لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسُوا | (ama) hepsi değildir |
|
2 | سَوَاءً | aynı |
|
3 | مِنْ | -nden |
|
4 | أَهْلِ | ehli- |
|
5 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
6 | أُمَّةٌ | bir topluluk vardır |
|
7 | قَائِمَةٌ | ayakta duran |
|
8 | يَتْلُونَ | okuyarak |
|
9 | ايَاتِ | ayetlerini |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | انَاءَ | saatlerinde |
|
12 | اللَّيْلِ | gece |
|
13 | وَهُمْ | ve onlar |
|
14 | يَسْجُدُونَ | secdeye kapanırlar |
|
Eneye أني :
أنَى fiili olgunlaşmak, olmak, ermek; temkinli olmak; gecikmek, ağır davranmak, yavaş olmak anlamlarına gelir.
أنا sözcüğü kendinden söz eden kişinin yerini tutan (birinci şahıs) zamirdir.
Bu köke ait tefâul babındaki تَأنَّى fiili bir kimsenin bir işi ya da hareketi acele etmeden temkinli ve ağırbaşlı yani teenî içinde yapması anlamına gelir. Teennî تَأنِّي vakarlı, temkinli davranan kişinin hal ve tutumunu anlatır.
آناءَ اللَّيْلِ gecenin saatleri demektir. Tekili إنْيٌ، إناً، أناً şeklindedir. أنَى ve ِآن الشَّيْء zamanı yaklaştı manasındadır.
أنَى maddesindeki asli anlam; varmak, ulaşmak ve vaktin ermesidir. Bu mana geldiği muhtelif yerlere göre farklılık arz eder. Mesela hararetin şiddetini arttırdığı vakte erince, gece saatlerine ulaştığında, hilm ve itmi'nan mertebesine ulaştığında, durumdan istifade vaktine erişince, taama ulaşıp onu yeme vaktinin gelişi gibi... Kullanıldığı tüm yerlerde konusuna bağlı ulaşıp varmak ve vakit kaydı bulunmaktadır.
Son olarak إناءٌ içine bir şey konan kaptır ve çoğulu آنِيَةٌ şeklindedir. (Müfredat-Dağarcık-Tahqiq-Bursevî)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 36 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri teennî ve andır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ
Fiil cümlesidir. لَيْسُوا nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. سَوَٓاءً kelimesi لَيْسُوا ’nun haberidir.
لَيْسُوا سَوَٓاءً [Hepsi aynı değildir.] cümlesindeki zamir ehl-i kitaba raci olup ehl-i kitap tamamen aynı değildir anlamındadır. مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ [Ehl-i kitabın içinde … dosdoğru bir topluluk da vardır.] cümlesi, لَيْسُوا سَوَٓاءً [Hepsi aynı değildir.] cümlesini açıklamak üzere söylenmiş yeni bir cümledir. تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ [Marûfu emredersiniz.] ifadesi, كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ [En hayırlı ümmetsiniz.] (Âl-i İmran Suresi, 110) cümlesini açıklamak üzere yeni bir cümle olarak kurulduğu gibi. (Keşşâf)
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
مِنْ اَهْلِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اُمَّةٌ muahhar mübtedadır. قَٓائِمَةٌ ise اُمَّةٌ ’un sıfatıdır.
قَٓائِمَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan قوم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتْلُونَ fiili اُمَّةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَتْلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰنَٓاءَ zaman zarfı يَتْلُونَ fiiline müteallıktır. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَسْجُدُونَ۠ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَسْجُدُونَ۠ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
İstînâf cümlesidir. لَيْس ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fasılla gelen istînâf cümlesi …مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ’de isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قَٓائِمَةٌ muahhar mübteda olan اُمَّةٌ için sıfattır.
اُمَّةٌ’deki tenvin tazim içindir.
… يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi اُمَّةٌ’ün ikinci sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, bu işin yenilenerek devam ettiğini ifade eden bir fiil cümlesidir.
Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, اللّٰهِ ismine muzâf olması sebebiyle ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
Ayetin sonunda hal وَ’ıyla gelen وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi ve dikkati uyarılır. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
ءَانآءَ; kelimesi إنْي veya أنْي kelimesinin çoğulu olup ‘zaman, süre’ demektir.
Müminlerin iyiliklerini saymak için bir hazırlıktır ve daha önce 110. ayette geçen [İçlerinden iman edenler de var.] ayetini de hatırlatır.
