Âl-i İmrân Sûresi 126. Ayet

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ  ...

Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 جَعَلَهُ onu yapmaz ج ع ل
3 اللَّهُ Allah
4 إِلَّا ancak (yapar)
5 بُشْرَىٰ müjde olsun diye ب ش ر
6 لَكُمْ size
7 وَلِتَطْمَئِنَّ ve güven bulsun diye ط م ن
8 قُلُوبُكُمْ kalbleriniz ق ل ب
9 بِهِ bununla
10 وَمَا ve yoktur
11 النَّصْرُ yardım ن ص ر
12 إِلَّا ancak( vardır)
13 مِنْ
14 عِنْدِ katında ع ن د
15 اللَّهِ Allah
16 الْعَزِيزِ daima galib ع ز ز
17 الْحَكِيمِ hüküm ve hikmet sahibi ح ك م
 

Bunun için buyuruluyor ki: Vuku bulan ve vaad edilen bu yardımı Allah, sırf müminlere bir müjde olmak ve kalplerini yatıştırmak için yapmıştır. Böyle bir yardım ve hatta genelde gerçek yardım ise, ancak aziz (üstün) ve hakim (hikmetli) olan Allah katındandır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

 

 

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ 


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

 اِلَّا  hasr edatıdır.  بُشْرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.  لَكُمْ  car mecruru  بُشْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır.  بُشْرٰى  kelimesindeki  ى  harfi kelimenin aslından olmadığı için gayri munsarif olup tenvin almaz.

Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  تَطْمَئِنَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

 اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte zikredilen  جَعَلَ  fiilinin delaletiyle mahzuf fiile müteallıktır.  قُلُوبُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِه۪  car mecruru  قُلُوبُكُمْ ’un mahzuf haline veya  تَطْمَئِنَّ  fiiline müteallıktır.

تَطْمَئِنَّ  fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir hemze  ا  sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan  افْعَلَلَّ  fiillerindendir.  

         

 وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  النَّصْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

 اِلَّا  hasr edatıdır.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

 اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.  الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  lafızları  اللّٰهِ  lafza-i celâlin iki sıfatıdır.

 عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Olumsuz mazi fiilden sonra gelen  اِلَّا , hasr edatıdır.

Nefy harfi  مَا  ve hasr edatı  اِلَّا  sebebiyle oluşan kasr, cümleyi olumlu manaya çevirerek tekid etmiştir. Menfi fiil cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır.

لِتَطْمَئِنَّ  cümlesine dahil olan لِ , cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  جَعَلَهُ  fiiline müteallıktır. Faide-i  haber talebî kelamdır. 

بُشْرٰى 'dan sonra mana anlaşılmasına rağmen  لَكُمْ  ibaresi açıkça zikredilerek bunun Allah Teâlâ'nın müminlere bir ikramı olduğuna delalet edilmiştir. (Âşûr)

 

 وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi  isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.   مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  mahzuf habere müteallıktır.

لَا  ve  إِلَّا  ile kasr meydana gelmiştir. Mübteda olan  النَّصْرُ  maksûr/mevsuf,  mahzuf haber maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

عِنْدِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde  tecrîd sanatı vardır. Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak için zikredilen Allah isminin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Lafza-i celâlin iki sıfatı olan  الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِۙ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

النَّصْرُ  ve  بُشْرٰى  arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  [Nusret ancak Allah'tandır] cümlesinde 'Allah' açık isminin tekrar zikredilmesi, zihne yerleştirmek içindir. Kasr-ı ifraddır, yani meleklerin kendi başlarına size yardıma geleceklerini sanmayın, size yardım vaad edenlere güvenmeyin, kendi gücünüze, silahınıza da bağlanmayın. Yardım ancak Allah'tandır. O yardım etmezse bu sebeplerin hiçbiri işe yaramaz. Lâzım; zafer ancak Allah'tandır. Melzûmu; O'na dayanıp güvenin, sadece O'na teveccüh edin. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ  ibaresindeki zamir  اَنْ يُمِدَّكُمْ  ifadesine râci olup “Allah bu melek yardımını size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı” anlamındadır. Nitekim İsrailoğullarına indirdiği sükûnet de zafer müjdesi olması ve kalplerinin yatışması için olmuştu. [Yoksa zafer yalnızca Azîz, Hakîm Allah’ın katındandır]  sayısı çok olan savaşçılar, melekler ve sükûnet sebebiyle değildir; sükûnet ve melekler, Allah’ın kişinin zafer ve rahmet ümidini artırdığı, mücahitleri yüreklendirdiği vesilelerdir. ‘Azîz, yani hükmüne karşı konulamaz; Hakîm, gördüğü maslahata göre zafer bahşeder veya etmez, demektir. (Keşşâf)