لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun ki |
|
2 | مَنَّ | lutufta bulundu |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | عَلَى | karşı |
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
6 | إِذْ |
|
|
7 | بَعَثَ | göndermekle |
|
8 | فِيهِمْ | kendilerine |
|
9 | رَسُولًا | bir elçi |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | أَنْفُسِهِمْ | kendi içlerinden |
|
12 | يَتْلُو | okuyan |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
14 | ايَاتِهِ | (Allah’ın) ayetlerini |
|
15 | وَيُزَكِّيهِمْ | ve kendilerini yücelten |
|
16 | وَيُعَلِّمُهُمُ | ve kendilerine öğreten |
|
17 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
18 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
19 | وَإِنْ |
|
|
20 | كَانُوا | bulunuyorlarken |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلُ | daha önce |
|
23 | لَفِي | içinde |
|
24 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
25 | مُبِينٍ | açık |
|
"Andolsun ki Allah, müminlere, kendilerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur." Bu, ne büyük bir ilâhî lütuftur. Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan ve âlemlere halis ilâhî rahmet olan böyle yüksek şanlı bir Peygamber'in ümmeti olan ve özellikle sohbet ve arkadaşlık şerefiyle şereflenmiş bulunan müminlere ne mutlu! Öyle bir Rasûl ki onlara vahyi anlatarak Allah'ın âyetlerini okur, ilâhî bilgilere ulaştırır ve bakış güçlerini terbiye eder. Onları ıslah ve tasfiye eder de amelî kuvvetlerini, ahlâklarını tamamlatır (kemale erdirir), onlara kitabı ve hikmeti öğreterek Allah'a adamaya yükseltir. Kitap, şeriatin zahir durumlarına, hikmet de onun güzelliklerine ve Allah bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. مَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru مَنَّ fiiline müteallıktır.
الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
اِذْ zaman zarfı, مَنَّ fiiline müteallıktır. بَعَثَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪يهِمْ car mecruru بَعَثَ fiiline müteallıktır. رَسُولًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ اَنْفُسِهِمْ car mecruru رَسُولًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ cümlesi رَسُولًا ’in hali olarak mahallen mansubtur veya sıfatıdır.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline müteallıktır. يَتْلُوا mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اٰيَاتِه۪ kelimesi يَتْلُوا fiilinin mef’ûludur.
Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُزَكّ۪يهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir. يُزَكّ۪يهِمْ mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ cümlesi atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir.
يُعَلِّمُ fiili merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ise ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحِكْمَةَ kelimesi الْكِتَابَ kelimesine matuftur.
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
وَ haliyyedir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. قَبْلُ kelimesinin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
كَانَ ’nin haberine dâhil olan لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانُوا ‘ nun mahzuf haberine müteallıktır.
مُب۪ينٍ ise ضَلَالٍ sıfatıdır.
اِنْ كَانُوا ‘daki اِنْ harfi, اِنَّ ‘ nin şeddesiz halidir. لَف۪ي ‘deki لَ ise bu şeddesiz اِنْ’in olumsuzluk edatı olmadığını ifade etmek içindir. Yani, halbuki daha önce mutlak bir sapıklık içindeydiler demektir. (Keşşâf)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır. Ayette kasem cümlesinin mahzuf oluşundan dolayı îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş …لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, kasemin cevabıdır. Müspet fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ cümlesi, مَنَّ fiiline müteallık zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
رَسُولًا ’deki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olduğu için ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
Arka arkaya gelen ve tezayüfle birbirlerine atfedilen üç sıfat cümlesi de müspet muzari fiil sayfasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
Kitap kelimesi Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
يَتْلُوا - يُزَكّ۪يهِمْ - يُعَلِّمُهُمُ fiillerinin muzari sıygayla gelmesi tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bu fiillerin tef'il babında gelişi ise fiillerdeki çokluğa işaret eder.
يَتْلُوا - الْكِتَابَ , اللّٰهُ - رَسُولً - الْمُؤْمِن۪ينَ ve الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ [Onlara ayetleri okur] buyruğundan sonra, وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ [kitabı öğretir]in tekrar zikredilmesi, kitabın okunmasının yeterli olmadığını bildiren tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır.
وَيُزَكّ۪يهِمْ istiare-i tebeiyyedir. Cahiliye inançları kire, necasete benzetilmiştir. Efendimiz'in öğrettikleri onları bu pisliklerden arındırmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
وَ ‘la gelen cümle, يُعَلِّمُهُمُ ‘daki nasb zamirin halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنْ , amel etmeyen muhaffefe اِنَّ ’dir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.
كَانُوا , لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin başına gelen lam-ı farika ve اِنْ olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْ قَبْلُ ‘nun muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre, mahzuftan ivazdır.
لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.