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ [Hepsi aynı değildir.] cümlesindeki zamir ehl-i kitaba raci olup ‘’ehl-i kitap tamamen aynı değildir’’ anlamındadır. مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ [Ehl-i kitabın içinde … dosdoğru bir topluluk da vardır.] cümlesi, “Hepsi aynı değildir.” cümlesini açıklamak üzere söylenmiş yeni bir cümledir. [Marûfu emredersiniz.] ifadesi, [En hayırlı ümmetsiniz. (Âl-i İmran Suresi, 110)] cümlesini açıklamak üzere yeni bir cümle olarak kurulduğu gibi. (Keşşâf)
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ [Ehl-i kitabın içinde … dosdoğru bir topluluk da vardır.] cümlesi; bu ümmetin önemi sebebiyle izmar makamında izhar olarak gelmiş bir cümledir. Burada ümmetten maksat bir gruptur. (Âşûr)
Bu namazın teheccüd veya yatsı namazı olduğu söylenmiştir. (Ebüssuûd)
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ [Ehli kitaptan bir grup vardır.] ifadesinde devamlılık ifade etmesi için isim cümlesi kullanılmıştır. Bundan sonra gelen يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ [Allah’ın ayetlerini okurlar.] cümlesinde ise teceddüt (fiilin yenilenmesi) ifade etmesi için muzari sıygası kullanılmıştır. يَسْجُدُونَ۠ fiilinde de durum aynıdır. (Safvetü’t Tefasir)
Bu istînâf cümlesi ehli kitaptan bir grubun insafını, yani doğruluğunu anlatmak için gelmiştir. مِنهُمُ المُؤْمِنُونَ وأكْثَرُهُمُ الفاسِقُونَ şeklinde çoğunluğu hakkında umumi olarak bir hüküm verdikten sonra bu hükmü tekid eder.(Âşûr)
وهم يَسْجُدُونَ cümlesi haldir. Geceleyin kitaplarının tilavetiyle teheccüd kılarlar demektir. Secde durumları kitaplarının tilavetiyle kayıtlanmıştır. Bu üslup; teheccüd yaparlar denilmesinden daha açık ve nettir. Çünkü eylemlerinin şeklini gösterir. (Âşûr)
اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ tabirinin manası, “dosdoğru, adil, müstakim” demektir. Bu senin, “dosdoğru, dümdüz oldu” manasında olmak üzere أٌقَمْتُ العُودَفَقَامَ “Çubuğu doğrulttum, o da doğruldu, dümdüz oldu.” tabirinden alınmıştır. Bu söz de Hak Teâlâ’nın, “Siz en hayırlı bir ümmetsiniz.” buyruğunun bir izahı gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ [Gece saatlerinde Allah’ın ayetlerini okurlar.]
Bu ifade hakkında da birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele: O’nun يَتْلُونَ (okuyorlar) ve يُؤْمِنُونَ (iman ediyorlar) kelimeleri اُمَِّةٌ (ümmet) kelimesinin sıfatı olduğu için mahallen merfûdurlar. Yani “kâim, okuyan ve iman eden bir topluluk” demektir.
İkinci Mesele: “Tilavet”, okumak demektir. Kelimenin aslı, “peşinden getirmek” anlamındadır. Buna göre tilavet sanki bir lafzı başka bir lafza eklemek, bitiştirmek demektir.
Üçüncü Mesele: Bu ifadede geçen اٰيَاتِ اللّٰهِ “Allah’ın ayetleri” tabiriyle bazen Kur’an’ın ayetleri bazen de Cenab-ı Hakk’ın zatına ve sıfatlarına delalet eden çeşitli varlıklar murad edilir. Burada ise birinci mana kastedilmiştir.
Dördüncü Mesele: Bu kelamda geçen آنَاءَ اللَّيْلِ “gecenin saatleri” tabirinin Arapçada aslı, “akitler ve saatler” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
لَيْسُوا سَوَٓاءً “Hepsi bir değildir.” Bu cümle müminlerin iyiliklerini saymak için bir hazırlık ve daha önce geçen “İçlerinden iman edenler de var.” (Al-i İmran Suresi, 110) ayeti için de bir hatırlatma mahiyetindedir.
الْكِتَابِ kelimesinin zamir ile ifadesi mümkün iken zahir olarak zikri, iki fırka arasındaki müşterek noktayı (ikisine de ehl-i kitap dendiğini) belirtmek ve ehl-i kitaptan bu mümin topluluğun, onların rezillerinden değil bilakis kitaptan kendilerine büyük bir nasip verilmiş bahtiyar insanlardan olduklarını zımnen bildirmek içindir.
Namazda Kur’an ayetlerinin tilavet edildiği kesin olarak bilindiği halde “يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ Onlar Allah’ınayetlerini okurlar.” buyurulması, iki ehl-i kitap arasındaki farkı daha ziyade belirtmek ve bu bahtiyar fırka ile ondan önce küfürle vasıflandırılan bedbaht fırkanın bir olmadıklarını açıklamak içindir. Zaten bu sıfatın iman sıfatından önce zikredilmesinin sırrı da budur. (Ebüssuûd)