كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَدَأْبِ | durumu gibi |
|
2 | الِ | ailesinin |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan önceki |
|
7 | كَذَّبُوا | onlar da yalanladılar |
|
8 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
9 | فَأَخَذَهُمُ | onları yakaladı |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyla |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | شَدِيدُ | çetindir |
|
14 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Riyazus Salihin, 429 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.” Müslim, Münâfıkîn 57
Bir rivâyete göre de (Müslim, Münâfıkîn 56) Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”
Kede’bi ifadesinde de’b (دأب) dolaşmaya devam etmek demektir. Sürekli bir şekil üzere devam eden için de kullanılır. Ayette mana, ‘Firavun ehlinin alışageldiği gibi’ dir. (Müfredat)
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
كَدَأْبِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri دأبهم (Onların durumu, hali) şeklindedir. اٰلِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyhtir. فِرْعَوْنَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ‘la اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الداب kelimesi دَاَبَ fiilinin masdarıdır. İnsan bir işte çok çabaladığı zaman دَاَبَ فِي الْعَمَلِ denilir. Burada bu kelime, insanın içerisinde bulunduğu hal ve durum manasında kullanılmıştır. (Keşşâf)
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِذُنُوبِ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدُ haberdir. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ
Ayet istînâf cümlesidir. Car mecrur كَدَأْبِ mukadder mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; دأبهم (Onların durumu, hali) şeklindedir. اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ’ye matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Fasılla gelen كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ cümlesinde fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki teşbih temsîlîdir.
بِاٰيَاتِنَاۚ izafeti ayetlere şan ve şeref ifade eder.
دَأْبِا kelimesi دَأب fiilinin masdarıdır. İnsan bir işte çok çabaladığı zaman دئب في العمل denilir. Burada bu kelime, insanın içerisinde bulunduğu hal ve durum manasında kullanılmıştır. Başındaki كَ mahallen merfû‘dur, anlam; [bu kâfirlerin hali, tıpkı kendilerinden önceki Firavun hanedanı ve diğerlerinin hali gibidir] şeklindedir. كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ [ayetlerimizi yalanladılar] ifadesi, onların hallerinin yani yaptıklarının ve başlarına gelenlerin izahı olup hallerine dair farazî bir sorunun cevabı şeklindedir. (Keşşâf)
Bunlar Firavun’un ailesi değil de daha çok çetesidir. Dalkavuklar, ileri gelenler vs. Tabir olarak اٰلِ , yani ailesi buyurulması çok yakın olduklarını gösterir.
.
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
فَ istînafiyedir. Müsbet fiil cümlesi sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin lafza-ı celâlle marife oluşu, kalplere korku salmak amacına matuftur.
بِذُنُوبِهِم ibaresine dahil olan بِ harfi sebebiyet bildirir.
Önce ‘biz’, daha sonra ‘Allah’ buyurulmasında iltifat sanatı vardır. لفت , döndü demektir. Bu sanatta aynı konudan bahsedilirken zamir değişir.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir. Ayetin isim cümlesi formunda gelen bu son cümlesinde müsnedin, izafetle gelmesiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهَ lafzı ayette iki defa zikredilmiştir. Lafzâ-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuf tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah cezası şiddetli olandır. عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada cümlede en önemli unsur ne ise, onu öne geçirme isteği vardır.