Âl-i İmrân Sûresi 163. Ayet

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟  ...

Onlar (insanlar) Allah’ın katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُمْ O(insa)nlar
2 دَرَجَاتٌ derece derecedirler د ر ج
3 عِنْدَ katında ع ن د
4 اللَّهِ Allah
5 وَاللَّهُ Allah
6 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر
7 بِمَا şeyleri
8 يَعْمَلُونَ onların yaptıkları ع م ل
 

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ 


İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  دَرَجَاتٌ  haberdir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  ذوو درجات (Dereceler sahibidirler) şeklindedir.

عِنْدَ  mekân zarfı,  دَرَجَاتٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  


وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟


İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  بَص۪يرٌ  haberdir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  بَص۪يرٌ  kelimesine müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  يَعْمَلُونَ۟  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَعْمَلُونَ۟  muzari fiildir.  نَ۟ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ


Müstenefe olan cümle fasılla gelmiştir. İsim  cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عِنْدَ اللّٰهِۜ  izafeti  عِنْدَ ‘nin şanı içindir.

دَرَجَاتٌ  ifadesinde istiare vardır. Çünkü insan derece değildir. Bununla anlatılmak istenen, onların Allah katında farklı derecelere sahip olduklarıdır. Nitekim müminin derecesi yüksek, kâfirin derecesi de düşüktür. (Şerif er-Radi / Kur’an Mecazları) 

هُمْ دَرَجَاتٌ  cümlesinde muzâf hazfedilmiştir. Yani, "Onlar farklı derecelere sahiptirler" demektir. Müminin derecesi yüksek; kâfirin derecesi alçaktır.

[Onlar derecelerdir] manasında sebebe isnad yapılmıştır. Veya “Onlar için, Allah katında dereceler vardır" şeklindedir. Amellerinin farklı oluşu onları, zatları bakımından da farklı kılmıştır. Bu mecazî ifade, hakiki ifadeden daha beliğdir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’ân)

 

وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟


وَ ’la gelen  وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟  cümlesi de müstenefedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

[Yaptıklarınızı görür] ifadesi, lâzım-melzûm alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir. 

مَا  ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesi olan  يَعْمَلُونَ۟  muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder.

[Allah yaptıklarını görür] tevcihtir. İyi kulların yaptığı hayırlı işleri görür, sevap verir. Şakî kulların yaptıklarını görür, cezasını verir. Allahu Teâlâ yapılan, yapılmayan herşeyi görür. Özellikle [Yaptıklarını görür] buyurulması tağlibtir. İnsanın hareketlerine dikkat etmesi gerektiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)