وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَحْسَبَنَّ | sanma |
|
3 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | قُتِلُوا | öldürülenleri |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | أَمْوَاتًا | ölüler |
|
9 | بَلْ | bilakis |
|
10 | أَحْيَاءٌ | (onlar) diridirler |
|
11 | عِنْدَ | katında |
|
12 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
13 | يُرْزَقُونَ | rızıklanmaktadırlar |
|
وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْسَبَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası قُتِلُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
قُتِلُوا damme üzere mebni meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru قُتِلُوا fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَمْوَاتًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَا تَحْسَبَنَّ [Sakın saymayasın] hitabı Peygambere (s.a.) veya herkesedir. (Keşşâf)
بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. اَحْيَٓاءٌ kelimesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هم (onlar) şeklindedir.
عِنْدَ mekân zarfı, اَحْيَٓاءٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرْزَقُونَ fiili, mahzuf mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
عِنْدَ [Katında] kelimesi, Allah'tan onlara ikram ve tazimi ifade eden bir yakınlıkla yakın olma manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ
وَ istînâfiyye, لَا nahiyedir. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki mevsûlün sılası قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَمْوَاتًاۜ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayetteki [Sakın saymayasın] hitabı Hz. Peygambere veya herkesedir.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَلَا تَحْسَبَنَّ ifadesi akıbet bildirme anlamında olup cihad edenlerin sonunun ölüm olmayıp hayat olduğu ifade edilmiştir. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği))
Bu ayet, Bedir ve Uhud şehitleri hakkında nazil olmuştur. Çünkü bu ayet nazil olduğunda, bu iki meşhur günde öldürülenlerin dışında başka bir şehit yok idi. Münafıklar da Müslümanlardan bu iki günde öldürülenler gibi öldürülmesinler diye mücahitleri cihaddan uzaklaştırmak, nefret ettirmek istiyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ, Müslümanları bu iki günde cihad edip öldürülen kimselere benzemeye, onlar gibi olmaya davet etsin diye bu iki günde öldürülenlerin fazilet ve mertebelerini beyan etmiştir. Sözün özü şudur: Cihadı terk eden kimse dünya nimetlerine bazen ulaşır bazen de ulaşamaz. Ulaştığının farz edilmesi halinde bile bu dünya nimetleri önemsiz ve geçicidir. Savaşa yönelen kimseler ise kesinlikle ahiret nimetlerine nail olur. Bu nimet büyük bir nimettir. Büyüklüğünün yanında da devamlı ve ebedîdir. Durum böyle olunca cihada katılmanın, onu bırakıp katılmamaktan daha efdal olduğu ortaya çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)
Bundan önce ölümden sakınmak maksatıyla savaştan kaçmanın hiçbir fayda sağlamayacağı beyan edilmişti. Şimdi bu istînâfî cümlede, Allah yolunda ölmenin aslında sakınılacak bir şey olmadığı aksine insanların bu yolda yarışmaları gerektiği beyan, ediliyor.
Allah yolunda öldürülenlerden murad, Uhud şehitleridir ki bunlar yetmiş kişi idi. Hamza b. Abdülmuttalib, Mus’ab b. Umeyr, Osman b. Şıhab ve Abdullah b. Cahş olmak üzere dördü muhacirlerden, diğerleri de ensardan idi. Allah cümlesinden razı olsun!
Bu ayetteki hitap hem Resulullah hem de hitaba ehil herkes içindir. (Ebüssuûd)
بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ
İstînâfiyye olan cümlede بَلْ idrâb harfidir
İsim cümlesi olarak gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هم olan mübteda mahzuftur. اَحْيَٓاءٌ haberdir.
عِنْدَ رَبِّهِمْ’in amili olan müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidai kelam olan يُرْزَقُونَۙ ikinci haberdir.
Car mecrurun önemine binaen amiline takdimi, takdim-tehir sanatıdır.
Aslında rızıklanmaları değil, Rabblerinin katında olmaları bir şereftir. Takdim kasrı da düşünülebilir. Yani onlardan başka rızıklanan yoktur.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Yenilenen, hiç bitmeyen bir şekilde rızıklanırlar. Muzari fiil tecessüm özelliğiyle olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.
Failinin malum olduğu fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
عِنْدَ رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâf olan عِنْدَ ve muzâfun ileyh olan Allah yolunda savaşarak ölenlere ait هِمْ zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.
اَمْوَاتًاۜ - اَحْيَٓاءٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat sadece matufu, îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. İdrâb edatıdır. Idrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. Sîbeveyh; بَلْ , “sözdeki bir şeyi bırakıp başka bir şeyi almak içindir” diyerek bu edatın işlevini ifade etmiştir. er-Rummânî: بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ [Rableri katında rızıklanırlar.] cümlesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. Çünkü “diridirler” dedikten sonra, bunun nasıl olacağını açıklar. Ölümün en bariz özelliği yeme-içmenin bitmesidir. “Rızıklanırlar” buyurarak bunun gerçek bir hayat olduğunu bildirmiştir. Aynı zamanda tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
“Rableri katında” ifadesinden, Rabbe yakınlık kastedilmektedir. Terbiye ve kemâle erdirme anlamını ifade eden Rabb unvanının onların zamirine izafe edilerek zikredilmesi, onlara ziyadesiyle bir ikramdır. Yani onlar diridirler; cennette nimetlerle rızıklanırlar. Bu da onların diri olduklarını tekid ve hayatlarının hakikat olduğunu tespit etmektir.
İmam Vahıdî'ye göre şehitlerin hayatı hakkında Peygamberden (s.a.) nakledilen en sahih rivayet şöyledir: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar misâli suretler içindedir; onlar rızıklanırlar, yerler ve nimetlenirler.”
Yine rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sizin kardeşleriniz Uhud’da şehit olunca Allah Teâlâ, onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu; onlar cennet ırmaklarında dolaşırlar.”
Başka bir rivayete göre de: “Onlar cennet ırmaklarından su içerler; cennet meyvelerinden yerler; cennette istedikleri yere uçarlar ve arşın gölgesinde asılı bulunan altından kandillere inip orada barınırlar.” (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)