اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَرَوْا | görmediler mi? |
|
3 | أَنَّا | biz |
|
4 | جَعَلْنَا | (Mekke’yi) kıldık |
|
5 | حَرَمًا | dokunulmaz |
|
6 | امِنًا | güvenli |
|
7 | وَيُتَخَطَّفُ | kaçırılırken |
|
8 | النَّاسُ | insanlar |
|
9 | مِنْ | -nden |
|
10 | حَوْلِهِمْ | çevreleri- |
|
11 | أَفَبِالْبَاطِلِ | hâlâ batıla mı? |
|
12 | يُؤْمِنُونَ | inanıyorlar |
|
13 | وَبِنِعْمَةِ | ve ni’metine |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | يَكْفُرُونَ | nankörlük ediyorlar |
|
İslâm hâkimiyetinden önce Arap yarımadasında can ve mal emniyeti yoktu; insanlar öldürülür veya yurtlarından yuvalarından koparılıp sürülür, malları yağmalanırdı. Buna karşılık içinde kutsal Kâbe’nin bulunması sebebiyle Mekke şehri bir güvenlik merkezi olarak kabul edilir, Kureyş sûresinde de bildirildiği gibi Mekkeliler çevredeki Arap topluluklarından saygı görür, bu sayede daha güvenli bir hayat yaşarlardı. 67. âyette bu durum, Allah’ın Mekkeliler’e bir lutfu olarak gösterilmekte; bir tehlike ile yüz yüze geldiklerinde Allah’ı hatırlarken, güvenlik ortamına kavuşunca yine bâtıl inançlarına dönmelerinin bir nankörlük olduğuna işaret edilmektedir. 68. âyette ise onların uydurma tanrılar ihdas ederek bunları Allah’a ortak koşmaları, Allah’ın gönderdiği hakikati yani Peygamber’i ve vahyi inkâr etmeleri bir zulüm olarak değerlendirilmiştir. Adaletin zıddı olan zulüm teriminin asıl anlamı, “birine hak ettiği şeyi vermemek, onun hakkı olan şeyi başkasına vermek” demektir. Buna göre tanrılık yalnızca Allah’a ait olduğu halde O’ndan başkasına tanrılık isnat ederek Allah’a gösterilmesi gereken saygıyı ona göstermek bir zulümdür, haksızlıktır. Nitekim Lokmân sûresinde (31/13) “O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır (zulümdür)” buyurulmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 286اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ
Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا ولم يروا (Gafil mi oldular ve görmediler?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel يَرَوْا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَرَوْا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَّا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَعَلْنَا حَرَماً cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. حَرَماً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. İlk mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, بلدهم أو مكّة (Onların beldesi veya Mekke) şeklindedir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمِناً kelimesi حَرَماً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. يُتَخَطَّفُ النَّاسُ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُتَخَطَّفُ merfû meçhul muzari fiildir. النَّاسُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. مِنْ حَوْلِ car mecruru يُتَخَطَّفُ fiiline mütealliktir.
يُتَخَطَّفُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خطف ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ
Hemze istifhâm harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْبَاطِلِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِنِعْمَةِ car mecruru يَكْفُرُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَكْفُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ
Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri, أغفلوا (gaflet mi ettiler?) şeklindedir.
İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. (Âşûr)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ettirme ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mütekellim Allah Teala olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً cümlesi, masdar teviliyle لَمْ يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ’nin haberi olan جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
حَرَماً için sıfat olan اٰمِناً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَرَوْا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ cümlesi, haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُتَخَطَّفُ - اٰمِناً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Sulasisi خطف olan يُتَخَطَّفُ fiili, تفعّل babındadır. أمن الحرام ifadesinde istiare vardır ki, tam olarak bir önceki örnekte geçen istiâre anlamındadır. Çünkü saygın yerin (el-Harem) gerçek anlamda güvende olma (ألأمن) ile nitelenmesi doğru olmaz; ancak oradaki insanlar güven içinde olurlar. Güven halinin kesintisiz ve sürekli olmasından, mekânlar içinde sadece Harem-i Şerif’in bu özelliği taşımasından dolayı, onun mübalağalı tarzda güvende olma ile nitelenmesi güzel düşmüştür. Mekân güvende olmaz, onun içindeki insanlar güvende ve korkusuz olur. Gerçekte güvende olan insanlar iken mekânın böyle olduğunun ifadesi, Mekâniyye ilgisi ile aklî/isnadi mecâz olur. Bu isnâdi/aklî mecazın abartılı ve vurgulu anlatım bildirilmesinin sırrı, sanki mekân ve zarf olarak (Harem’i dolduran tek şey emniyettir) şeklinde bir anlam çağrıştırmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ
فَ ile لَمْ يَرَوْا cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşaî olmak bakımından ittifak vardır.
Hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İnkârî istifham içeren ifadelerdeki belâgî kuvvet, menfi ifadelerde yoktur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالْبَاطِلِ car mecruru, siyaktaki önemine binaen âmili olan يُؤْمِنُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَۙ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında fiil cümlesi olmak yönünden (lafzen) ve inşâ bakımından (manen) ittifak mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِنِعْمَةِ اللّٰهِ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan يَكْفُرُونَ ’ye, takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastıyla gelen بِنِعْمَةِ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ ismine muzâf olan نِعْمَةِ , tazim edilmiştir.
اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ - وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يُؤْمِنُونَ - يَكْفُرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اٰمِناً - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Her iki cümledeki fiiller muzari sıygada gelmiştir.
Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُؤْمِنُونَ - يَكْفُرُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)