اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimselere |
|
2 | قَالُوا | diyen(lere) |
|
3 | لِإِخْوَانِهِمْ | kardeşleri için |
|
4 | وَقَعَدُوا | (Savaştan geri kalıp) oturarak |
|
5 | لَوْ | eğer |
|
6 | أَطَاعُونَا | bizim sözümüzü tutsalardı |
|
7 | مَا |
|
|
8 | قُتِلُوا | öldürülmezlerdi |
|
9 | قُلْ | de ki |
|
10 | فَادْرَءُوا | haydi savın |
|
11 | عَنْ |
|
|
12 | أَنْفُسِكُمُ | kendinizden |
|
13 | الْمَوْتَ | ölümü |
|
14 | إِنْ | eğer |
|
15 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
16 | صَادِقِينَ | doğrulardan |
|
Quud قُعُود kelimesi, Oturmak anlamındadır. Bir işte tembellik gösteren kişiye de قَاعِدٌ adı verilmiştir. قَاعِدَة sözcüğü ise ay halinden ve evlilikten eli eteği çekilmiş kadın demektir. Bunun çoğulu da قَوَاعِدٌ kelimesidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kaide, makad, kâde/kuud(namazda), tekâüd, mütekâid ve Zilkâdedir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
Derece: Aynı düzlemde uzanıp gitmek değil de yükselmek dikkate alındığında menzileye دَرَجَة denir. دَرْجٌ kitap ve elbiseyi dürmektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri derece, tedrici, istidrac ve dercetmektir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri هم şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِاِخْوَانِ car mecruru قَالُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ haliyyedir. قَعَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اَطَاعُونَا şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı مَا قُتِلُوا ’dir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قُتِلُوا damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. Mekulü’l-kavli, mukadder şart cümlesidir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن كنتم صادقين في دعواكم فادرؤوا (Eğer davanızda sadıksanız kendinizden savın) şeklindedir.
ادْرَؤُ۫ا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَنْ اَنْفُسِ car mecruru ادْرَؤُ۫ا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَوْتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كُنْتُمْ ’ un haberidir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar.
صَادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istînafiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, takdiri هم olan mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur.
Mevsûlün sılası قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَقَعَدُوا cümlesi, قَالُوا fiilinin failinden haldir veya sıla cümlesine matuftur.
Müsnedin ismi mevsûlle gelmesi açık ismin zikrinin kerih görülmesi ve haberle ilgili açıklama sebebiyledir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. اَطَاعُونَا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi
مَا قُتِلُواۜ ise menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette geçen قَعَدُ [oturmak] fiili savaşa katılmamaktan kinayedir.
اَلَّذ۪ين ism-i mevsûlünün cümle içindeki mahalli hakkında farklı tefsirler vardır:
[Kardeşleri için dediler] قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ cümlesindeki kardeşlik; nesep, aynı memleketten olma, peygambere düşman olma ya da putlara ibadet etme hususunda müşterek olma manasındadır. İstiare-i vefakiyedir. İnanç yakınlığı, kan bağına benzetilmiştir. Kardeşler birbirlerini düşünür, arar sorar, sever, ilgilenir. Münafıklar da nerde olsalar birbirlerini bulur, kırk kat yabancı bile olsalar İslam aleyhine bir mevzu olunca hemen birleşir, öz kardeş gibi birbirlerine destek olurlar.َ [ve oturdular] وَقَعَدُوا istiare-i tahakkümiyedir. Oturmak, yorgunluğun, ayakta duramamanın tezahürüdür. Oturan kişi, işi olmayan, herhangi bir acelesi olmayıp dinlenen kişidir. Münafıkların savaştan geri kalması hantal, hasta, kendini kaldıramayan kişinin oturup kalmasına benzetilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
İstînâfiyye olan cümle fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ cümlesine dâhil olan فَ , takdiri إن كنتم صادقين في دعواكم [eğer davanızda haklıysanız] olan, mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır.
Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan terkip قُلْ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Müstenefe olan اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ cümlesi de şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ي cümlesi, كان ’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş şarttır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, gereksiz sözden kaçınmak için yapılan îcâz-ı hazif sanatıdır.
[Ölümü kendinizden savın] emri, aciz bırakmak ve istihza kastıyla söylenmiş olduğu için cümle vaz edildiği anlamın dışında mana kazanmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
قُتِلُواۜ - الْمَوْتَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, قُلْ - قَالُوا kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Kardeşleri hakkında] yani Uhud’da öldürülen münafık kardeşleri veya nesep ve komşu kardeşleri hakkında savaşa gitmeyip [evlerinde oturdular] ve kardeşlerimiz [sözümüzü dinleyip] savaşa katılmayarak [bize muvafakat etselerdi], bizim gibi onlar da [öldürülmeyeceklerdi] dediler. [De ki: Doğru söylüyorsanız, kendinizden ölümü kaldırın] yani eğer öldürülmekten kurtulmanın bir yolunu bulduysanız -ki bu, size göre savaşa katılmamaktır- o halde ölümden kurtulmanın da bir yolunu bulun. Yani savaşa katılmamak suretiyle öldürülmekten kurtulmanız, sizi bütünüyle ölümden kurtarmaz. Çünkü ölümün sebeplerinden sadece biri olan öldürülmekten kurtarsanız bile hayatın çeşitli noktalarına yayılmış diğer sebeplerinden kurtulamazsınız; mutlaka onlardan biri gelip sizi bulur.
[Kendinizden ölümü kaldırın.] ifadesi onlarla alay etmektir. Yani eğer ölümün sebeplerini kendinizden uzaklaştıracak kadar yiğitseniz, onun bütün sebeplerini kaldırın da ölmeyin bari! (Keşşâf)
Sizin öldürülmemeniz, bunun Allah tarafından yazılmamış olması sebebine bağlıdır; yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi hakkınızda ölüm yazılmış olduğu halde evlerinizde oturmakla ölümü önlediğiniz için değil. Zira böyle olması imkânsızdır. Hatta bazen savaşa katılmak kurtuluş sebebi, evde oturmak ise ölüm sebebi olmaktadır.
Rivayet olunur ki münafıklar bunu söyledikleri gün kendilerinden eceliyle yetmiş kişi öldü.
Bir görüşe göre de eğer sizi dinleyip de evlerinde kalsalardı, savaşta öldürüldükleri gibi bu defa evlerinde öldürüleceklerdi, demektir.
Bu görüşe göre “Haydi kendinize gelen ölümü def edin!” cümlesi, onlarla istihza mahiyetindedir. Yani eğer siz gerçekten ölüm sebeplerini önleyen insanlar iseniz, o zaman iddianıza göre bu özel sebebi kaldırdığınız gibi ölümün bütün sebeplerini ortadan kaldırın ki hiç ölmeyesiniz. (Ebüssuûd)
درأ fiili Kur'an'da 5 kere geçmiştir. İki yandan birine meyletmek, savunmak, kovmak manaları vardır. (Ra’d Suresi, 22; Nûr Suresi, 8; Bakara Suresi, 72; Âl-i İmran Suresi, 168; Kasas Suresi, 54)