yaratıcı kudretin âhiret denilen ikinci hayatı gerçekleştirmeye de muktedir olduğuna bir ima bulunmaktadır.

19. âyeti şu şekilde anlayanlar da vardır: “Görmez mi onlar, Allah varlığı ilk baştan nasıl yoktan yaratıyor? Sonra O, yaratılışı tekrar gerçekleştirecektir.” Bu yoruma göre önce evrendeki sürekli yaratılış hatırlatılmakta, ardından da âhiret hayatının başlangıcı olmak üzere ikinci yaratılışın gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir. İlk yaratılışın geniş zaman (muzâri) fiiliyle zikredilmesi bu yaratılışın sürekliliğine işaret eder (bk. Kurtubî, XIII, 349; İbn Âşûr, XX, 228). Ancak âyetin bütününde dünyadaki yaratılışa, bu yaratılışın sürekliliğine dikkat çekildiği şeklindeki görüş daha isabetli görünmektedir. 20. âyette ise hem dünyadaki yaratma hem de dünya hayatının sona ermesinin ardından ikinci hayat için diriltme söz konusu edilmiş; ilk yaratma, ikinci yaratmanın mümkün olduğuna delil olarak gösterilmiştir (Taberî, XX, 138-139). 21. âyette ikinci yaratılışın yani âhiret hayatının gerçekleşme sebebi dolaylı bir ifadeyle belirtilmiştir ki bu da Allah’ın dilediğine azap etmesi, dilediğine de merhametiyle muamele edip azaptan esirgemesidir. Kuşkusuz Allah, adalet ve hikmet sahibi olduğu için, dünya hayatını inkâr ve isyanla geçirenleri cezaya çarptıracak, iman ve itaatle geçirenleri de azaptan koruyup lutuf ve merhametiyle onlara ikramda bulunacaktır. Nitekim 23. âyet, ilâhî rahmetin ve cezanın adalet temeline dayandığına dikkat çekmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 263-264
 

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي 

 

وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 لِقَٓائِه۪ٓ  car mecruru atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَـئِسُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ رَحْمَت۪ي  car mecruru  يَـئِسُوا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Mübteda konumundaki mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  izafeti, ayetlerin tazim ve tekrimi içindir. 

Ayetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

Bu ayetler, kıyametteki dirilmeye delâlet eden ilk yaratma ile ahiret hayatını bildiren ayetleri de öncelikle kapsayan geniş bir mana ifade etmektedir. Bu ayetleri, Allah'ın vahdaniyet delillerine tahsis etmek ise bu makama münasip düşmez. (Ebüssuûd)

لِقَٓائِه۪ٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓائِ  şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesi mübtedanın haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ismi işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  ile marife oluşu işaret edilenleri tahkir ve kınamak içindir.

Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  ayetinde müşriklerin Allah’ın rahmetinden ümit kesmelerinin mazi fiil ile haber verilmesi, vuku bulacak olan bu durumun kesin olarak gerçekleşeceğine dikkat çekmek içindir. Mana ise: “Onlar, kesinlikle Allah’ın rahmetinden ümit keseceklerdir” şeklindedir. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَحْمَت۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَت۪  tazim edilmiştir.

اللّٰهِ - رَحْمَت۪ي  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Zemahşerî ِAnkebût Suresinin 20-23. ayetlerinin, İbrahim’in (a.s.) sözlerinin bir parçası olabileceği gibi, ikinci bir ihtimalle itirazî cümleler de olmaya elverişli olduğunu kaydeder. Müfessir bu görüşüyle itirazî cümlelerin sadece bir cümle veya ayet değil, cümleler dizisi şeklinde gelebileceğini de belirtmiş olmaktadır. 

Zemahşerî İbrahim kıssasının ana metin içinde itirazî olacak şekilde zikredilmesini; küfür ve şirkin inkâr üzerine kurulması, Kureyş’in risaleti kabul etmeyişlerinin inkâr tarihinin tekerrüründen ibaret olması ve böylece Peygamber Efendimizin yaşadıklarından ötürü teselli edilmesi ile gerekçelendirir. Bütün bu anlatımlar, genel çerçevede Allah’ın birliği, kudreti ve delilleri ile şirkin çürük yapısını nitelemeye matuftur. Bu çift yönlü ilişki, itirazî ayetlerle ana ayet grubu arasında derin bir bağ oluşturur. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları) 18-23 ayetleri arasındaki bölümün istitrat olduğu da söylenmiştir.

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ’la  اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder.

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ nin tekrarı o kimselerin ne aşağılık ve kötü kimseler olduklarını ve azabı hak ettiklerini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ınâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cenab-ı Hakk, rahmetten bahsedince, onu kendisine nispet ederek  مِنْ رَحْمَت۪ي [Benim rahmetimden…] demiş, azaptan bahsedince onu kendisine nispet etmemiştir. Bunun sebebi, rahmetinin azabını geçmiş olması ve bir de kullarına, rahmetinin onları kuşattığını ve o rahmetin kendisinden ayrılmazlığını bildirmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)